• 1912 Karşıyaka Derneği

KARŞIYAKA YAZILARI - YAVUZ ÖZMAKAS

 

 

 

 

 

 

 

Yavuz Özmakas

Karşıyaka Yazıları - Yavuz Özmakas

 

1

 

Çekirge sorunu

İzmir Valiliği görevine başladığında Rahmi Bey’i iki önemli sorun bekliyordu. Bunlardan ilki çekirge sorunuydu. Çekirgeler kentin ticaret ve tarım yaşamını büyük ölçüde etkiliyordu. Basın bu konuda büyük bir duyarlılık göstererek konuyu sürekli sayfalarına taşıyordu. Karşıyaka’da Soğukkuyu, Yamanlar, Rum Çiftliği, Tomarza ve Osmanzade köyleri çekirge felaketinden en çok etkilenen yerlerdi.

Rahmi Bey, göreve başlar başlamaz, Eylül 1913’te kendi başkanlığında bir Çekirge Komisyonu kurdu. Alınacak önlemler saptandıktan sonra yerel basın yoluyla bu kararlar halka duyuruldu. Ayrıca Bornova, Torbalı, Buca ve Karşıyaka gibi yerlerde de komisyonlar kuruldu. Kent; Kokaryalı, Bozyaka, Halkapınar ve Karşıyaka’dan oluşan dört bölgeye ayrılarak çekirgelerle savaşım sürdürüldü. Karşıyaka bölgesi on mahalle ve çekirgelerin toplanma merkezi Soğuk Kuyu olarak belirlendi.

Çekirge Merkez Komisyonu’nun aldığı karar gereğince İzmir’de yaşayan herkes otuz hokka çekirge toplamakla yükümlüydü. Bunu yapmazsa bir başkasına yaptırmak ya da para cezası ödemek zorundaydı. Komisyonun aldığı karar uyarınca devlet memurları ve öğrenciler de çekirge mücadelesinde görev almak zorundaydılar.

Ekim 1913’te Karşıyaka’nın bazı köylerinde sorumluluğu bulunan işçilerin çekirge toplama konusunda valiliğin tebligatını yerine getirmedikleri görüldü. Bunun sorumlusu olarak kabul edilen muhtarlar hakkında yasal işlem yapılması için yakalama emri çıkarıldı.

Çekirge Merkez Komisyonu, genel mücadelenin nasıl yapılacağını açıklayan bir de talimatname yayımladı. Bu talimatnameye göre; 2 Nisan 1914 tarihinde gazetelerde ilan edildiği şekilde her mahalle halkı toplanma merkezlerinde hazır bulunacaklardı. Bütün daireler kapatılacak, memurlar, ahali ve öğrencilerin büyük olanları öğretmenleri ile toplanma merkezlerine gideceklerdi.

Karşıyaka’ya gidecekler için Körfez Şirketi sabah yedide ve yedi buçukta iki vapur tahsis etmişti. Bu vapurlar akşamleyin altı buçuk ve yedide geri dönüş yapacaktı. Bu talimatname uyarınca her bölgede bir subayın eşliğinde 10 piyade asker ve iki jandarma görevlendirildi.

Karşıyaka bölgesinde “mıntıka memuru” olarak Belediye Başkanı Mustafa Efendi, Belediye üyesi Şerif Efendizade Rıza Bey, Hacı Ali Paşazade Refiğ Bey ve takım Kumandanı İbrahim Azmi Efendi atandılar

21 Nisan 1914 günü gazetelerde yer alan haberlerinde Karşıyaka Jandarma Komutanı İbrahim Efendi, halkı çekirge mahallelerine sevki ve çalıştırması konusunda gösterdiği çabalardan övgüyle söz ediliyordu.

7 Mart 1916 tarihli bir ilanla Vilayet Çekirge Müfettişi’ne bağlı olarak çalışmak üzere çekirge işinden anlayan, okur-yazar ve kent halkından olması koşuluyla alınan üç “takipçi”den biri 250 kuruş aylıkla Karşıyaka bölgesinde çalıştırılmaya başlandı.

 Bu konuda önemli başarılar elde edilse de çekirge sorunu tümüyle ortadan kaldırılamadı.

 

2

 

Bataklıkların kurutulması

7 Eylül 1930 tarihli Hizmet gazetesinde yer alan bir habere göre Belediye’nin Karşıyaka’da yapacağı işlerin bir listesi yayımlandı.

1. Osmanzade rıhtım ve yolları baştan aşağı kâmilen yeniden yapılacaktır.

2. Ahırkuyu Deresi temizlenerek etraftaki yıkık duvarlar tamir edilecek ve bu suretle Bostanlı su

istilasından kurtarılmış olacaktır.

3. Alaybey cihetindeki harap yollar düzenlenecektir.

5. Bostanlı bataklıkları ile Soğukkuyu’daki sahipsiz arazinin bataktan kurtarılması için okaliptüs ağaçları dikilecektir. Belediye ağaçların tedariki için teşebbüsata başlamıstır.

6. Yamanlar suyunun Karşıyaka isalesi muhakkak suretle temin olunacaktır. Suyun Karşıyaka isalesi ve Karşıyaka’nın ihtiyacını temin edeceği hakkındaki heyeti fenniye raporu vilayete vilayetten de DâhiliyeVekaleti’ne gönderilmiştir.

22 Ekim 1930 günü ilk çok partili yerel seçimlerden sonra Belediye Başkanlığı’na seçilen Sezai (Göker) Bey,  9 Kasım 1931 günü yapılan Belediye Meclisi toplantısında belediyenin durumunu anlatabilmek için Gazi Heykeli yaptırmak için Muhasebe-i Hususiye’den gelen yetmiş bin liralık yardımı belediye çalışanlarının maaşlarının ödenmesinde kullandıklarını söyleyince tartışmalar büyümüş ve Sezai Bey istifa etmişti. Ertesi gün Behçet Salih (Uz) Bey belediye başkanı oldu.

Behçet Salih Bey, İzmir Belediye başkanlığını üstlendiği zaman kentin en önemli sorunlarından birinin çöplerin kaldırılması ve bataklıkların kurutulması olduğunu biliyordu. Bir hekim olarak bu sorunların kent sağlığı üzerindeki etkisinin öncelikli çözüme işaret etiğinin de farkındaydı. Bu konuda Bostanlı ve Kokaryalı (Güzelyalı) bataklıkları tam bir felaket halini almak üzereydi.

Bostanlı bataklığı bir sıtma yatağıydı. Bataklık sivrisinek üretiyor ve sineklerle mücadele olanaksız hale geliyordu. Felaketin boyutlarını açıklaması bakımından Bostanlı bataklığından üreyen sıtma nedeni ile her gün dört-beş çocuk ölüyordu. Halk bu durumdan rahatsızdı. Endişeleri giderek artıyordu. Gündüzleri bile evlerde cibinlik içerisinde oturuyorlardı. Yöre halkı bir tür cibinlik hapishanesi yaşıyordu. Buna bir de çocuklarını yitiren ailelerin acısı eklendiğinde belediyenin acil bir çözüm üretmesi gerekiyordu. Ancak belediyede bu mücadele için ayrılmış bir bütçe olmadığı gibi olsa da gerekli para yoktu.

Behçet Salih Bey, bir çözüm bulmuştu. Daha doğrusu iç içe iki çözüm. Çevre mahallelerin çöpleri bu bataklığa atılacak, üzeri biraz toprak ve kireçle örtülecekti. Böylelikle hem çöp sorunu hem de bataklığın doldurulması sorunu birlikte çözülecekti.

 

 

3

 

Dedebaşı “Örnek köy”ü

Cumhuriyetin köyü modernleştirme projesi 18 Mart 1924 tarihli Köy Kanunu ile başlar. Atatürk, “Cumhuriyet Köyü Projesi” ile ideal Türk köyü ve köylüsü yaratma amacını güdüyordu. Kırsal kalkınmayı sağlamak için bu proje Millet Mektepleri, Köy Eğitmen Kursları, Halk Evleri ve Halk Odaları ile desteklenecekti.

Atatürk’ün kafasındaki “Örnek Köy” de okul, öğretmenevi(lojman), halk odası, köy konağı, konuk odası, okuma odası, konferans salonu, köy parkı, telefon santrali ve köy itfaiyesi, ebe, tarımbaşı, gençler kulübü, hamam, dezenfekte odası, çamaşırhane, camii, revir, kooperatifler, köy dükkanları, spor alanı, damızlık tavuk, tavşan ve arı istasyonları, aygır ve boğalar için damızlık ahır, mezbaha, mandıra, değirmenler, asri mezarlık, hayvan mezarlığı, koruluk, köy gübreliği, fenni ağıl, pazar yeri ve köy zahire locası, aşım durağı (hayvan çiftleştirme yeri), panayır yeri gibi mekanlar ve alanlar bulunacaktı.

Kazım Dirik İzmir valiliği sırasında Köy Kanunu’nun tanımladığı şekilde, köyün mekansal yapısının dönüştürülmesine yönelik 43 köyde çalışma yürüttü. Vilayetçe beş yıllık bir imar planı hazırlandı ve kaymakamlara bu planı uygulama yükümlülüğü getirildi. Bu plana göre geliri fazla olan köyler beş yıldan önce, geliri orta olan köyler beş yılda daha az geliri olan köyler ise on yılda imar edilecekti. Bununla ilgili bir de genelge yayımladı.

Yerel basında planlı köy ile ilgili yayınlar da giderek çoğalmıştı. Bu örnek köylerden biri de Karşıyaka’nın Dedebaşı köyüydü. 5 Mart 1935 tarihli Yürgü gazetesinde bu konuda yayımlanan yazıya göre; 1929 yılında ilk defa köy pazarı kurulmuş ve beş küçük kasap dükkanı ile işe başlanmıştı. Altı yıl içinde Karşıyaka halkının her türlü ihtiyaçlarını temin edecek planlı bir köy haline gelmişti. 1929 yılında bakımsız, geçimsiz ve yoksul bir köy olan Dedebaşı (Örnek Köyü)’nde bugün herkes bir işle meşguldü. Bugünkü Pazar Yeri’nin bulunduğu patlıcan tarlası icar edilerek Pazar Yeri genişletilmişti. Bu suretle her hafta adım adım ilerleyen bir köy pazarından modern ve planlı bir örnek köyü meydana geliyordu.

Dedebaşı örnek köyünün en çok dikkate şayan olan hususiyetlerinden biri de köylü ile şehirlinin, kadın, erkek bütün yurttaşların yüz yüze gelerek alışveriş etmek suretiyle iktisadi ve içtimai yükselişe yardım etmesidir.1932 yılında ilk defa köy bütçeleri yapıldığı zaman 3358 lira varidat elde edilmiştir.1933’de 3360 lira varidat elde edilmiştir. 1934’de fenni ve modern bir mezbaha, Pazar yeri, demir bir hal, köy okuma odası, köy eczanesi, köy sulama arabası, köy mezarlığı, köy spor meydanı gibi birçok iyi işler yapılmış ve başarılmıştı. Başbakan İsmet İnönü’nün İzmir’i şereflendirdikleri günlerde temel atma merasimi yapılmak üzere planı hazırlanan modern bir okulun temeli vali Kazım Dirik tarafından başlatılmıştı. Köy delikanlıları bir spor kulübü kurmuşlar, köyün spor meydanında her Cuma oyunlarına devam etmekte ve çalışmaktaydılar.

 

4

 

Kazım Dirik’in valiliği döneminde Karşıyaka-I

16 Mart 1926 tarihinde İzmir’e vali olarak atanan General Kazım (Dirik) Paşa, 27 Mart’ta görevine başladı. Yeni vali Kazım Paşa, kente geldikten sonra hem tanışmak hem de durumu yerinde görmek üzere ziyaretlerine başladı. İlk ziyaretini de yanında Milli Eğitim Müdürü Naili Bey ve Sağlık Müdürü Lütfi (Kırdar) Bey ile birlikte 4 Nisan 1926 günü Karşıyaka’ya yaptı. Burada kız okulunu, öksüzler yurdunu ve erkek lisesini gezdi.

Kazım Paşa 1927 yılında İzmir Esnaf ve Ahali Bankası kurmak için çalışmalar yaptı. Oluşturduğu “heyet-i faale”lerle halka ulaşmayı hedefliyordu. Bu nedenle İzmir dört bölgeye ayrıldı. Karşıyaka ve Konak bölgesinde Vilayet Encümeni üyesinden Sabri, Hizmet Gazetesi Başyazarı Zeynel Besim, Doktor Hüsnü Muhittin ve Karşıyaka Fransız Mektebi Türkçe muallimi İbrahim beyler görevlendirildi.

Latin harflerine geçme kararının alınmasından sonra halkın okuma-yazma seviyesini yükseltmek için Millet Mektepleri açılmasına karar verildi. İzmir’de Millet Mektepleri 1 Ocak 1929 günü törenlerle açıldı. Hanımlar için saat 15.00’de, erkekler için saat 19.00’da iki ayrı açılış töreni düzenlendi. Karşıyaka’da ilk dershaneler Soğukkuyu, Ankara ve Türk Birliği okullarında açıldı. Bu dershanelerin denetimi için Karşıyaka bölgesinde Savcı Hasan Şafiyettin Bey, Defterdar Kemal Bey ve Sağlık Müdürü Lütfi Bey görevlendirildiler.

Vali Kazım Paşa, 23 Mayıs 1932 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan demecinde “Muhakkak nazarıyla bakılabilen Yamanlar suyunun Karşıyaka’ya celbi projesine talip olan grupların müddeti 1 Ağustos’ta bitecek ve tekliflerini o vakit belediyeye vereceklerdir. Bu projeler belediyece tetkik ve takip olunan nokta-i nazara göre kararını vererek münakasaya koyacaktır. Bu sayede Karşıyaka en büyük ihtiyaçlarından birini izale etmiş olacaktır.” Dedi. Aynı demecinde “Dün Vilayet başmühendisi ile müteahhitler Yamanlar kampına çıkarak yapacakları vazifeyi tespit etmişlerdir. Kampın son noktasından Karagöl istikametinde ve çam ormanları içinde bir kısım daha açılacağı gibi yolun heyeti umumiyesindeki temizlik ameliyesi en çok Haziran haftasına kadar ikmal edilmiş bulunacaktır. 10 Haziran’da resmen kamp açılacaktır.” Müjdesini verdi.  Valinin bir başkası müjdesi daha vardı: “Karşıyaka’nın elektrik işleri nihayet hallolundu. Son gelen vekâlet müsaadesiyle kontenjana tâbi bütün levazımın gümrükten teslim alınması kararlaştı. Elektrik şirketi bugün hazırlıklarını yapıyor. Emniyet ve salahiyetle temin edildiğine göre 3 ay zarfında Karşıyakamız bol elektrik ziyasına kavuşacaktır. İş bununla kalmayarak o mıntıkanın bütün bağ ve bostanları elektro motor kullanmak suretiyle azami istifadeyi temin edeceklerdir.” Karşıyaka’ya düzenli su ise 1 Temmuz 1935 tarihinden itibaren verilmeye başlandı.

 

 

 

5

 

Kazım Dirik’in valiliği döneminde Karşıyaka-II

CHP nahiye başkanı Tahir Bor başkanlığında Karşıyakalılardan oluşan bir kurul Vali Kazım Paşa’yı ziyarete gittiler. Karşıyaka’nın nüfusu arttıkça okumak isteyenlerin sayısı da artıyordu. Ancak Karşıyaka ve yakın çevresinde bir ortaokul yoktu. Vali Paşa’nın önderliğinde nahiyelerine bir ortaokul yapılması iyi olacaktı. Vali Kazım Paşa’nın  “Okul olacak bina var mı?” sorusu üzerine Karşıyaka Yalısı’nda Osmanzade mevkiinde bahçeli, genişçe ama tek katlı bir bina bulundu. Bulunan binanın sahibi James Lafonten’di. Düzenlenen toplantıda binanın sahibi ile bizzat Kazım Paşa görüştü. Yıllığı yedi yüz sekiz liradan anlaşarak iki yıllık kira sözleşmesini imzaladı. Kazım Paşa bu arada boş durmamış ve gerekli yasal işlemleri başlatmıştı. Vilayet Genel Meclisi, Karşıyaka’da bir ortaokulun açılmasına karar verdi ve bu kararı Eğitim Bakanlığı’na iletti. 27 Ağustos 1932 günü Eğitim Bakanlığı’ndan gelen bir yazıda Karşıyaka’da bir ortaokulun 1 Eylül günü öğretime açılması bildiriliyordu.

Körfez Vapur Şirketi, Konak-Karşıyaka vapur ücretlerine zam yapınca yoğun bir halk tepkisi ile karşılaştı. Karşıyakalılar bu durumu protesto etmek için birinci mevki yerine ikinci mevkiye binmeye başladılar. Bu da şirketin politikasında değişiklik yaptırmaya yetmedi. Vapurlardaki ikinci mevkilerde yolculara yetmiyordu. Karşıyakalılar Maliye ve İktisat bakanlıklarına çektikleri telgraflarla durumu protesto ettiler. Durum İzmir Valiliği tarafından İçişleri ve İktisat bakanlıklarına iletildi. İktisat Bakanlığı Karşıyakalıların protestoları üzerine zamlı tarifeyi onaylamadan geri gönderdi. Tarife Komisyonu toplantısına katılan Vali Kazım Paşa, komisyonda halkın şikayetlerinin göz önüne alındığını basına açıkladı. Ulaşımdaki bu sorunu gidermek için Zafer ve Yeşil Bursa Şirketi’nin iki otobüsü, Gönül Şirketi’nin dört otobüsü 28 Kasım’dan itibaren Karşıyaka hattında çalıştırılmaya başlandı. Ne olduysa işte otobüslerin çalışmaya başlaması ile birlikte oldu. 1932 yılının Aralık ayını ilk günlerinde başlayan otobüs seferlerinde Karşıyakalıların Körfez Vapur Şirketi’ne yeni bir protestosu gündeme geldi. Her otobüsün kalkışında ve iskelelerden geçerken otobüsteki halk vapurlara karşı şapkalarını çıkararak sallıyorlar ve bağırarak vapur işletmecilerini protesto ediyorlardı.

Cumhuriyet’in ilanının “Onuncu Yılı” kutlamaları kapsamında, 30 Ekim 1933 günü Kutlama Kurulu Karşıyaka’ya geldi. Soğukkuyu’da Değirmendağı mevkiinde hazırlanacak olan su biriktirme havuzunun başında Belediye Başkanı Behçet Salih Bey bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan sonra kurban kesildi ve Vali Kazım Paşa inşasına başlanacak havuzun temelini attı. 31 Ekim günü Vali Kazım Paşa ve protokolde yer alanlar tarafından Karşıyaka’da Fevzipaşa İlkokulu’nun açılışı yapıldı.

9 Ağustos 1935 günü atama emri çıkan General Kazım Dirik, Valilik görevinden 16 Ağustos günü ayrıldı. 20 Ağustos akşamı kendisi onuruna bir veda yemeği verildi. Köylüler tarafından “Ayrancı Paşa” olarak tanımlanan Kazım Paşa’nın valiliği döneminde Karşıyaka’ya da büyük hizmetleri geçmişti.

 

 

6

 

Sonun Başlangıcı: Karşıyaka

Bundan 95 yıl önce İzmir’de yapılması planlanan Atatürk’e suikast girişiminin İzmir’deki ilk hazırlıkları Karşıyaka’da İdris’in bahçesinde düzenlenen toplantılarda yapıldı. İzmir’e bu iş için gelen ve Gaffarzade Oteli’ne yerleşen Ziya Hurşit, Sarı Efe İdris ile birlikte gittiği İdris’in bahçesinde bulunanlara planı anlattı.

Ziya Hurşit ve onunla İzmir’e gelen diğer tetikçiler Laz İsmail ve Gürcü Yusuf’la Kemeraltı’da Gaffarzade Oteli çevresinde Ömer Nuri Efendi’nin tuhafiye mağazası yanındaki üç yol ağzında bulunacaklar, Cumhurbaşkanı otomobille oradan geçerken Ziya Hurşit bombaları atacak, diğer tetikçiler de tabancalarıyla ateş edeceklerdi. Çopur Hilmi’nin geride Yemiş Çarşısı’na giden yol üzerinde bulunduracağı bir otomobil ile İzmir’den Karşıyaka’ya gidecekler, oradan da Giritli Şevki’nin sağlayacağı motorla Sakız Adası’na kaçacaklardı.

Yaptığı yurt gezisi sırasında İzmir’e gelmesi planlanan Atatürk, dönemin İzmir Valisi Kazım (Dirik) Paşa’nın suikastı kendisine haber vermesine karşın 16 Haziran 1926 günü İzmir’e girmeden önce Karşıyaka tren istasyonunda karşılandı. İstasyonda bekleyenlerden Karşıyaka Belediye Başkanı Fikri Bey kendisine çiçek verdi. Suikastın yapılacağından habersiz olan halk ve öğrenciler tarafından Atatürk’e candan gösterilerde bulunuldu.

Suikastın düzenlenmesinden bir gün önce, 15 Haziran’da motorcu Giritli Şevki, suikastı vali Kazım (Dirik) Bey’e haber verince İzmir Polis Müdürü “kör” lakaplı Mehmet Ali Bey ile siyasi kısım amiri Yaşar Bey düzenledikleri operasyonlarla Ziya Hurşit ve Laz İsmail ile Gürcü Yusuf yakalandılar.

Yapılan ilk soruşturmalardan sonra tutuklamalar başladı. İttihat ve Terakki’nin önde gelen isimlerinden biri olan ve Mondros Ateşkesi sonrası yurt dışına çıkan Küçük Talat Bey, Karşıyaka’da Tahir Bey Sokağı’nın köşesindeki sahile bakan evinden alındı.

Damatları olduğu Evliyazadeler’e ait Karşıyaka Fahrettin Paşa Caddesi’ndeki 18 numaralı evinde gözaltına alınan bir başka İttihadçı lider de Dr. Nazım Bey’di.

20 Haziran 1926 günü Kışla önünde toplanan binlerce İzmirli, Gazi’ye yapılmak istenen suikastı lanetleyen bir tepki gösterisi yaptılar. Mitingin sonunda, kentin önde gelenleri tarafından daha önce hazırlanan bir bildiri okundu. Bildiride Karşıyaka Belediye Başkanı Fikri Bey’in de imzası vardı.

İstiklal Mahkemesi tarafından tutuklanan Kazım (Karabekir) Paşa’yı salıverdiren İsmet Paşa ile İstiklal Mahkemesi’nin arası açılmış, Mahkeme Kurulu, Başbakan İsmet Paşa’nın da tutuklanmasına karar vermişti. Bunun üzerine devreye giren Atatürk, İsmet Paşa’yı İzmir’e çağırdı. İsmet Paşa, İzmir’e geldiğinde Karşıyaka istasyonunda karşılandı. Karşılayanlar arasında, Gazi’nin buyruğu üzerine İstiklal Mahkemesi üyeleri de vardı. Atatürk’ün bu manevrası İzmirli Başbakan’ın kırılan gururunu onarmaya yetti. Paşa da yayımladığı bir bildiri ile İstiklal Mahkemesi’ni onurlandırdı.

  

7

 

Karşıyakalı kadınlar

İzmir, ticari merkez olarak öne çıkmaya başlamasıyla birlikte, dışarıdan gelen etkiler ve iç dinamiklerin itici gücü ile kültür ve sanat alanlarında hızla ve çağdaş bir gelişme gösterdi. Bunda levantenlerin yaşam biçimleri, İzmir’e taşıdıkları ülkelerinin özelliklerinin yanı sıra azınlıkların da gelenek ve göreneklerinin rolü büyüktü.

Çanakkale Savaşları sırasında İtilaf Donanması tarafından Aliağa Çiftliği, Reşadiye ve Şakran çevrelerinin, İzmir’deki yerleşim birimlerinin, kentin savunmasında önemli bir yeri olan Yenikale bombalanmıştı.

İngilizler Uzunada’ya topçu yerleştirmişler, bir uçak alanı yapmışlar ve böylece gemileriyle bu adanın kuzeydoğusunda Yenikale’yi ve Urla şosesini dövme olanağı bulmuşlardı. İzmir Körfezi’ne giriş- çıkışın denetlenmesi biçiminde başlayan saldırılar kısa zamanda genişlemiş, sivil ve askeri hedeflere yönelmişti

İzmir’in İngilizler tarafından bombalandığı ilk gün Karşıyakalı kadınların en büyük sınavlarından biri oldu.

Seferberliğin ilan edildiği günlerden biriydi. Heveskeran Cemiyeti tiyatrocuları durmaksızın, geceli gündüzlü temsiller vermeyi sürdürüyorlardı. Karşıyaka’da haftada iki üç temsil verdikleri oluyordu. Evliyazade Naciye Hanım’ın korumalarında düzenlenecek temsil için biletler elden dağıtılmıştı. Karşıyaka’nın önde gelen ailelerinin hanımları davet edilmişler ve onlar da biletleri hemen satın almışlardı. Gişede satılacak bilet kalmamıştı. Temsil günü saat 13.00’de tiyatro salonu tümüyle dolmuştu.

Önce Selanikli Ethem Bey, tek telli kemanıyla bir sat kadar süren bir konser verdi. Ardından “Bizans’ın Son Günleri” oyunu sergilenmeye başladı.

Birinci perde henüz açılmıştı ki birden bire top sesleri duyulmaya başladı.

İzmir bombalanıyordu.

Salonda altı yüz kadar bayan vardı. Onların yaratacağı bir panik beklenmeyen sonuçlar doğurabilirdi.

Karşıyakalı kadınlar top seslerine karşın yerlerinden bile kıpırdamadan oyunu izlediler. İzmir bir yandan bombalanırken, Karşıyakalı kadınlar da diğer yandan “Bizans’ın Son Günleri” oyununu sonuna dek izlediler.

Temsil bittikten sonra salondan dışarı çıkanlar Karşıyaka sokaklarını bomboş olduğunu gördüler. Kahveler bile boşalmıştı.

Karşıyakalı kadınlar buna karşın tiyatro salonunu terk etmemişlerdi.

 

 

8

 

Karşıyaka’da bir Cuma günü

24 Eylül 1927 günlü Memleket gazetesinde bir muhabirinin Karşıyaka’da geçirdiği bir güne yer verildi. Muhabir hafta tatili olan bir Cuma gününü burada geçirmişti.

1927 yılı Eylül ayı başında İzmir’de yayınlanmaya başlanan Memleket gazetesinin sahibi Mehmet Reşat (Turgay) Bey’di. Gazetenin sorumlu müdürlüğünü Kemal Turan Bey yapıyordu. Gazetenin yönetim merkezi Yemişçarşı’sı yakınlarında Vakıf Hoca Sokağı’nda bulunuyordu.

Muhabire göre; “İzmir’in İstanbul’a nispetle (Moda)’sı olan Karşıyaka” en neşeli; en şuh, en canlı günlerinden birini yaşıyordu. Akşam serinliğinin ayrı bir canlılık verdiği saat 16.00’dan itibaren Karşıyakalılar ve İzmir’den gelenler yalı boyunda dolaşmaya başlamışlardı. Muhabir “Karşıyaka bu şekilde gezinti itibarıyla daha ziyade İzmir tarafındakileri alakadar ediyor. Kalabalık kahir ekseriyetle, hemen hemen umumiyetle etraftan gelenlerden mürekkeptir.” Diye yazar. Bu yol Karşıyaka Belediyesi tarafından defalarca sulanmıştı.

Karşıyakalılar daha çok kapalı eğlence yerlerini tercih ediyorlardı. Bu mekanlardan biri de Karşıyaka Kulübü’ydü. Üye olmayanların giremediği bu kulüp “Münevver tabakanın sosyete hayatına hususi bir ehemmiyet atfedenler” içindi. Memleket gazetesinde konu edilen Karşıyaka Kulübü, aydınların ve tüccarların toplanıp eğlendikleri özel bir kulüptü. Karşıyaka İskelesi’nin karşısındaki şimdilerde Öğretmenler Lokali olarak kullanılan binanın birinci katında bulunuyordu. Akşamları piyano eşliğinde hoşça vakit geçirilir, yemek yenirdi. Karşıyaka Kulübü, Levantenlerin de devam ettiği nezih ve saygın bir eğlence yeriydi. Dönemin Polis Müdürü Şahin Giray, Astik isimli bir Levanten’i tokatlayınca tüm yabancılar kulüpten ayaklarını çektiler

Belediye Bahçesi paralı bir yerdi. Buraya bir kahve için (50) kuruş vermeyi göze alan herkes girebilirdi. Memleket gazetesi muhabiri “Fakat dünyanın her yerinde umumi bir mana ifade eden halkça olan belediye bahçeleri acaba Karşıyaka’da neden böyle hususi ve ticari bir mahiyet kesbetmiştir, burasını anlayamadık.” diye eleştirir.

Muhabirin yazdığına göre; Karşıyaka’nın Kordon’daki pek işlek (Zühre) gibi mevazii ve ferah yeri de (Enver Bey-İlkbahar) gazinosudur. Buraya gidenler temiz bir hava, geniş ve cazip bir deniz, bilhassa grup manzarası, manasız taciz edici bir çalgı takımının kuru ve gürültüsünü fiyatlarına zam etmeyen (!) ucuz içki ve meze bulur. Buranın temiz ve sakin, emniyetbahş muhiti herkesi oraya ailesiyle gitmeye teşvik edecek kadar calib-i dikkattir.” dedikten sonra “Maksadımız (zinhar) reklam değil, belki buna benzer diğer eğlence ve hava alma mahallerine bir ikazdır.” diye ekler.

Muhabir, “Gelelim müteaddir defalar sulandığını söylediğimiz yalı boylarına: Eğer bizde kudretli bir selahiyet olsa idi iskele civarına hikmet-i vücudunu anlayamadığımız bir dolma yapan ve hüsniniyet sahibi olmasında şüphe bulunmayan Karşıyaka Belediyesi’ni neden ayak bileklerine kadar çıkan tozlarla malamal rıhtımın geniş geniş ve güzel, çok güzel olmağa müstenit kaldırımlarını ihmal ettiğini muaheze hakkımızı kendimizde bulduk.” eleştirisinde bulunur.

 Memleket gazetesi muhabiri izlenimlerinin sonunda can alıcı konuya değinir. “Bir mesele daha var: İzmir’de elektrikli Tramvay tesisatı başladı. İzmir bundan çok zaman evvel nail bulunması lazım gelen mübrem bir zaruretini birkaç ay sonra def edecek. Yeter ki bu zaruretin defi civardan, köy ve kazalardan gelen süratli vesait-i nakliyeye ve bilhassa dar caddelere alışmamış olan saf bir çok zavallıların ezilmesini, çiğnenmesini, çarpılmasını mucip olmasın. Acaba İzmir’deki asri elektrikli tramvaylar işlerken Karşıyaka’nın on sekizinci asır vesait-i nakliyesi kalırsa gülünç garabet hasıl olmayacak mı?”

Yazısını “Bütün bu müşahedatımız samimi bir şekilde döktürdüğümüz tenkitkar dertler ne olursa olsun (Karşıyaka) İzmirlilerin Cuma günlerini geçirmek hususunda en ziyade istifade ettiği bir semttir.” diye bitirir.

 

 

9

 

Karşıyaka’da kaçak hayvan kesilmesi

11 Mart 1919’da İzmir Valisi olarak atanan, 23 Mart’ta İzmir’e gelen ve 28 Mart’ta valilik görevine başlayan Ahmed İzzet Bey, ilk demecinde “Ben, Yunan halkının temiz dostuyum. Onu yakından tanıdım.” deyince İzmir Türklerinin tepkisini çekmişti. Kısa boylu ve kambur olduğu için Türkler arasında “Kamburidis” olarak anılıyordu. Valiliği döneminde her şeyden şikayetçiydi ve bulabildiği tüm makamlara bir şeyleri ya da birilerini şikayet etmekle meşguldü. Bunu da bitmeyen yazışmalar yoluyla çözmeye çalışıyordu.

İşgal altındaki İzmir’de günlerini şikayetler ve yazışmalarla geçirirken bir ara hayvan kesiminin denetim altına alınmasına taktı. Bu konuda 22 Temmuz 1919’da Yunanistan’ın İzmir Yüksek Komiseri Aristidis Stergiadis’e bir yazı gönderdi. Valilik iki buçuk yaşına kadar tüm büyükbaş hayvanların on yaşına kadar damızlığa elverişli inek ve manda ineğinin ve on iki yaşına kadar sığır ve manda boğalarının ve damızlık koyunların ve tiftik keçilerinin kesimini yasaklamıştı. Buna rağmen Bornova, Buca, Seydiköy, Karşıyaka’da kasaplar tarafından kesimi yasak hayvanların kesildiğini şikayet etti. Bu kesimler hem İzmir’in önemli bir servetini tüketeceği gibi sağlık koruma kurallarına da aykırıydı. Bu nedenle İzmir Genel Mezbahası dışında yerde kesim yapılmamalı, İzmir Mezbahası’ndaki baytar memurlarına da, Yunan jandarma ve polisleri tarafından yardım edilmeli ve gözetimde bulunmalıydı. Bunun üzerine Yunanistan’ın Birinci Kolordu Kumandanı Konstantinos Nider, gazetelerde yayımlanan duyurusunda İzmir Mezbahası dışında kesimleri yasakladı.

Hayvan kesiminin denetim altına alınması konusu yaz ayları boyunca sıcaklığını korudu. 12 Ekim günü Yunanistan’ın İzmir Yüksek Komiserliği tarafından İzmir Valiliği’ne gönderilen bir yazıda “Karşıyaka bölgesindeki salhanelerin temizlenmesi” ve “Karşıyaka’da oturanların sağlığı” bakımından Karşıyaka Yunan Jandarması’nın görevlendirildiği, Valiliğin de gerekenin yapılması hakkında Belediyeye gerekli emrin verilmesini istedi.

Üç gün sonra, 15 Ekim’de Vali izzet Bey, bu yazıya; Karşıyaka Jandarma bölgesi içinde bulunan İzmir Mezbahası’ında kesimlerin belediye tarafından yapılmayıp doğrudan doğruya kasap esnafı tarafından çalıştırılan kesiciler tarafından yapılmakta” olduğu yanıtını verdi.

 Yunan Yüksek Komiserliği Vilayete 8 Kasım’da gönderdiği yazıda “Karşıyaka mezbahaları için özel bir veterinerin atanması ve gönderilmesiyle Karşıyaka Jandarma Kumandanlığı’na emir verildiği”ni iletti. Vali ertesi gün gönderdiği yanıtta “Karşıyaka’da bir mezbaha olmadığından kesimin taş ocakları alanında sağlıksız koşullar altında yapıldığını” iletti.

Bir şeyler ters gidiyordu. Bunda Rum kasapların ve Karşıyakalı Rumların payı olabilir miydi? Çünkü Karşıyaka Jandarma Kumandanı hayvan kesmek için izin verme konusunda pek zorluk çıkarmıyordu. Daha önce kaçak hayvan kesimini engellemek için Yunan Jandarmasından yardım bekleyen Vali izzet Bey, 11 Kasım tarihli Yunan Yüksek Komiserliği’ne gönderdiği yazıda bu kez jandarmanın işe karıştırılmamasını istedi. İzzet Bey’e göre Aya Triyanda (Turan) mahallesinde Karşıyaka Yunan Jandarma Kumandanı’nın izniyle çiftçiliğe ve damızlığa elverişli hayvanların kesilmesine devam edildiğini yazdı.

İzmir’e vali olarak atandığı andan itibaren Dahiliye Nazırlığı’na getirileceğini bekleyen, Bezmi Nusret Kaygusuz’un “Azametli Kambur” diye nitelediği Ahmed İzzet Bey, bir süre bu yazışmalarla “çalışıyormuş” gibi yaparak kendini avuttu.

 

10

 

Küçük Talat Bey’in Karşıyaka Günleri

 

İttihad ve Terakki’nin kurucularından, Dahiliye Nazırı ve Sadrazam Talat Paşa’dan farklı olması için “Küçük Talat” olarak bilinen Mehmet Talat (Muşkara) Bey Nevşehirlidir. Babası Ziya Bey Alman asıllıdır. Ailesi küçük yaşta onu Türk okuluna vermiş orada Müslüman olarak Ziya adını almış. Annesi, Trablusgarp’ta sürgün olan vali Bedri Paşa’nın eşinin evlatlığı Rum dönmesi İclal Hanım’dır. Ziya Bey, kolağası iken 1911’de Trablusgarp Savaşı’nda Mustafa Kemal’le aynı cephede görev yapmıştı.

Küçük Talat Bey İstiklal Mahkemesi’nde yargılanırken verdiği bilgiye göre Jandarma Heyet-i Teftişiyesi Reis-i Sanisi iken askerlikten 1908 yılından önce girdiği İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin isteği ve onayı üzerine 1910 yılında askerlikten istifa etti. II. Meşrutiyet’ten sonra merkez-i umumi’nin kararı ile İttihad ve Terakki’nin Aydın Vilayeti Müfettişi olarak İzmir’e geldi.

1911 yılında İzmir Milli Kütüphane’nin kuruluşuna büyük destek verdi. Ramazan ayına denk gelen Eylül 1911’de Milli Kütüphane’ye gelir sağlamak üzere düzenlenen piyangodan sağlanan yetersiz geliri matematik öğretmeni Mehmed Celal (Saygun) Bey’e her türlü yardım ve desteği vaat ederek teslim etti. Bu çalışmalar sırasında Kütüphane’nin ilk kitap bağışçıları arasında yer aldı.

1913 yılında İttihadve Terakki’nin kongresi sonrasında Cemiyet’in genel merkez üyesi olarak seçilince İzmir’den ayrıldı, yerine Mahmut Celalettin (Bayar) atandı.

Mütareke sonunda İttihadçı liderler yurtdışına kaçarken Küçük Talat Bey İstanbul’da saklanırken tutuklandı. 7-8 Ağustos 1919 gecesi, Enver Paşa’nın amcası olan Halil (Kut) Paşa ile birlikte hapis oldukları Bekirağa bölüğünden kaçarak yurtdışına gitti.

Yurda dönen Küçük Talat Bey, İstanbul Akaretler’deki babası Ziya Bey’in evine yerleşti. 1925 yılında Ağabeyi askeri doktor Vasfi Bey’in çağrısı üzerine İzmir’e geldi. Bayraklı’da oturan bir Alman girişimcinin sahibi olduğu, 1914-1916 yılları arasında dört-beş dönüme kurulu alkol fabrikasının savaş yıllarından beri çalıştırılmadığını öğrendi. Vasfi Bey’in aracılığı ile Alman Koch ile tanışan Küçük Talat Bey, kardan hisse verme koşuluyla fabrikanın işletmeciliğini üstlendi. 1925 yılı sonlarına doğru kurulan bu yeni işletmenin adı “İzmir Müskirat Fabrikası” olarak tescil edildi. Fabrika 1926 yılı başında üretime geçince adı “Türk Alkol Fabrikası, Küçük Talat, Bayraklı, İzmir” olarak yeniden tescil edildi. O zamanki adıyla İzmir Caddesi günümüzdeki adıyla Anadolu Caddesi üzerindeki bu fabrika, Bayraklı İlkokulu’nın yanındaydı.

Bir süre sonra İnhisarlar İdaresi’nin (tekel) izniyle fabrikada rakı üretilmeye başlandı. 9 Eylül adı verilen bu rakı Mustafa Kemal’in İzmir’e gelişi nedeni ile üretilmişti. Kısa süre sonra İnhisarlar İdaresi rakı üretimini durdurdu. Küçük Talat Bey, 1933-34 yıllarında Almanya’dan çağırılan bir uzman ile likör üretmek için anlaştı. Likörün esansları Almanya’dan gelecekti. Eşantiyon esanslarla üretilen likörler beğeni kazandığı halde İnhisarlar İdaresi üretim ruhsatı vermedi.

Fabrikayı Küçük Talat Bey yönetiyordu. Kızkardeşi Seniye Hanım’ın oğulları Fuat ve Suat (Yurdkoru) yardımcılarıydı. İnhisarlar İdaresi’ni temsilen bulunan kalite kontrol gözlemcisi ise Nazif (Foka Nazif) Bey’di. Nazif Bey’in oğlu daha sonra İzmir’in tanınmış şarap üreticilerinden Nurtekin Yazgan’dı.

Küçük Talat Bey, buradan kazandığı paralarla Çamlık’ın girişindeki evi satın aldı. Bu evin konukları arasında Vali Kazım Dirik, Behçet Uz, Yahya Kemal, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü ve İktisat vekili Celal (Bayar) beyler vardı. Sonraki yıllar arasındaki ziyaretçileriyse Darülbedayi oyuncuları Hazım, Vasfi Rıza, Muammer, Behzat beylerin yanı sıra Halide Hanım ve Bedia Muvahhit’di. Evin konukları arasına Vali Şefik Soyer’i ve Osmanzade Hamdi (Aksoy) Bey’i de eklemek gerekir. Eski İttihadçılardan Muhittin Birgen ile komşuydular.

 

11

 

“Bu da Mustafa’nın olsun.”

portrait

9 Eylül 1922 günü İzmir işgalden kurtarıldıktan sonra 10 Eylül günü İzmir’e giren Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’ın ricası üzerine Göztepe’deki Uşakizadelerin konağını karargah olarak kullanmaya başladı. Uzun süreden beri Nice’te bulunan Uşakizade Muammer Bey, eşi ve çocukları ile beraber İzmir’e yeni dönmüşlerdi. Latife Hanım, Uşakizade Muammer Bey’in kızıydı. Karargah olarak kullanılmaya başlanan konakta Latife Hanım, Mustafa Kemal’e Fransızca çevirilerde yardım ediyordu. Aralarındaki yakınlaşma bir süre sonra evlenme aşamasına kadar geldi.

Balkan savaşlarından sonra İstanbul’da Beşiktaş Akaretler’de bir evde yaşamaya başlayan Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, Mustafa Kemal’in Samsun’a doğru yola çıktığı günlerden birinde oğlunun emir eri Halit’i karşısında görünce oğlunun ölüm haberinin kendisine getirildiğini sanarak felç geçirmişti. Zübeyde Hanım, Mustafa Kemal tarafından 24 Haziran 1922 tarihinde Ankara’ya getirilerek Çankaya’da bir bağ evine yerleştirildi. Ayaklarındaki ağrılar dayanılmaz acılar veriyordu kendisine. Diğer yandan da şeker hastalığı gözlerini etkilemişti.

 Zübeyde Hanım, oğlunun Latife Hanım’a ilgi duyduğunu ve hatta onunla evlenmeyi düşündüğünü Mustafa Kemal’in yaveri Salih (Bozok) Bey’den öğrenmişti. Sağlığı pekiyi değildi. Doktorlar hava değişimi tavsiyesinde bulunmuşlardı. Mustafa Kemal de annesinin Latife Hanım’la tanışmasını istiyordu. Annesine “Doktorlar senin iyi olman için deniz kıyısında oturmanı tavsiye ediyorlar. İzmir deniz kıyısıdır, seni İzmir’e göndersem ne dersin?” diye sordu. Zübeyde Hanım bu fikre karşı çıkınca ona orada yeni gelini ile tanışacağını söyledi. Her anne gibi oğlunu bir başka kadınla paylaşmak fikrine sıcak bakmıyordu ama oğlunun evleneceği kızı da merak ediyordu.

Mustafa Kemal, Salih (Bozok) Bey’i İzmir’e göndererek annesinin kalabileceği bir yer bulunmasını istedi. Salih Bey İzmir’e vardığında istasyonda Uşakizade Latife Hanım’ın çalışanlarından Ahmet Ağa’yı kendisini beklerken buldu.

Latife Hanım’la Salih Bey, ertesi günü, Vali Abdülhalik (Renda) Bey’i görmek üzere Hükümet Konağı’na gittiler. Bu görüşmede Latife Hanım “Karşıyaka’da tren istasyonu yakınında sanatoryum gibi bir evimiz var. Bu köşkte kimse oturmuyor. Orayı Paşa’nın annesinin ikametine ayırabiliriz.” dedi. İki katlı köşkün bahçesi içinde çam ve palmiye ağaçları ile havuzu vardı. Hem Salih Bey hem de Abdülhalik Bey köşkü gezip beğendikten sonra Mustafa Kemal’e bilgi verdiler. Paşa’dan olumlu cevap geldikten sonra Latife Hanım, köşkün yeni konuğuna hazırlanması işi ile her gün bizzat ilgilendi. Köşkte Zübeyde Hanım’ın sağlığı açısından gereken her türlü hazırlık yapıldı.

Zübeyde Hanım,  17 Aralık 1922 günü özel bir trenle İzmir’e beyaz bir çarşafla ve peçesiz olarak geldi. Yanında Doktor Asım Bey, Zübeyde Hanım’ın evlatlığı Fatma ve Abdurrahim (Tuncak) Bey vardı. Onu istasyonda Yaver Salih Bey ve Latife Hanım karşıladı. Köşk’te Zübeyde Hanım’la birlikte Salih Bey ve eşi ile Doktor Asım Bey kaldılar. Latife Hanım Göztepe’deki konaktan her gün Zübeyde Hanım’ı ziyarete Karşıyaka’ya geldi.

Kendisini iyi hissetmediği bir gün Zübeyde Hanım, İzmir Valisi Abdülhalik Bey ile İzmir Müftüsü Rahmetullah Efendi’yi Karşıyaka’ya Köşk’e çağırdı. Onlara daha İstanbul’dayken hazırlattığı vasiyetnamesini verdi. Elinde tuttuğu bir elmas yüzüğü “Bu da Mustafa’nın olsun.” diyerek vasiyetini tamamladı.

Zübeyde Hanım bir süre dinlendiği bu köşkte 14 Ocak 1923 günü öldü. Cenaze töreni ertesi gün yapıldı.

 

 

12

 

Hoca Mithat’ın kaçamakları

 

Dönemin Milli Eğitim Bakanı Ahmet Tahtakılıç’ın 22 Mayıs 1961 tarihli Karşıyaka Kaymakamı Tevfik İmsel kanalıyla gönderdiği telgrafta “Hayatınızı vakfettiğiniz kültür davasına, kütüphane olmak üzere evinizi de bağışlamakla yüksek bir insanlık ve vatanseverlik örneği vermiş bulunuyorsunuz. Tebrik ve teşekkürlerimi arzeder, hürmetlerimi sunarım.” yazıyordu.

Bu övgünün muhatabı Mehmet Mithat (Arukan) Bey, 19 Mayıs 1961 tarihinde Karşıyaka’da bulunan özel kütüphanesini eviyle birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’na bağışlamıştı. Kütüphanenin adı “Milli Eğitim Bakanlığı Hoca Mithat Kütüphanesi” adıyla tescil edildi. Kütüphanenin bahçesinde kurulan cilt atölyesi uzun yıllar hem kendilerinin hem de İzmir ve komşu illerin kitaplarının ciltlenmesini sağladı.

“Hoca Mithat” 1896 yılında İstanbul’da doğdu. Temmuz 1915’de Mülkiye’yi bitirdikten sonra, Eylül ayında İstanbul Köprülü Fazıl Ahmet Paşa İlkokulu’nda öğretmenliğe başladı. Kasım 1922’de kendi isteği ile İzmir Sultanisi’ne (Erkek Lisesi/Atatürk Lisesi) tarih öğretmeni olarak atandı.  Eylül 1924’de ise bu lisenin müdürlüğüne getirildi. Okulun andacında fotoğrafının altında soyadı “Oksancak” olarak geçer.

Bugün artık büyük bir kesinlikle söyleyebiliriz ki Mehmet Mithat Bey önceleri “Oksancak “ daha sonra da “Arukan” soyadını kullanmıştır. Bilemediğimiz bir nedenden dolayı yine bilemediğimiz bir tarihte de soyadını değiştirmişti. Ancak elimizdeki belge ve bilgilerden yola çıkarak bu soyadı değişikliğinin 1949 yılından sonraya denk geldiğini söylemekte bir sakınca yoktur.

Bunu doğrulayan ilk kanıt, “Mithat Oksancak” ve kızkardeşi “Fikret Arukan” adına gelen iki zarfın üzerinde “Selimiye Sokak No: 49 Karşıyaka” adresinin bulunmasıdır. Bir başka belge ise; 1988 yılında, “Atatürk Lisesi’nin 100. Kuruluş Yıldönümü” nedeni ile okulda müdürlük yapmış kişilere verilen şiltte adının “Mithat Oksancak” olarak geçmesi ve bu şiltin Mehmet Mithat Bey’in ailesinde bulunmasıdır. Mehmet Mithat Bey’in yeğeni tarafından bazı özel eşyaları ile birlikte bu şild “ Hoca Mithat Kütüphanesi”ne armağan edilmiştir.

Bir başka kanıt ise “Fikirler” dergisindeki yazılarıdır. Belli bir döneme dek çıkan yazılarında “Mithat Oksancak” adını kullanırken, belli bir dönemden sonraki yazılarında  “Mehmet Mithat” imzasını yeğlemiştir. Dil ve anlatım bakımından bu yazılar incelendiğinde aynı kişi tarafından yazıldığına kuşku yoktur.

Şubat 1931’de İzmir’de bulunan Ege Bölgesi Maarif Eminliği’ne (Bölge Eğitim Müdürlüğü) getirildi.

29 Haziran 1931 tarihinde Maarif Eminliği kaldırılınca Erkek Lisesi’nde tarih dersleri vermeye başlayan Mehmet Mithat Bey, Temmuz 1953’de emekli oldu.

“Hoca Mithat”,  kızkardeşi tarafından akrabası olan Neriman Sezer’e göre küçük kaçamaklar yapmaktan da hoşlanırmış. Kahve ve sigara içmesi yasak olan “Hoca Mithat” evin değişik yerlerine sigara paketini saklar, kızkardeşi Fikret Hanım’ın olmadığı zamanlarda kahve eşliğinde bir sigarayı ikiye bölerek gizlice içermiş. Kahve yapılırken Neriman Hanım’a “Birazcık daha kahve koy.” diyecek kadar tiryakiydi.

1 Haziran 1966 tarihinde İzmir’de ölen “Hoca Mithat”ı ölümünün 55. yılında bir kez daha saygıyla ve sevgiyle anıyoruz.

 

 

 13

 

Naldöken’de Kanlı Pazartesi

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dünyaya ayak uydurmak ve daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak amacıyla kentlere göç edenlerin yerleşimleriyle ortaya çıkan gecekondu sorunu hükümetlerin ve yerel yönetimlerin başını sıklıkla ağrıtan bir sorun oldu. Osman Kibar’ın belediye başkanlığı döneminde gecekondulaşma Karşıyaka’da Bayraklı bölgesi, Yamanlar Dağı çevresi, Çay mahallesi, Çiçek Mahallesi ve Muhittin Erener Mahallesi’ne doğru yayılmıştı. 1963 yılında Türkiye’de ilk kez Belediye Başkanı halk tarafından seçilecekti. Bunu fırsata çevirenler kentin bazı bölgelerinde seçim kampanyası sırasında üç bin yeni gecekondu yaptılar.

Halkın oylarıyla Belediye Başkanlığı’na seçilen Osman Kibar 22 Kasım 1963 günlü Yeni asır gazetesinde yer alan demecinde  “Gecekondu semtlerinde oturan vatandaşlarımıza bir plan ve program çerçevesi içinde hizmet edilecektir. Ancak gecekondu inşaatının serbest bırakıldığı doğru değildir. Bu bir Belediye değil, bir Hükümet mevzuudur. Bugüne kadar inşa edilmiş bulunan gecekondular katiyen yıktırılmayacaktır. Fakat bugünden sonra da, gerek özel şahıslara ve gerekse Belediyeye ait arsalarda, gecekondu kurulmasına izin verilmeyecektir. Gecekondu inşa edenler de, buna göz yumanlarda mesul olacaklardır”dedi.

Naldöken’deki şahıs arazilerine kurulan, halk arasında “Seçim kondu” olarak adlandırılan gecekondular için arazi sahipleri belediyeye başvurmuş ve gecekonduların yıktırılmasını talep etmişlerdi. Belediye Başkanı Osman Kibar, 16 Nisan 1966 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan haberde “Bu gecekonduların yıkılması için bütün işlemler tamamlanmış ve bugün sahiplerine ikinci defa tebligat yapılmıştır. 25 Nisan Pazartesi sabahı ekiplerimiz polis ile işbirliği yaparak bu gecekonduları yıkacaktır.” dedi.

25 Nisan 1966 sabahı, Karşıyaka’da Naldöken sırtlarında sahipli arazi üzerinde inşa edilen gecekondulardan kırk birinin yıkımına başlanacaktı. Yıkım emri, gecekondu sahiplerine birkaç gün önceden haber verildiği halde, kimse evinin terk etmediğinden, Belediye ekipleri, gecekondu mahallesine ancak emniyet kuvvetlerinin desteğinde girebilmişti.

Saat 11.00’de Soğukkuyu’daki Trafik ve Motorlu Ekipler binası önünde toplanan atlı, yaya ve motorlu üç yüz polis memur ve amiri ile otuz jandarma eri, hazırlanana harekât planına göre gecekondu mahallesine geldiler. Güvenlik güçleri gecekondu mahallesine girerken, bordo rengi gömlekli, şişman bir adam “Bunlar Osman Kibar’ın askerleri… Hücum!” diye bağırdı. Olay saat 11.55’de Naldöken yol ayırımından Soğukkuyu asfaltı istikametindeki 30 dönümlük geniş alanda başlamış, kısa zamanda büyük kaya parçalarını rasgele savuran kadınlı erkekli gecekondu sahiplerinin haykırışları arasında ortalık bir muharebe alanına döndü. Atlı polisler halkı kuşatırken taş atmaya başlayan kadın ve erkeklerden yakaladıklarını polis araçlarına götürdüler. Direnen kadınlar sürüklenerek araçlara götürülünce, annelerini yerde sürüklenirken gören çocuklar kendilerini yere atıp ağlamaya başladılar. Bu arada nezaret altına alınan bir kadının 40 günlük çocuğu, yıkım kararı bulunan evinde mahsur kalmıştı. Bu çocuk, güvenlik güçlerince evden çıkarılarak annesine teslim edildi.

Kadınlı-erkekli, yüzlerce gecekondu sakini gelen yıkım ekibine ve polislere taşla karşılık verince üçü polis memuru, on iki kişi yaralandı. Yaralananlardan dördünün durumu ağırdı. Güvenlik güçlerine karşı geldikleri gerekçesi ile on altısı kadın otuz üç kişi gözaltına alındı.

 Direniş saat 14.00’e doğru kırılmaya başlandı. Evleri yıkılacak olanlar, eşyalarını taşıtmak üzere Belediye’den araç istediler. Yıkım kararı bulunan kırk bir evden on beşi yıkıldı. Yıkılan evlerin sahipleri ve eşyaları Cumhuriyet Mahallesi’nde inşa edilen sosyal konutlara taşındı. Buraya yerleştirilen ailelere akşam yemeği dağıtıldı.

27 Nisan 1966 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan habere göre; Belediye Başkanı Osman Kibar “Hiçbir vatandaşın çoluk çocuğu sokağa atılmadı. Bundan sonra da öyle olacak. Yıkım kararı olsa dahi, Cumhuriyet Mahallesi’ndeki evi bitmeyen ailelerin gecekondusu yıkılmayacaktır” dedi.

Bundan yaklaşık iki ay sonra Osman Kibar, 21 Haziran günü Şehir Meclisi’nde gecekondu yıkım ekibi için takviye isterken “Bu konu artık hal yoluna girmiştir. Naldöken’de son defa yıktırılan gecekondular, bundan sonra gecekondu yaptıracaklar için bir gözdağı olmuş ve bu tarihten itibaren gecekondu yapmaya teşebbüs edenlerin sayısı önemli miktarda azalmıştır.” diyecekti.

 

 

 

14

 

Metropolit Yovakim Efendi

 

XVIII. ve XIX. yüzyıllarda adalardan ve Yunanistan’dan İzmir’e gelen Rumlar kentin çeşitli yerlerine yerleştiler. Örneğin Mora’dan, Sakız’dan Andros ve İkarya adalarından gelenler Karşıyaka ve Buca’ya göç etmişlerdi. Karşıyaka’ya gelenler genellikle tüccarlardı. Rumların Karşıyaka’da yerleşmelerinin artması üzerine XX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Karşıyaka’da sokakların başında yer alan levhalarda sokağın adı Rumca da yazmaya başladı.

Karşıyaka’da Katolik Rumların Saint Helen Kilisesi, XIX. yüzyılda Kont Alliotti’nin desteği ile 1904 yılında tamamlandı. Günümüzde Kilise Sokağı olarak bilinen sokakta yer alan Saint Helen Kilisesi’nin yapımına Karşıyakalı Müslümanlar da bağışta bulunarak destek verdiler.

Rum Ortodoks cemaatinin Karşıyaka’daki en önemli merkezi olan Agias Annas (Aya Anna) Kilisesi, 1891 yılında yenilenmiş ve 1893 yılından itibaren de Efes Metropoliti burada kalmaya başlamıştı. 28 Ekim 1890 tarihinde, Donanmacı İskelesi’nden (Karşıyaka İskelesi) Mihalakenidi adlı bir Rum sarrafın arsası üzerinde bir Rum okulu ve kilise (Agia Anna) yapılması için izin verildi. İskeleden başlayıp içeriye doğru uzanan, geniş ve ağaçlı yolun adı “Agia Anna” idi. Bu yol üzerinde şimdiki Ankara İlkokulu’nun bulunduğu yerde Agia Anna Kilisesi ve hemen yanında metropolithane inşa edildi.

Merkezi Manisa’da bulunan Efes Metropoliti Yovakim Efendi, yılın altı ayını Agia Anna Kilisesi’nin yanındaki Metropolitlik’te geçiriyordu.

Rumların Batı Anadolu’dan göçlerinin arttığı günlerde, 15 Haziran 1914 günü Urla’ya giden Talat Paşa’nın yanında bulunan Yovakim Efendi Rumları göçten vazgeçirmeye çalıştı.

Savaşın her yanı sarmaya başladığı günlerden birinde, İngiliz filosunda görevli ünlü istihbaratçı Wyndhem Deeds, İzmirli İngiliz tüccar Eric Whittall aracılığı ile Rahmi Bey’e görüşme önerisinde bulundu. Ancak görüşme resmi olmayacaktı. 9 Mart 1915 tarihinde gerçekleşen görüşmeden kısa bir süre sonra Enver Paşa, habersizce İzmir’e gelerek Kramer Palas’a yerleşti. Vali Rahmi Bey ve Metropolit Hrisostomos’tan sonra en güvendiği adamlarından olan Kuşçubaşı Eşref Bey ile burada bir görüşme yaptı.

Karşıyaka’da yaşayan Kuşçubaşı, Bizansçı olarak nitelediği Yovakim Efendi’yle Başkumandan Enver Bey’i gecenin ilerleyen saatlerinde Kramer Palas’ta bir araya getirdi. Enver Paşa’nın din adamlarının siyasete karışmamasını istemesi üzerine “Seçim işlerinde ve her şeyde benim bağlı olduğum makam Patrikhane’dir. Benim başkumandanım Fener Patriği’dir. Enver Paşamız, bu konuyu Fener Patriği ile görüşmelidir.” yanıtını verdi. Enver Paşa’nın “Burada görevli olan kişiler hakkında, işlerin daha huzurlu yürüyebilmesi için hayırlı tavsiye ve fikirleriniz var mıdır?” sorusunu “Aziz Oğlum, bu millet, asırlardan beri, efradı arasında meslek taksimi yapmıştır. Ticaret, sizlerin karar ve arzusuyla bizlere terk edilmiştir. Asırlardır alışılmış bu hayat tarzını bozmaya kalkmak zarara neden olur. Buna sebep de yoktur. Düzeni bozmak tehlikeli iştir. İttihad ve Terakki’nin mesul kâtibi, şimendifer nakliyatını, tüm ticareti bizlerin elinden almaya başlamıştır. Bu işlere alışmış olanlar avare kaldıkları zaman, fesat yoluna saparlarsa mazeret sahibi olmazlar mı?” diye yanıtladı. Yovakim Efendi, İttihad ve Terakki’nin İzmir Katib-i Mes’ul’ü (Sorumlu sekreteri) Mahmut Celal (Bayar) Bey’den çok şikayetçiydi. Kuşçubaşı’na göre İzmir Valisi Rahmi Bey, Yovakim Efendi’yi tehlike olarak görmüyordu.

26 Mayıs 1919’da Albay Tsakalos (Çakaloz)  komutasındaki bir Yunan birliği Manisa’ya girerek kenti işgal ederken, Manisalıların işgalden sonra Yunanlarla işbirliği yapmasından dolayı “Hüsnüyadis” adını taktıkları Manisa Mutasarrıfı Giritli Hüsnü Bey’in, tren istasyonundaki karşılama töreninde “kadim dostu” Metropolit Yovakim Efendi, Albay Tsakalos’un sağında yer alıyordu.  Hüsnü Bey, daha önce İzmir Ceza istinaf Mahkemesi Başkanlığı yaptığı sırada tarafsız davranışları nedeniyle Manisa Mutasarrfılığı’na getirilmişti. Hüsnü Bey, işgalden önce kentin önde gelenleriyle yaptığı toplantıda Manisa’nın işgal edilmeyeceği garantisini Metropolit Yovakim Efendi’den aldığını söylemişti.

Hayzade Giritli Hüsnü, Yüzellilikler’in yurtdışına çıkarılması üzerine Yunanistan’a giderek Yunan yurttaşlığına girdi. Yunanistan Milli Bankası’nda mübadil mallarını yöneten şubede hukuk danışmanı olarak bir süre çalıştı. 28 Şubat 1942’de Atina’da öldü.

 

15

 

İzmir’de Kurulan İlk Siyasi Parti

 

31 Temmuz 1947 günlü Halkın Sesi gazetesinde “İzmir’de bir (Mutedil Demokrat Parti) kurmak için teşebbüsler yapılıyor.” başlıklı bir haber vardı. Halkın Sesi’ne göre “Son 1-2 gündür bu haber dolaşıyor. Kurucuların isimleri belli değil. Partiyi kurmaya teşebbüs edenlerin başında eski gazeteci Nazmi Sadık bulunuyor. CHP parti müfettişi Dr. Kamuran Örs böyle bir partinin kurulacağı hakkında bilgisi olmadığını söyledi. CHP’nin bu partiyi destekleyeceği haberlerini yalanladı. DP’den Haydar Dündar (Yeni partinin demokrat ismini almasından şahsen üzüntü duyduğunun ve partiye Mutedil Demokrat demekle Demokrat Parti’nin müfrit temayülü gösterilmek istendiğini) belirtti. Böyle kurdurulan bir partinin halk tarafından itimatla karşılanmayacağının tabii olduğunu söyledi.”

12 Ağustos günü Yeni Asır ve Halkın Sesi gazetelerinde “Şehrimizde yeni bir parti kuruldu” başlıklı haberde  “Eski gazetecilerden Nazmi Sadık ve 6 arkadaşı Vilayet’e resmi bir müracaatta bulunarak kurdukları Serbest Demokrat Partisi’nin tüzüğünü vermişlerdir. Tüzük Ankara’ya gönderilmiştir.

 Bildirildiğine göre yeni parti bayramdan sonra geniş şekilde faaliyete geçecek, bir gazete de çıkaracaktır ve Serbest Demokrat Parti devletçiliğin aleyhinde liberal prensiplere bağlı bulunmaktadır.” deniyordu. 13 Ağustos tarihli Anadolu gazetesinde “İzmir’de kurulan Serbest Demokrat Partisi’nin tüzüğü İçişleri Bakanlığı’na gelmiştir. Tüzük, mezkur (adı geçen) Bakanlıkta tetkik edilmektedir.” haberi kısa olarak verildi.

Anadolu gazetesinin 16 Ağustos günlü nüshasının “İşaretler” köşesinde “İşaretçi” imzası ile “……. .. Demokrat” başlıklı bir yazı yer aldı: “Bizim eski meslektaşlardan Nazmi Sadık bir parti teşkiline doğru adım attı. İlk önce partinin adının (Mutedil Demokrat) olacağı söylenmiş, bunun üzerine

Demokrat Parti’nin müfritler kutbundan fırlayan Haydar Dündar; (Vay, bizim parti müfrit midir?) diye şikayet etmişti. Gazetelerde gördüm. Yeni partinin adı (Mutedil Demokrat) değil, (Serbest Demokrat) imiş. (Bu da ne demek? Biz serbest değil miyiz, bizim bağlı olduğumuzu mu söylemek istiyor?) diye bağırmaya başlayacaklar. İşaret ederim: Bizim demokratlar, demokrasi kelimesi ile alakalı fikir ve hareketlerden sarfınazar; bu kelimenin etrafında dönen her kelimeyi, her şeyi inhisar altına almışlardır. O kadar ki (Demokrat) değil (Demokles) deseniz (sakın o da bize aittir) diye bağıracaklar. Varın kıyas edin, hakikatte ne derece demokrattırlar?”

Partinin kurucusu olarak öne çıkan isim Nazmi Sadık Bey’dir. Tüzükte yer alan kurucular listesine göre soyadı Akat’tır. Babasının adı Sadık Bey olduğundan Nazmi Sadık olarak tanınmıştı. Yaşamı hakkında pek fazlaca bilgimiz yok. Ancak yine tüzüğe göre “eski gazeteci halen tüccardır.”. Bu bilgiden ve partinin kuruluşu sırasında yer alan çok az sayıdaki haberden yola çıkarak çeşitli kaynaklardan onunla ilgili kısıtlı bilgilere ulaşabiliyoruz. Kurtuluştan sonra İzmir’de çıkan ilk Türkçe gazete olan “Türk Sesi”nin mesul müdürü Nazmi Sadık’tır. Türk Sesi gazetesinin yayımına son verdikten yaklaşık 4 ay sonra 21 Ekim 1924’ten Ocak 1926 tarihine dek “Müstakil, cumhuriyetçi Türk gazetesi” alt başlığı ile yayımlanan “Türk İli” gazetesinin imtiyaz sahibi Nazmi Sadık’tır. Gazetenin başyazılarını bu kez kendisi yazıyordu.  Bu gazete, Vakıf Hoca Sokağı’nda Nazmi Sadık Matbaası’nda basılıyordu. İlk sayısı 28 Ocak 1927 günü çıkan “Hak ve hakikatin müdafii, haksızlığın biaman düşmanıdır” alt başlığı ile yayımlanan “Doğru Ses” gazetesinin Sahibi ve başmuharriri olarak da Nazmi Sadık görünmektedir. İzmir’in kurtuluşundan harf devrimine dek İzmir’de çalışan matbaalar arasında yer alan Doğru Ses Matbaası’nın sahibi Nazmi Sadık’tır. Muhtemeldir ki Nazmi Sadık Matbaası’nın adını değiştirmişti.

Nazmi Sadık Bey, İzmir tarihinde iki “ilk”e imza atmış biridir. Bu “ilk”lerden biri kurtuluştan sonra İzmir’de çıkan ilk Türkçe gazete olan “Türk Sesi”, diğeri ise İzmir’de kurulmuş ilk siyasal parti, “Serbest Demokrat Partisi”dir.

9 Ağustos 1947 tarihinde İzmir’de kurulan Serbest Demokrat Partisi, saptayabildiğimiz kadar o güne dek İzmir’de kurulmuş ilk siyasal partidir. Kurucuları arasında Nazmi Akat, Hulusi Tan, Cevdet Öktem, Ahmet Yenişehirli, Hüseyin Yazgan, Cavit Ermişli bulunmaktadır. Daha kurulduğu günden itibaren hem İzmir’de hem de Türk siyasal yaşamında fazla etkili olamayan Serbest Demokrat Partisi, 7 Haziran 1949 tarihinde kendi kendini feshetti.

Partinin tüzüğünün 43. Maddesinde yer alan yedi kurucusundan dördü Karşıyakalıydı. Kuruculardan Mustafa Rifat oğlu Dr. Hulusi Tan, Fahrettin Paşa Caddesi no: 302’de; Mehmet Tevfik oğlu Cevdet Öktem, Fahrettin Paşa Caddesi no: 302’de; Celal oğlu Ahmet Yenişehirli, Karşıyaka İstasyon civarı Aksoy Sokak no: 12’de; Mehmet oğlu Cavit Ermişli, Mithatpaşa (Tramvay) Caddesi no: 90’da ikamet ediyorlardı.

 

16

 

Karşıyaka'da Bir Teşkilat-ı Mahsusa'cı

                            Kuşçubaşı Eşref Bey

Dönemin İzmir Valisi Rahmi Bey, İngiliz Haberalma Örgütü’nden Albay Deeds’in resmi olmayan görüşme önerisi üzerine, Vilayet Yabancı İşler Müdürü Charles Karabiber ve Amerika’nın İzmir Konsolosu Horton ile birlikte 9 Mart 1915 günü Karaburun’a gitti.

Rahmi Bey’in İngiliz Wyndhem Deeds ile yaptığı görüşme Savaş Bakanı Enver Paşa’ya iletilince, o  da neler olduğunu öğrenmek için habersizce İzmir’e gitmek üzere yola çıktı. Bandırma yoluyla İzmir’e hareket eden Enver Paşa, Manisa’ya gelince, yaverleri Yenibahçeli Şükrü Bey ile İnebolulu Saim Bey’i İzmir’e, Karşıyaka’da oturmakta olan Kuşçubaşı Enver’e gönderdi.

1873 yılında İstanbul’da doğan Kuşçubaşı Eşref, İttihad ve Terakki’nin İzmir’deki ilk hücresini 1908 öncesinde Hacı Sami, Çerkes Reşit ve 12 arkadaşı ile birlikte kurmuştu. 1911 yılında Trablusgarb'ta Enver Bey ile birlikte direniş hareketlerine katılmıştı. Enver Paşa’nın İttihad ve Terakki içinde kurduğu Teşkilât-ı Mahsusa’da görev alan Kuşçubaşı yaşamı boyunca Enver Paşa’nın “mutemet” adamı oldu.

Enver Paşa’nın yaverleri, Paşa’nın ve eşinin Kuşçubaşı’nın Karşıyaka tren istasyonuna 150 metre yakınlıktaki konağında ağırlanması isteğini ilettiler. Ancak, Kuşçubaşı Eşref aynı kanıda değildi. Tüm ailesi Salihli’deki köşkteydi. Kuşçubaşı bu konuklukla gizlediği kimliğinin ortaya çıkmasından çekiniyordu. Yaverlere Enver Paşa’nın Kramer Palas’ta, eşinin de Belediye Başkanı’nın evinde kalmasını önerdi.

Enver Paşa, Basmane Tren İstasyonu’na geldiğinde onu karşılayanların arasında gizlilik gereği Kuşçubaşı Eşref yoktu. Paşa, Kramer Palas’a yerleşti.

Kuşçubaşı, gece 23.00 dolaylarında gizlice, Kramer Palas’a gitti. Çalışma odası olarak hazırlanmış salonda Enver Paşa ile görüştü. “Eşref Bey” dedi yorgun bir sesle Enver Paşa. “İstanbul, hilafet makamı ve başkenttir. Orada dahi, İzmir’deki kadar rekabetler, dedikodular, mücadeleler olmuyor. Siz, bu havaliyi eskiden de tanırsınız. Siz ne kadar güvenim olduğunu da takdir edersiniz. Kesin kararlar vermeden önce sizinle durumu incelemek isterim.”

Enver Paşa, o akşam önce Vali Rahmi Bey ve daha sonra Rum Metropoliti Hrisostomos ile görüşmüştü. Rahmi Bey, Efes Metropoliti Yovakim Efendi, Hrisostomos ve İttihad ve Terakki’nin İzmir Katib-i Mes’ul’ü Celal (Bayar) Bey’den; Hrisostomos hem Rahmi Bey hem de Celal Bey’den şikayetçiydi.

Kuşçubaşı’na göre Hrisostomos Yunan yanlısı, Yovakim ise Bizans yanlısıydı. Hrisostomos’un Vali Rahmi Bey’i çekiştirmesi, Vali’nin Bizans taraftarı olan Efes Metropoliti’ni tehlike saymadığını her yerde söylemesindendir. İki Metropolit’in birden Celal Bey’in aleyhinde olmasının nedeni ise Celal Bey, onları siyaseten tasfiye etmek yolunda değil, iktisaden hakimiyetlerini ellerinden almaya çalışıyor olmasıydı.

Kuşçubaşı, Enver Paşa’nın isteği üzerine Karşıyaka’ya giderek Efes Metropoliti Yovakim Efendi’yi Başkumandan ile görüşmeye ikna etti ve Kramer Palas’a getirdi.

 Enver Paşa’nın İzmir’den ayrılmasından birkaç gün sonra Kuşçubaşı Eşref’e, Yaver Mümtaz Bey’den Enver Paşa adına şifreli bir emir geldi. Paşa, İzmir’deki İttihadçılar arasında yaşanan sorunlar hakkında bir rapor hazırlamasını istiyordu. Kuşçubaşı raporunda baştan sona dek Celal Bey’i haklı bulurken Rahmi Bey’i sürekli sorumlu olarak ilan etti. Bunda biraz da Rahmi Bey’in, Talat Paşa’ya yakın olmasının etkisi vardı. Enver ve Talat paşalar arasındaki rekabet İzmir’e de yansımıştı.

12 Şubat 1919 günü Rahmi Bey’in oğlu Alpaslan; Çerkez Ethem, Manyaslı Mahmut ve Manyaslı Şevket tarafından kaçırıldıktan on beş gün sonra Salihli’de Kuşçubaşı Eşref’in bağ evine getirildi. Kuşçubaşı’nın evinin kapısını Rahmi Bey’in oğlunu kaçıranlara açması yalnızca Çerkez olmalarıyla açıklanamayacak kadar dikkat çekicidir.

 

17

 

Cumhuriyet Mahallesi kuruluyor

 

7 Ocak 1964 günlü Yeni Asır’da yer alan demecinde İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar “Kasım ayına kadar İzmir’de su ve kanalizasyon bulunmayan gecekondu semti kalmayacaktır.” diyordu.

Ancak diğer yandan da Naldöken’deki ve Turan bölgesindeki gecekonduları yıkıp, burada yaşayanları Cumhuriyet Mahallesi’ne taşımak istiyordu.

Temmuz sonunda 150 evin temeli atıldı. Bir oda, mutfak ve tuvaletten oluşacak evlerin maliyetinin beş bin lirayı geçmemesi planlanıyordu. Ödemeler ayda beş yüz liralık taksitlerle on yıl içinde tamamlanacaktı. 31 Temmuz 1964 tarihli Yeni Asır’da evlerin Ekim ayına dek bitirilmesinin planlandığı haberi veriliyordu. Ancak bu iş için ayrılan ödenek gelmemişti ve yol, su, kanalizasyon çalışmaları durmuştu.

Gün aşırı beşli gruplar halinde Naldöken bölgesinde başlayacak yıkımın tarihi 25 Ağustos 1964 olarak belirlenmişti ancak burada oturanlar yıkıma direniyorlardı. Osman Kibar o günkü Yeni Asır gazetesinde yer alan demecinde “Bu iş için elimizde 30 çadır bulunmaktadır. Evleri yıkılacak vatandaşların eşyalarını vasıtalarımız, evlerinin inşa edilmekte olduğu Cumhuriyet Mahallesine taşıyacaktır. Gecekondu sakinleri, böylece kendi evlerinin inşaatına yardımcı olacaklardır” diyordu.

Kibar’ın yöre halkına reva gördüğü hem çadırda yaşamak hem de kendi evlerinin inşaatında çalışmaktı.

Yıkım işi gerçekleşemeyince Belediye Başkanı Kibar, 19 Eylül 1964 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan demecinde “Cumhuriyet Mahallesinde evini yapacak vatandaşlarımıza, imkânlarımız nispetinde, malzeme yardımı yapılması için karar alınmıştır. Fakat bu, Naldöken’deki gecekonduların yıkılmayacağı anlamına gelmez. Ben, Belediye Başkanı olarak, alınan kararları tatbik mevkiine koymakla görevliyim. İçim kan ağlayarak, 30 Eylül günü, bu gecekonduların yıkımına başlayacağız. Burada oturanların bir kısmı bize müracaatla Cumhuriyet Mahallesi’nden arsa istemiş, talepleri yerine getirilmiştir.” dedi.

Bu arada durumdan yaralanmak isteyen bazı fırsatçılar yeni gecekondular yaparak Cumhuriyet Mahallesi’nde yapılacak evlerden hak istemek peşine düşünce; 5 Aralık 1964 günü Yeni Asır’da Osman Kibar’ın bir açıklaması yer aldı: “Vatandaş, elindeki 3-5 kuruşu değerlendirip, bir yuva sahibi olmak için, şunun bunun arsası üzerinde gecekondu yapma yoluna gideceğine, bu işi usulü dairesinde yürütse, daha karlı çıkacaktır. Yapımına başlanan gecekondular, bitsin-bitmesin, mutlak suretle yıkılacaktır. Biz İzmir’i gecekondu şehri değil, modern bir şehir haline getirmek için çalışıyoruz.”

Aynı Osman Kibar, 13 Şubat 1965 günü Yeni Asır’da yer alan habere göre Türkiye Mimarlar Odası’nın 11. Genel Kurul Toplantısı’nda “İzmir’de yıkımı karar altına alınan 46 binden fazla gecekondu ve kaçak inşaat var. Ben bunlardan bir tanesini bile yıktırmam.” diyecekti. Çünkü 1965 seçimleri yaklaşmıştı.

20 Kasım 1965 tarihli Milliyet gazetesinde İmar ve İskân Bakanı Haldun Menteşoğlu’nun “Mevcut gecekonduları hukukileştirmek, elektrik su, yol ve otobüs ile kanalizasyon gibi Belediye hizmetlerinden faydalanır hale getirmek için kanun süratle Büyük Millet Meclisine sevk edilecektir.” sözleri Kibar’ı çileden çıkarmaya yetmişti. 21 Kasım 1965 günlü Yeni Asır’da bu isyanını dile getirdi: “Bugünkü gazeteleri gördük. Gecekondular yıkılmayacak diye, manşete alınmış. Sahipli arazide formaliteleri hazırlanmış ve yıkılmaya hazır 292 gecekonduyu Osman Kibar yıktıramaz artık… Bu surette gecekondu spekülatörlerinin ekmeğine bir kere daha yağ sürüldü. İmar ve İskân Bakanlığı’nın teminatı üzerine, bugün İzmir’de kim bilir kaç gecekondu oturtulmuştur?”

Hükümet ile Belediye arasındaki bu fikir ayrılığı 25 Nisan 1966 günü “Naldöken’de Kanlı Pazartesi”nin yaşanmasına neden olacaktı.

 

18

 

Moralızadelerin evinde

6 Kasım 1918 günü bir İngiliz monitörü, İzmirli Rumların gösterileri arasında İzmir Limanı’na girdi. Allan Dickson yönetimindeki M-29 numaralı monitörle gelenler Papaz Zaharya tarafından takdis edildi.

6 Kasım 1918 günü İngiliz monitorunun limana yanaşmasını Sporting Kulüp’te yemek yerken

izleyenler vardı. Bu kulüpte yemek yemekte olan Moralızade Halit Bey, Moralızade Nail Bey, maliye müfettişi Menemenlizade Muvaffak Bey, emekli Binbaşı Hüseyin Lütfi Bey, İtibar-ı Milli Bankası ikinci müdürü Abdurrahman Sami Bey, amacını aşan gösterilerden rahatsız olmuşlardı. Emekli Binbaşı Hüseyin Lütfi Bey, Rum taşkınlıklarının önlenmesi için vali vekili Nurettin Paşa’dan gerekli önlemleri almasını istemek için Vali Vekilini telefonla aradı. Ancak umduğunu bulamadı.

M- 29 numaralı monitorun gelişinden birkaç gün sonraydı. Moralızade Halit Bey, İzmir’deki İngiliz dostlarının aracılığıyla kumandan Allan Dickson’u evine yemeğe davet etmeyi başardı. Bu, yalnızca Halit Bey’in isteği değildi. Gizli olarak kurulan İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin bir avuç üyesi, Dickson ile ilişki kurmanın İzmir için iyi olacağını düşünmüşlerdi.

Dickson, kararlaştırılan günde, tam saatinde yaveriyle birlikte, Moralızadelerin Karşıyaka’daki evine geldi. İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin öteki üyeleri de daha önce gelmişler, İngiliz Binbaşıyı bekliyorlardı.

 Garsonların ölçülü, saygılı davranışları, Türk usulü döşenmiş salon, Dickson’un üzerinde olağanüstü bir etki yapmıştı.

Sonunda dayanamadı Dickson, Halit Bey’e masayı, salonu, gümüş yemek takımlarını göstererek: “Demek bütün bunlar Türkiye’de bulunabiliyor?” diye sordu.

Moralızade Halit Bey, konuğunu etkilemek için gözle görülen her şeyin Türk emeğinin ürünü olmasına özenle dikkat etmişti. Dickson’a gülerek şu karşılığı verdi:

“Bu evin çatısında kocaman bir çengel var. Sağlam bir çengel. Evle birlikte burada gördüğünüz ne varsa, o çengel vasıtasıyla bir zepline bağlanıp Avrupa’dan getirildi.”

Dickson önce yavaştan, sonra sesli bir biçimde gülmeye başladı. Elini Halit Bey’in sırtına birkaç kez içtenlikle vurdu:

“Bana Türkleri ve Türkiye’yi başka türlü tanıtmışlardı. İngiliz sömürgelerinden birine geldiğimi sanıyordum.” dedi.

 

 

19

 

Karşıyaka’ya çöp fabrikası kuruluyor.

9 Ocak 1965 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan bir habere göre İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar çöp fabrikası kurma projesi konusunda “Kurulacak fabrika ile ilgili olarak Devlet Planlama Kurulu incelmelerini tamamlamış ve bu işi 1965 planına almıştır. Fabrikada çöpler, suni gübre haline getirilecek ve memleket ziraatına da yardım etmiş olunacaktır.” açıklamasında bulundu.

Aslında bu konuda bir girişim bundan üç yıl önce başlamıştı. 14 Ocak 1962 tarihli Milliyet gazetesine göre; bir Amerikan firması bu nedenle İzmir’e gelip incelemelerde bulunmuştu. Bir çöp fabrikası kurma önerisi için Fransız “Sofraine” firması da diğer yandan girişimlere başladı. “Sofraine” firması İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar’ı Fransa’ya davet ederek Fransa’daki çöp fabrikalarını yerinde görmesini teklif edince, Kibar da bunun üzerine Fransa’ya bizzat giderek incelemeler yaptı.

Fransa dönüşü Kibar, basın mensuplarına yapılacak fabrikanın maketini göstererek “Maketini gördüğünüz fabrika, yalnız İzmir’in değil, gerekirse civar ilçelerin de çöplerini işleyerek gübre haline getirecektir. Uzmanlar elde edilecek gübrenin, bilhassa sebze ve meyvecilik sahalarında çok yararlı olduğu kanaatindedir. Fabrikadan çok ucuz fiyatla dağıtılacak gübre Balçova, İnciraltı, Karşıyaka ve diğer semtlerdeki sebze bahçelerinin gelişmesini sağlayacak, zamanla da memleketimiz için bir ihracat metaı olacaktır.” Diyordu.

Temmuz ayında Belediye Encümeni tarafından, 5 milyon lira bedelle çöp fabrikası ihaleye çıkarıldı. 11 Temmuz 1965 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer aldığı üzere Osman Kibar “Türkiye’nin ilk çöp fabrikasının İzmir’de yapılması, bizim için ayrı bir iftihar vesilesi olmaktadır. Fabrika; biri

Karşıyaka’da, diğeri şehrin içinde –tercihen Kemalpaşa şosesi üzerinde- olmak üzere iki üniteden  meydana gelecektir. Böylece; Karşıyaka ve Menemen havalisinin çöplerinin işlenmesi daha az masraflı olacaktır.” açıklamasında bulundu.

Eylül ayında yapılan Belediye Encümeni toplantısında çöp fabrikasına ait iki ünitenin kurulacağı yerler kararlaştırıldı. İzmir’in 12 kilometre doğusundaki Hacılarkırı’nda belediyeye ait bulunan 20.000 metrekarelik bir saha uygun görülürken, Karşıyaka’da ise, Karteks fabrikasının karşısındaki, yine belediyeye ait bulunan 60.000 metrekarelik bir sahada karar kılındı.

1966 yılının Mayıs ayında yapılan ihaleyi Danimarkalı “DANO” firması 4. 890. 000 lira karşılığında kazandı. Fabrikanın inşaatı bir Türk firması, teknik kısımları ise Danimarka firması tarafından yapılacaktı

Çöp fabrikasının temeli 30 Ocak 1967’de atıldı. 1969 yılında deneme çalışmalarına başlandı. Çevre halkının rahatsız olmaması için, kışın portakal yazın ise karpuz esansları kullanılarak pis kokunun önüne geçildi.

Çöp toplama konusunda yetersiz kalan İzmir Belediyesi 535.000 lira karşılığında, ilk olarak Alsancak’ta olmak üzere çöplerin müteahhitler tarafından toplanması yoluna gitti. Projenin başarılı olması üzerine Karşıyaka ve Güzelyalı’nın da çöp toplama işi müteahhitlere bırakıldı. Günde 150 ton çöpün işlendiği fabrika günde 120 ton gübre üretme kapasitesine sahipti. Belediye bu sayede şehirler için büyük bir sorun haline gelen çöp toplama meselesinden sattığı gübreler sayesinde para kazanmaya başladı.

 

 

20

 

Kont Aliotti öldü

 

19 Mart 1821 tarihinde Sakız adasında doğan, İtalyan uyruklu Kont Nicola Aliotti, 4 Mart 1897 günü 76 yaşındayken Karşıyaka’da öldü.

İzmir’e ilk İtalyan göç dalgası Ege adalarından oldu. XIX. yüzyılda çeşitli nedenlerle İzmir’e İtalyan göçü arttı. Bu nedenlerden biri İtalya’daki siyasi karışıklıklar olduğu kadar diğer neden de Levantenlere Osmanlı topraklarında sağlanan büyük ticari kolaylıklardı.

Aliottiler 1802 yılında Floransa’dan Sakız adasına, 1822’de oradan İzmir’e göç ettiler. Üzüm, incir, tütün, palamut, meyan kökü ve halı ticareti yaptılar. Aliottiler, dünyanın en büyük halı tekeli konumundaki İzmir merkezli Oriental Carpet Company'yi (Doğu Halı Şirketi) kurdular.

Aliottiler, 1900 yılında İzmir İtalyan Ticaret Odası’nı dönemin İzmir İtalya Konsolosu Baron Acton ile birlikte kurulmasına katkı verdiler.

Karşıyaka’ya yerleşen Kont Nicola Aliotti, burada kendisine bir köşk yaptırdı. Günümüzde Cemal Gürsel Caddesi'nde 1730 sokak köşesinde bulunan bu köşkün yanı sıra bahçelerin de sahibi Nicola Aliotti’ydi. Bu köşk daha sonra Durmuş Yaşar tarafından satın alındı.

 Kızını Hollanda kökenli Heinrich Van der Zee ile evlendiren Nicola Aliotti 1887-1888 yıllarında İzmir Hamidiye Şirketi’nde yönetim kurulu üyeliği yaptı.

1887 yılında yaptığı bağış ile İtalyan Hastanesi’ne 20 yataklı bir kadınlar bölümü eklenmesini sağladı.

Saint Antoine İtalyan Hastanesi 1710 yılında Fra Luigi di Pavia isimli Padovalı bir Fransisken rahibi tarafından kurulmuştu. Hastaneler Sokağı’nda Rum Hastanesi’nin yanında olan 60 yataklı hastanenin kapasitesi böylelikle 80 yatağa ulaştı. Bina 1937 yılında Türk Kızılay Cemiyeti tarafından satın alındı.

1904 yılında Karşıyaka’da St. Helen Kilisesi Katoliklerin hizmetine açıldı. Kilisenin arazisi Nicola Aliotti tarafından bağışlanmış, II. Abdülhamid'in izin fermanı ile inşa edilmişti. Yapım sırasında Karşıyaka’da yaşayan Müslümanların da bağışta bulundukları St. Helen Kilisesi’nin mimarı 1854’te Fransa’da doğan, 1929’da İzmir’de vefat eden, Konak Saat Kulesi’ni, Alsancak Devlet Hastanesi acil servis binasını ve Köprü semtindeki Ayşe Mayda Konağı’nı inşa eden, İzmir St. Polikarp Kilisesi’nin restorasyonunu üstlenen ve fresklerini yapan, Raymond Charles Pere’dir. 1929 yılında mimar Pere ölürken, o yıl Karşıyaka’da doğan eski Fransa Başbakanı Edouard Balladur St. Helen Kilisesi’nde vaftiz edildi.

Kont Nicola Aliotti Karşıyaka’daki arazilerini parselleyerek satmak niyetindeydi. Satış izni ölümünden yaklaşık bir buçuk yıl sonra 2 Temmuz 1898’de verildi.

 

21

 

Şair’in vasiyeti

6 Ekim 1932 günü sabahı, yirmi sekiz yaşındaki ikinci oğlu Nasır’ın tifodan öldüğünü haber alan şair Tokadizade Şekip Bey, Karşıyaka’da Zeytinzade Remzi Bey’in kıraathanesinde kalbine bir kurşun sıkarak intihar etti.

Tokadizade Şekip Bey, son bir haftadan beri pantolon cebinde bir tabanca taşıyordu. Bu tabanca Emlak ve Eytam Bankası’nda ikrazat ve muamelat memuru olarak çalışan oğlu Nasır Bey’e aitti. Tokadizade yakın dostlarına oğlu ölürse kendisini öldüreceğini de söylemişti.

Oğlunun ölümünden haberi olmayan Şekip Bey, Zeytinzade Remzi Bey’in kahvesine gitmek için tramvaya binmişti. Tramvaydayken, onu tanıyan yabancılardan biri felaketi ağzından kaçırdı: “Başın sağ olsun.”

Bu cümle üzerine tramvayda ayakta sallanmaya başlayan Şekip Bey’in tüm dünyası kararmaya başlar. Bitkin bir halde Remzi Bey’in kahvesine geldi. Orada bulunan dostları Zeytinzade Remzi, Mehmet Ali, Cemal Şahingeri, Giritli Fuat, avukat Sadık, Evliyazade Refik, Çelebizade Esat beyler hemen

yanına geldiler. Hem onu teselli ediyor hem de kendisini vurmasından korktukları için konuşarak onu sakinleştirmeye çalıştılar. Cemal Şahingeri bir ara Tokadizade’nin cebinden tabancasını almak için hareket edince Şekip Bey kendinden emin dostlarına sakin olmalarını söyleyerek “Üstüme düşmeyiniz. Ben sizin aklınıza geleni yapacak değilim.” dedi.

Bu cümle tam dostlarını rahatlatıyor ki, Şekip Bey, o sırada kahvenin kapısına doğru gitmekte olan Mehmet Ali Efendi’ye sesleniyor: “Mehmet Ali Efendi, dur bir şey söyleyeceğim.”

 Bu küçük bir hiledir. Kendisini sakinleştirmeye çalışan dostlarının yanından bir anda sıyrılarak kahvenin önüne çıktı. Tam karşısında yaklaşık on metre ileride kendisine doğru koşan Hüseyin Avni Bey’le Zeynel Besim Bey’i görünce onların da kendisini bu işten vazgeçirmek için koştuklarını anladığından cebinden tabancayı çıkararak kalbine bir el ateş etti. Zeynel Besim Bey üzerine doğru atlıyor ama iş işten geçmiştir. Tokadizade Şekip Bey yere yığılıyor.

Tokadizadenin cebinden iki mektup çıktı. Bunlardan biri vasiyetnamesiydi. Diğeri de adliye ve zabıta memurlarına yazılmıştı. Vasiyetnamesi kısaydı: “Nasır vasiyet etti. Soğukkuyu’nun ilerisinde Hali Ağazade Halil Bey’in yanına, mezarların birine gömülecek. Annesine, kardeşine, birkaç dostumuza bu vasiyeti bildirdim. Beni, de onun yanına gömünüz. Yeni tabut istemem. Üzerime bir şey örtülmeyecek. Soğukkuyu Camii şerifinden bir tabut getirilmesini rica ederim.”

Vasiyetine kısa bir not da eklemişti:“Bu vasiyetimi bozanlara lanet olsun. Cenazemin eve götürülmemesini, diğer bir yerde yıkanarak yukarıda bildirdiğim mezara defnedilmesini aziz dostlarımdan rica ederim.”

Tokadizade Şerkip Bey ile oğlu Nasır’ın cenazeleri on buçukta İzmir Memleket Hastanesi’nden kaldırıldı. Konvoy; Memleket Hastanesi, Arap Fırını Caddesi, Hizmet Matbaası önü, Halk Fırkası önü, Kemeraltı, Hükümet ve Kışla önü, Birinci Kordon, Naldöken, Alaybey Caddesi, Salih Paşa Caddesi, Karşıyaka

Vapur İskelesi önü güzergahını izledi. Vapur İskelesi önüne gelindiğinde intihar ettiği Remzi Bey’in kıraathanesinde duruldu. Polis, asker, jandarma ve belediye memurlarının saygı selamlamasından sonra Hizmet gazetesi başyazarı Zeynel Besim Bey Tokadizade Şekip Bey’in son eseri olan (Yuf Borusu) şiirini okudu.

Konvoy, daha sonra yaya olarak Kemalpaşa Caddesi’nden Soğukkuyu camiine geldi. Burada Cuma namazından sonra cenaze namazı kılınarak Karşıyaka Kabristanı’na gidildi. Kabrinin başında Belediye Başkanı Doktor Behçet Salih Bey, şair Hüseyin Avni Bey Tokadizade Şekip Bey ile ilgili konuşmalar yaptılar. Hizmet gazetesinin yazı işleri müdürü Orhan Rahmi Bey, bir gün önce Şekip Bey için yazdığı mersiyeyi okudu. Emlak ve Eytam Bankası Müdürü Muhittin Bey ve bazı çalışma arkadaşları da Tokadizade Şekip Bey’in oğlu Nasır Bey hakkında kısa birer konuşma yaptılar. Tokadizade’nin cenazesi İzmir şehri, oğlu Nasır Bey’in cenazesi ise Emlak ve Eytam Bankası tarafından kaldırıldı.

 

22

 

Hamidiye Şirketi’nin vapurlarına binmeden önce ne yapmalı?

“Edep Yahu” II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra 16 Ekim 1908’de yayınlanmaya başlanan bir mizah gazetesiydi. Haftada bir cuma günleri yayınlanan gazetenin imtiyaz sahibi Zeytinoğlu Mehmet Remzi, sorumlu müdürü Taşlızade Hasan Rüştü, başyazarı Şair Eşref’ti. İdarehanesi, dava vekili (avukat) Taşlızade Hasan Bey’in yazıhanesiydi. Önce Keşişyan daha sonra Köylü matbaasında basılıyordu.

“Edep Yahu”nun 31 Ekim 1908 tarihli 3. sayısında Hamidiye Şirketi vapurlarının Karşıyaka’ya sefere başlayacak olursa alınması gereken önlemler hakkında mizahı bir dille yazılmış bir eleştiri bulunuyordu. “Edep Yahu”ya göre bu durumda; mutlaka hayat sigortası yaptırmalı, muntazam bir vasiyetname düzenlemeli, sabahleyin kalkınca çoluk çocukla helalleşmeli, akşam ailelerine kavuşunca çok şükür bugün de sağ kaldık diye düğün bayram etmeli, Kesendire vapuruna binmek yerine şimendifer ya da araba kullanılmalı, bunlar da bulunamazsa en sağlamı yaya olarak gidip gelmelidir

30 Eylül 1908 günü Hamidiye Şirketi’nin İstanbul vapuru ve Kesendire vapurunun çarpışması sonucu İstanbul vapuru batmış, 63 kişi boğulmuştu. Buna tepki olarak göstericiler tarafından Karşıyaka iskelesi yakılmıştı. “Edep Yahu”nun 1 Eylül 1909 tarihli 45. sayısında Hikmet adlı vapurun İzmir’den Karşıyaka'ya giderken yan yattığından, halkın korku içinde kaldığından ve vapurlarla yapılan yolculuklarda can güvenliğinin olmadığından söz ediliyordu.

Hamidiye Şirketi’nin kuruluşu bundan yıllar öncesine dayanıyordu. 27 Ocak 1882 tarihinde iki yüze yakın Karşıyakalının imzası ile Aydın Valiliği’ne verilen dilekçede yabancılara ait “mavna bozuntusu köhne vapurlar” ile sürekli tehlike içinde yolculuk yapmaktan şikayet ediliyor ve körfezde vapur işletme imtiyazı isteniyordu. İzmirli tüccar Yahya Hayati Efendi, 18 Mart 1883 günlü dilekçe ile bu imtiyazın kendisine verilmesini talep etti. 15 Haziran’da bu imtiyaz verilince kurulan şirketin ortakları arasında Balyozzade Matyos, Karabet, İsayi İsayan, Arnavutoğlu Dimitri, Urlalı tüccar Eskinazi Erdit ve Kazancızade Mehmet efendiler yer aldı.

Şirketin Bayraklı’da bir tersanesi vardı. 1906 yılı Aralık ayında Karşıyaka iskelesi havagazı ile aydınlatılmaya başlandı. Karşıyaka’ya günlük yirminin üzerinde sefer düzenleniyordu.

Tokadizade Şekip Bey’in kayınpederi olan Yahya Hayati Efendi Rize’de doğmuş, 1870 yılında Trabzon’dan padişah fermanı ile İzmir’e gelmiş, Bayraklı’da kendisine 52 odalı bir köşk yaptırmıştı. Yedi yılda yapılan köşkün mimarı Vali Konağı’nın da yapan Rum Andon Gavanu’dur. Yahya Hayati Efendi yüksekte bulunan su kanalını daha aşağıya indirerek bir depoda toplamış ve bu suyun Bayraklı’daki çeşitli musluklara paylaştırılmasını sağlamıştı. 1894-1895 yılları arasında İzmir Belediye başkanlığı yapan Yahya Hayati Paşa, oğlu tifodan ölünce kendisini Karşıyaka İskelesi’nden denize atarak intihar etti.

 

23

 

Agia Triada’daki Yağhane

Aya (Agia) Triada günümüzün Turan’ı Osmanlı döneminde çiftlikleri ve yazlık evleri barındıran bir yerleşim yeri olmasının yanı sıra, kömür ve akaryakıt depolarının bulunduğu bir bölgeydi.

Darağacı’ndaki elektrik fabrikasında kullanılan kömürler Aya Triada’da depolanarak sahildeki iskeleden naklediliyordu Tepede Aya Triada adında bir Bizans kilisesi ile bir ayazma vardı. Şenlikler zamanında İzmir ve Karşıyaka’dan gelenler çoktu. Başta Frenk Sokağı’ndaki lüks ve ünlü mağazanın sahibi Xenopoulos olmak üzere bazı Levantenlerin zeytinlikleri ve üzüm bağları bulunuyordu. Şimdiki Güney Deniz Bölge Komutanlığı’nın bulunduğu bölgedeki büyük bir çiftlik vardı. Aya Triada hamamları temiz hava için ideal yerdi. 1897’in Haziran ayında bu hamamlara ilave odalar yapıldı.

XIX. yüzyılın ikinci yarısının başlarında tren yolunun buradan geçmesiyle birlikte bir de tren istasyonu yapıldı.

1916 yılında Aya Triada’da küçük bir yağhane kuruldu. Turan’da balıkçılık yapan aynı zamanda

arazisinde zeytin yetiştiren Ahmet Efendi evinde bu ağaçlardan elde ettiği zeytinlerden yağ çıkarmaya başladı. İlkel yöntemlerle yaptığı denemelerden sonra birkaç dostu ile birleşerek küçük bir imalathane kurdu.

 Kapasitesi Birinci Dünya Savaşı’nda ordunun yağ gereksinimini karşılayacak düzeye gelen bu imalathane, 1918 yılında Milli Emlak Dairesi tarafından satın alındı ve on yıl süreyle çeşitli kuruluşlara kiralandı. 1928 yılında bu kez bir Alman şirketince satın alındı. Üç yıllık denemelerin sonunda 1932 yılında ilk bitkisel margarini tüketiciye ulaştırdılar.

Fabrika, 19 Haziran 1934 tarihinde bir İngiliz şirketi tarafından satın alındı. Adı Türkiye Yağ ve Mamulatı Sanayi Limited Şirketi oldu. Kısa adı olan “Turyağ” halk tarafından benimsendi. Önceleri yağhane olan fabrika zamanla bitkisel yağ, sabun ve temizlik malzemeleri üretir duruma geldi.

II. Dünya Savaşı sırasında ordunun ve yatılı okulların bitkisel yağ ve makine yağı gereksinimini karşıladı.

Turyağ’a, 1957 yılında Yapı ve Kredi Bankası, 1965 yılında Henkel ortak oldu. 1983 yılında Türkiye’nin ilk sofra margarini üretildi. 1994 yılında Yapı ve Kredi Bankası elindeki hisseleri Henkel’e devredince Turyağ’ın merkezi İstanbul’a taşındı. Bu, İzmir’den gitmenin ilk adımıydı.

Turyağ, 2008 yılında Balıkesir’e taşınarak İzmir’den gidenler kervanına katıldı.

Bitkisel yağ üretmek üzere çıkılan yolda çamaşır tozu, sabun, krem, şampuana dek genişleyen yelpazeye bir de yemek kitabı eklendi. Yağ tenekelerini saksı olarak kullandığımız günler unutuldu. Kentin belleğinden adeta silindi. Turan’da başlayan yolculuk başarılarla dolu bir geçmiş İzmir’i terketti.

 

 

 

24

 

İzmir-Karşıyaka arası 6 dakikaya iniyor

 

İzmir Belediyesi ve dönemin hükümeti için çok önemli bir yatırım olarak görülen “Altın Yol”, kuzeyden itibaren İzmir’e girişi rahatlatacak bir projeydi. Belediye Başkanı Osman Kibar, Yeni Asır gazetesinde 27 Mart 1966’da yer alan açıklamasında “Karayollarının 1966 programına alınan bu yolun ihale sureti ile yapılması kararlaştırılmıştı. Ancak ihale formalitelerinin çok uzayacağını belirten Başbakan, derhal inşaatın başlaması için emir verdi. İnşaatın 15 Nisan’da başlayacağını tahmin ediyorum.” sözleriyle Başbakan’ın da bu işe verdiği önemi yansıtıyordu.

Denizin doldurulması ile yapılması planlanan “Altın Yol”un çalışmalarına Haziran ayında başlandı. Kentte heyecan yaratan bu girişimin yansımasını yerel basında da bulmak mümkündü. 30 Ekim 1967 tarihli Yeni Asır gazetesinde “İzmir – Karşıyaka arası, altı dakikaya iniyor. Karşıyaka’yı İzmir’e bağlamakta olan “Altın Yol” tahminler doğru çıkar da zamanın da bitirilirse, saatte 60 kilometre süratle gidecek vasıtalar, bu mesafeyi, sadece 6 dakikada kat edebileceklerdir. 24 metre genişlikte, gidiş dönüş 6 şerit ihtiva edecek olan yolun inşa çalışmaları süratle ilerlemektedir. Karayolları yetkilileri, bu tempo ile devam ettiği takdirde, yolun asfaltlanmış olarak 1969 yılında hizmete gireceğini söylemişlerdir. Türkiye’de deniz üzerine inşa edilen bu ilk yolun yapımında karşılaşılan en büyük güçlük, zeminde karşılaşılan 22 metre derinliğindeki çamur tabakası olmaktadır. Bunun için Turan –Bayraklı arasındaki dağın kayalarından istifade edilmektedir. Yol üzerinde Turan, Salhane ve Halkapınar’da üç “yonca yaprağı” tesis edilecek, böylece yolların kesişmesi, üst geçitlerle önlenmiş  olacaktır. Yolun deniz üzerinde kalan kısmı, önümüzdeki yılın sonunda tamamlanacak ve 35 milyon liraya çıkacaktır.” haberi yer aldı.

Çalışmalar planlandığı gibi sorunsuz gitmiyordu. 1968 yılı sonunda bitirilmesi hesaplanan yolun açılışı 1969 yılının başına sarkacaktı. 29 Mart 1968 günlü Yeni Asır gazetesine göre “Karayollarının karşılaştığı en büyük güçlük Turan sırtlarında açılan taş ocağından çıkarılan kayaların deniz dibindeki 22 metre çamur içine yerleştirilmesiydi. Bu taş ocağı Turan-Bayraklı arasındaki tren geçidinin yanında adeta yeni bir yol ortaya çıkarmıştı. Ancak buna rağmen, Turan sırtlarının gerisinden sahil yolu 24 metre genişliğinde olacak ve otomobiller rahatça saatte 60 kilometre süratle seyredebileceklerdir. Yolun açılması ile Karşıyaka – İzmir arası on dakikada katedilecektir.” Beş ay önce İzmir-Karşıyaka arası yol 6 dakikada alınacak diye hesaplanırken süre 10 dakikaya çıkmıştı.

1969 yılının başında 3 Ocak günü Karşıyaka’ya Aydın asfaltına bağlayacak olan yolun ikinci kısım inşaatına Hatay’da yapılan törenle başlandı. Ertesi gün Yeni Asır gazetesinde yer alan habere göre;

İzmir Belediye Başkanı Osman Kibar “Eee bu makineler varken yolu 1969 seçimlerine kadar yetiştiririz” demiş ve inşaatı 20 milyon liraya üzerine alan Kayserili Hattat Kardeşlerin büyüğü Emin Hattat’a dönerek “yetişir mi dersin? Bana bir Kayserili sözü ver de inanayım” diye takılmıştı.

“Altın Yol”un Karşıyaka bölgesindeki kısmının iskân edilmesi fikri o günlerde iyice dillendirilmeye başlanmıştı. Yerel basında burada bulunan bataklıkların kurutulması, eski ya da kullanılamayacak durumdaki yapıların yıkılması ve buranın yerleşime açılması tartışmaya açıldı. Ancak bu bir koşulla yapılmalıydı: “sahile bakan evlerin önünün kesilmemesi” kaydıyla…

 

25

 

Refik Şevket İnce’nin iki makalesi

1885 yılında Midilli adasının Polihinit şehrinde doğan Refik Şevket (İnce) Bey, İlk ve orta öğrenimini Eşme İptidai Mektebi ve İzmir İdadisi’nde tamamladı. 1911 yılında Selanik Hukuk Mektebini bitirdi. 1912 yılında Balkan Savaşı’na yedek subay olarak katıldı. Selçuk istasyonunda tren kazasında sol kolundan sakatlanınca terhis edildi. I. Dünya Savaşı’nda 135. Alay İaşe Subayı ve 21. Kolordu Adli Müşaviri (Hukuk Danışmanı) olarak görev yaptı. İzmir’in işgalinden sonra Milli Mücadele’ye katıldı. Daha sonra altı dönem TBMM’de milletvekili olarak bulunacak olan Refik Şevket Bey, Demokrat Parti’nin kurucuları arasında yer aldı. Aynı zamanda gazeteci Emin Çölaşan’ın da dedesidir.

15 Mayıs günü İzmir’in işgal edilmesi üzerine Ödemiş Jandarma Tabur Karargâhı’nda düzenlenen toplantıya katılan Refik Şevket Bey, İttihad ve Terakki’nin son İzmir Katib-i Mes’ul’ü Mahmut Celal (Bayar) Bey’i Ödemiş’teki evinde bir süre sakladı. Mahmut Celal Bey ile birlikte gelen Sarı Efe Edip Bey Refik Şevket Bey’in eşini dayısıydı. Celal Bey, Ödemiş’te İnceoğlu Refik Şevket Bey’in evinde saklanırken, İzmir’de Karantina’daki Celal Bey’in evini aramak üzere zabıtalar gelmişti. Ödemiş’te saklanmaları zorlaşınca Ödemiş’in Mursallı köyüne giden Celal Bey, Jandarmaların sık sık köye gelmesi üzerine Ödemiş’in orta mahallerinden birinde küçük bir eve, ana-kız yaşayan yoksul bir ailenin yanına yerleşti ve zamanını Refik Şevket Bey’in kitaplarını okuyarak geçirdi.

1945 yılı Karşıyaka’nın ilçe yapılması tartışmaları başlamıştı. Bunun için Vilayet gerekli incelemeleri yapmış, İdare Heyeti de bu isteği onaylamıştı. Son karar Vilayet Umumi Meclisi’nin takdirine  kalmıştı. Refik Şevket Bey bu konu ile ilgili 25 ve 26 Mart 1945 günlerinde Yeni Asır gazetesinde “Karşıyaka (ilçe) kaza olmalı mı?” başlıklı iki yazı kaleme aldı.

İlk yazısında İzmir ile Karşıyaka’yı anne ve çocuğa benzeten Refik Şevket Bey, Karşıyaka kaza olursa idari bakımdan bu ikili arasındaki ilişkinin sekteye uğrayıp uğramayacağını başta Karşıyakalılar olmak üzere herkesin merak ettiğini belirtti. Bu konuda iki ayrı görüş vardı. Bir kesim Karşıyaka kaza olursa İzmir’e mali bakımdan daha çok yük olacağını, diğer kısım ise Karşıyaka kaza olursa kendine ait bir belediyesi olacak ve daha çok gelişip zenginleşeceğini düşünüyordu. Refik Şevket Bey, bu yazısında Kaza olması durumunda Karşıyaka’nın hangi idari birimlerden oluşacağını tek tek belirtirken, Karşıyaka’nın merkezi Çiğli olmak üzere Tuzla isimli bir nahiyeye de sahip olacağını öne sürdü.

İkinci yazısında Karşıyaka’nın elektrik ve su sıkıntısı, yollarının kaldırım ve asfalt haline getirilmesi gibi sorunların Karşıyaka Belediyesi tarafından karşılanamayacağı için İzmir Belediyesi’nin “babalık” yaparak nahiyenin bu ihtiyaçlarını karşıladığının altını çizdi. İzmir Belediyesi’nin Karşıyaka’ya yapacağı yatırımlar arasında ise ulaşım için elektrikli tramvay ya da otobüs, sinek derdinin halledilmesi, Bostanlı’nın ağaçlandırılması, Yamanlar suyunun arttırılması vardır. Böylece Karşıyaka her bakımdan gelişecekti. Ancak tüm bu yatırımların Karşıyaka Belediyesi tarafından karşılanmasına olanak yoktur.

Refik Şevket Bey, bu yazısını Karşıyaka’nın İzmir’den ayrılmaması gerektiğini ileri sürerek bitirdi.

Bundan bir gün sonra Yeni Asır gazetesindeki habere göre İl Genel Meclisi 26 Mart’taki toplantısında Karşıyaka’nın ilçe olmasını bir oy farkla kabul etmişti.

 

26

 

Karşıyaka Sahnesi altı yıl sonra açıldı.

10 Aralık 1983 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan habere göre İzmir Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü Fikret Tartan, “1984 yılında Karşıyaka’da sanat etkinliklerini artırmak niyetinde olduklarını” açıkladı. Bu amaçla Karşıyaka Halk Eğitim Merkezi’nden yararlanacaklardı. Aynı gün Milliyet gazetesinde ise Tartan’ın “Karşıyaka’da bir tiyatro açılması konusunu süratle halledecekleri” sözleri yer aldı. Konak Sahnesi gidemeyen Karşıyakalılar için büyük bir gereksinimin giderilmesi için bir irade belirtilmişti.

İzmir’de ilk temsil, 1657 yılında Corneille’nin “Nicomede”i Fransız Konsolosluğu’nda sergilendi. İlk amatör tiyatro 1775 yılında Frenk Mahallesi’nde kuruldu. İlk genel tiyatro binası 1830’da Rumlar tarafından yaptırıldı. Ermenilerin tiyatro etkinlikleri 1836 yılında başladı. İzmir’de Mesropyan Okulu öğrencileri ve öğretmenleri Rupen Andreas Papazyan önderliğinde, İtalyan Carlo Goldoni’nin “La Locandiera” adlı güldürüsünü İtalyanca oynadılar.

1949 yılında “Devlet Tiyatrosu Yasası”nın çıkmasından sonra, İzmir Devlet Tiyatrosu, 14 Nisan 1957 tarihinde Konak’ta eski Türk Ocağı/Halkevi olan Halk Eğitim Merkezi binasında geçici bir kadroyla perdelerini “Yağmurcu” adlı oyunla açtı.

İzmir Devlet Tiyatrosu’nun ikinci sahnesi, 1986 yılında açılan Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi’dir. Tartan’ın Hürriyet gazetesinde söylediği Halk Eğitim Merkezi’ne ait bina büyük bir tadilat gerektiriyordu ancak bunun için bütçede yeterli ödenek yoktu. Sonra Karşıyaka İskele’nin yakınındaki

 Melek Sineması İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından satın alınmak istendi. Başbakanlık’ın her türlü alım satım işlemini durdurmasıyla bu girişim de sonuçsuz kaldı.

Günümüzde “Tiyatro Sokağı” olarak bilinen sokakta Sıtkı Varoğlu’nun sahibi olduğu Efes Sineması, İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından kiralandıktan sonra büyük bir onarımdan geçirildi ve 29 Mart 1986 günü Shakespeare’nin “Hırçın Kız” oyunuyla Karşıyakalı tiyatroseverlerle buluştu. Sahne içerisindeki seyirci koltuk sayısı salonda 429, balkon bölümünde 288 olmak üzere toplam 717 kişilikti.

“Karşıyaka Tiyatrosu” adıyla hizmete açılan sahnenin adı, 1989 yılında “Karşıyaka Ragıp Haykır Sahnesi” olarak değiştirildi.

1996 yılında İzmir Devlet Tiyatrosu’nun “40. Yılı” nedeniyle sahnenin onarımı yapıldı, balkon kısmı ses ve ışık odasına dönüştürülerek salon yenilendi. 2002 yılında yeniden restore edilerek Ragıp Haykır Sahnesi’ne alternatif olarak ikinci bir sahne “Oda Tiyatrosu” adıyla Behiç Ak’ın yazdığı “Ayrılık” oyunuyla 24 Ekim 2002 tarihinde tiyatroseverlerin hizmetine sunuldu.

2007 yılında mal sahipleri tarafından satışa çıkarılan mekan kamulaştırılarak yeniden inşa edildi ve 21 Mart 2019 tarihinde tamamlanıp, Müsahipzade Celal’in yazdığı “Kaşıkçılar” oyunuyla hizmete yeniden açıldı.

Bu arada yapılan zemin ve bina çalışmaları sonucunda 2013 yılında deprem yönetmeliğine uygun olmadığı saptanarak yıkımına karar verildi. Boşaltılan ve yıkılan binanın temeli ancak üç yıl sonra atılabildi. Yıkım kararından tam altı yıl sonra “Karşıyaka Sahnesi” yeniden hizmete girebildi.

 

27

 

Neyzen Tevfik’in Konseri

17 Ocak 1929 günü Neyzen Mehmet Tevfik (Kolaylı), Karşıyaka Ferah Sineması’nda Avukat Refik İnce ve arkadaşları tarafından organize edilen bir konser verdi.

Vehbi Moğol’un verdiği bilgilere göre Karşıyaka (günümüzde “Cemal Gürsel Caddesi” ya da “Yalı Caddesi” olarak bilinen) sahilinde 1723 Sokak ve 1724 Sokak olarak bilinen sokakların arasında kalan blokta yer alan Ferah sineması, 1900’lerin başlarında otel olarak inşa edilmiş, “Londra Oteli” adıyla çalışmıştır. İşgal yıllarında “Olimpia” adıyla tiyatro salonuna çevrildi.1922’den sonra bir süre kapalı kalsa da cumhuriyetin ilanından sonra Ferah Sineması olarak çalıştırıldı. Binanın yeni sahibi Tabakzadelerden Ali Şit Bey, işletmecisi Kamil Bey’di. Ferah sineması 1929 yılından itibaren Karşıyaka’ya bir sanat merkezi gibi hizmet verdi.

Neyzen Tevfik diye tanınan Mehmet Tevfik Kolaylı, 1879 yılında Muğla’nın Bodrum ilçesinde doğdu.

İbtidai (ilkokul) ve rüştiyeyi (ortaokul) Bodrum’da bitirdi. Babasının Urla Rüştiyesi öğretmenliğine atanması nedeni ile 1894 yılında Urla’ya taşındılar.

Ailesinin, düzenli bir eğitim alması için onu İzmir İdadisi’ne göndermeye karar verdikleri günlerde Tevfik, ilk sara krizini geçirdi. Tedavisi için annesi ile birlikte İstanbul’a gönderildi. Doktorlar okula devam etmesinin sakıncalı olduğunu belirtince Urla’ya döndüler. Urla’da berber Kazım Ağa’dan ney  üflemeyi öğrendi. Babasının ısrarı üzerine 1895 yılında İzmir İdadisine yatılı olarak gönderildi; ancak kurallara ve disipline dayanamayarak sık sık bayılmaya başladı ve bir ay sonra okuldan atıldı.

İlk ney üfleme hocası Berber Kâzım Ağa’dan hakkında bilgi edindiği Kadifekale’nin hemen alt taraflarında bulunan İzmir Mevlevihanesi’ne başvurdu. Babasının burada “muhib” (Mevleviliğe bağlanıp dervişliğe karar vermemiş kişi) olmasını uygun bulması üzerine dergâha kabul edildi. Burada Cemal Bey ve Halil Dede’nin öğrencisi oldu. Şair Eşref, Tokadizade Şekib, Tevfik Nevzat, Abdülhalim Memduh, Bıçakçızade İsmail Hakkı, Bektaşi Şeyhi Ruhi Bey ve Ermenekli Hasan Rüştü gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanıştı. Bu arada Kemeraltı’da bulunan Giritli Ali Efendi’nin Kütüphanesi’ne gitmeye başladı. Mevlevihane’de bayılmaları azalınca babası iyileştiğini düşünerek medrese eğitimi alması için 1899 yılında yeniden İstanbul’a gönderdi. Oysa Neyzen Tevfik,

İzmir’deki Mevlevihane yaşamından ve tanıştığı kişilerin kültürel ortamından ayrılmak istemiyordu.

İstanbul’da önce Fatih’te bir medreseye giden Tevfik, üç aylık eğitimi sonrasında ney üflediği için medreseden atıldı, hocası ona ders vermeyi reddetti. Bu olay üzerine Musa Kâzım Efendi, onu  öğrenciliğe kabul etti ve himayesine aldı. Bir süre sonra medresenin katı kurallarının verdiği sıkıntıyla medreseden ayrıldı. Yenikapı ve Galata Mevlevihanelerine devam etti.

İstanbul’da siyasi yönetimdeki baskının arttığı dönemde Zaptiye Nazırı Ahmet Şefik Paşa’ya ve istibdada küfretmesi üzerine tutuklandı. 13 Şubat 1904’te bindiği Mesajeri Maritim Kumpanyasının bir vapuru ile Mısır’a kaçtı. İskenderiye’ye ve Kahire’ye gitti. Oradaki yaşamı da pek düzgün

geçmedi. İkinci Meşrutiyet’in ilan edilmesi üzerine 27 Temmuz 1908’de İskenderiye’den İsmailiye adlı vapura binerek Mısır’dan ayrıldı. Önce İzmir’e geldi ve yaklaşık bir ay kadar ailesinin yanında kaldıktan sonra 21 Ağustos 1908’de İstanbul’a gitti.

1926’da Şair Eşref’in akrabası Balıkesir Milletvekili Süreyya Bey’in çocuklarının sünneti için gittiği Balıkesir’de Gazi Mustafa Kemal’e yazdığı bir kıtayı armağan etti ve onun için ney üfledi.

1928 yılında Mehmet Akif’i görmek için Mısır’a gitti. Ocak 1929’da yeniden İzmir’e döndü.

 

 

28

 

Bekir Behlül Bey Tiyatro Heyeti

1850 yılında doğan Bekir Behlül Bey, 1879 yılında kurulan adliye örgütüne mahkeme katibi olarak

atandı.1892’de İstanbul Hukuk Mektebi sınavlarına girerek birinci sınıf dava vekilliği diploması aldı. Nisan 1893’ten ölümüne dek İzmir’de avukatlık yaptı.

Bekir Behlül Bey, 1893’te Hizmet Gazetesi’nin sahibi Ahmet Celadet Bey ve 1894’de Tevfik Nevzat Bey ile ortak bir büro açarak avukatlık mesleğini sürdürdü.

II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Kasım 1908’de kurulan Aydın Vilayeti Davavekilleri Cemiyeti Umumiyesi’nin başkanlığına seçildi. Bu görevi dört dönem yapan Bekir Behlül Bey, İzmir’in işgalden kurtuluşundan sonra 1922-1923 yılları arasında beşinci kez baro başkanlığı yaptı.

 Hukukçuluğun yanı sıra gazetecilik de yapan Bekir Behlül Bey, Kasım 1908’den Nisan 1911’e dek Mizanü’l- Hukuk (Hukukun Terazisi Dergisi) adlı haftalık bir hukuk dergisi yayımladı. Nisan 1909’da İttihat gazetesinin sorumlu müdürlüğünü üstlendi.

Ekim 1919’dan itibaren yayınlamaya başlanan “Medeniyet” gazetesinin imtiyaz sahibiydi. Gazetenin sorumlu müdürü Ahmet Kami Bey’di. 2 Şubat 1920 tarihli İtalyan Basın Bürosu’nun raporuna göre “Medeniyet”, Türk milliyetçisi bir gazeteydi. İtalyanların cömert mali desteğini aldığı için bir süreliğine vazgeçtiği İtalyan yandaşlığına geri dönmüştü.

Temmuz 1921’de Atina’daki Lusye sivil tutsaklar kampına gönderilinceye dek “Medeniyet” gazetesini yayınladı. Bekir Behlül Bey’in tutuklanmasındaki en önemli nedenler; ulusal güçlere özellikle istihbarat konusunda yaptığı katkılar ve gazetesinin Türk milliyetçisi bir çizgi ve İtalyan yanlısı bir yayın politikası izlemiş olmasıdır.

1922 yılında yapılan seçimlerde Belediye Başkanı seçilen Şükrü Kaya’nın Lozan Konferansı’na giden heyette müşavir olması nedeniyle Bekir Behlül Bey bir süre Belediye Başkanlığını vekaleten üstlendi.

Bekir Behlül Bey’in az bilinen yanlarından biri de tiyatroya yaptığı hizmetlerdir. İstanbul’daki kuruluşundan bir gün sonra, 2 Şubat 1913’de İzmir şubesini açan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin de bir ara Karşıyaka şubesi başkanlığını yapan Bekir Behlül Bey, Cemiyet’in temsil kolunu oluşturarak Sahne-i Edep grubunu kurdu.

Bekir Behlül Bey Tiyatro Heyeti, 1916 yılının Kasım ayında geliri Karşıyakalı ihtiyaç sahiplerine bağışlanmak üzere Sporting Kulüp’te ve Kordon’daki Ferah sinemasında birer temsil verdi. Bu temsilleri; Şubat 1917’de Palas Sineması’nda “Aşk Ferdası” ve Karşıyaka Kulüp Tiyatrosu’nda “Kafkas’ta Hilal” oyunları izledi.

19 Kasım 1936 tarihindeki ölümüne dek avukatlığının yanı sıra gazetecilik de yapan Bekir Behlül Bey’in tiyatro çalışmaları kısa sürdü. Ancak toplumsal yaşamdaki etkinliği kurtuluştan sonra da sürdü.

İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde görev aldı. Yapılan yerel seçimlerde Belediye Meclisi’ne seçildi.

 

29

 

Unutulmaz “O” gün ve “Ogün”

10 Kasım 1938 günü Atatürk’ün İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda öldüğü haberi duyulduğunda ülke insanları arasında büyük bir üzüntü yaşanıyordu.

Aynı gün, Adapazarı’nda bir ailenin üçüncü çocuğu doğduğunda, tüm ailesi büyük bir mutluluk yaşıyordu. Türk Ticaret Bankası’nın kurucularından olan Sami Altıparmak, İstanbul’da yaşanan üzüntüden habersiz oğlunun doğum sevincini arkadaşlarıyla paylaşmak için çalıştığı bankaya geldiğinde herkesin yas içinde olduğunu gördü.

Bir insanın yaşamı boyunca çok ender olabilecek iki duyguyu sevinci ve üzüntüyü aynı anda yaşıyordu.

 11 Kasım 1965 tarihli Milliyet gazetesinde yer alan habere göre; Sami Bey, Atatürk’ün öldüğü gün doğan oğlunun adını “Ogün” olarak koydu. “O” gün, Altıparmak ailesinin çocuğu olduğu için sevinci Atatürk’ün ölümüyle kederi ve hüznü yaşamalarını kayıt altına almalarıydı.

Ailesinin iş nedeniyle önce Ankara’ya sonra İzmir’e göç etmesi nedeni ile Ogün Altıparmak’ın babaanne ve dedesinin yanında Karşıyaka günleri başladı.

Yüzmede “kurbağalama stili”nde İzmir birincisi ve Türkiye üçüncüsü; atletizmde 400 m. ve 800 m. İzmir birincisi oldu. Hentbol liginde Karşıyaka takımı ile Türkiye şampiyonluğu yaşadı. 1956 yılında Genç Milli Futbol Takımı’na seçildi. Aynı yıl Melbourne Olimpiyatları için Olimpiyat Milli Takımı’na davet edildi. Karşıyaka futbol takımının oyuncusu olarak 1957 yılında Ümit Milli Takımı’na, 1959 yılında A Milli Takım’a seçildi.

Başarılarla dolu spor yaşamı 1962 yılında altı aylığına sekteye uğradı. Geçirdiği beyin sarsıntısı nedeni ile sahalardan altı ay uzak kaldı. 22 Haziran 1963 günü Altay ile oynanan lig maçında, Altay kalecisi Varol’un (Ürkmez) müdahalesi sonunda ayağı kırıldı. Aynı yıl ayağının kırık olmasına karşın beş sezondur futbol oynadığı Karşıyaka’dan Fenerbahçe’ye transfer oldu. Karşıyaka Spor Kulübü bu transferden 80.000 lira alırken, Ogün’ün transfer ücreti 340.000 lira ve iki yıllık ev kirasının karşılığı olan 12.000 liraydı.

Fenerbahçe’de 1963-1971 yılları arasında futbol oynadığı sekiz sezon içinde, 1965 ve 1966 yıllarında iki kez Ordu Milli Takımı’na seçildi. 1967 yılında Ordu Milli Takımı ile Dünya Şampiyonluğu’nu yaşadı.

1968 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Washington Whips takımına “şartlı” olarak transfer olan Ogün Altıparmak, Fenerbahçe’deki son sezonunda, 1970-1971 sezonunda 16 golle “Gol Kralı” oldu. Temmuz 1971’de yaptığı jübile ile 33 yaşında futbolculuk yaşamını noktaladı.

Ogün Altıparmak’ı benim için “unutulmazlar” arasında sokan 2 Ekim 1968 akşamıydı. İmroz Atatürk Öğretmen Okulu’na gideli henüz birkaç gün olmuştu. Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın İngiltere’de oynanan ve 0-0 biten ilk maçının rövanşı Mithatpaşa Stadı’nda oynanacaktı. Nöbetçi öğretmenimizin izni ile yatakhane katında radyo yayınını hoparlörle sağlamıştık. Radyoda maçın ikinci yarısı verilecekti. Devreyi Fenerbahçe 1-0 geride bitirmişti. Radyo yayını başlar başlamaz 46. dakikada Fuat’ın (Saner) yerine giren Abdullah’ın (Çevrim) gölüyle beraberlik golü gelmişti. Maçın 78. Dakikasında Ogün Fenerbahçe’yi 2-1 öne geçiren golü atınca sevinç çığlıklarımız tüm binayı doldurmuştu.

10 Kasım 1938 tarihi Ogün Altıparmak için ne kadar unutulmazsa, 2 Ekim 1968 akşamı da benim için unutulmazdı. Ailemizden uzak bir yaşama başlayacağımız ilk günlerimizin en büyük tesellisi Karşıyakalı bir futbolcunun gölüyle gelen bu galibiyet olmuştu.

 

30

 

Havra’dan Konservatuar’a

10 Mayıs 2000 günü, Karşıyaka Belediyesi’nin düzenlediği ve bir zamanlar Karşıyaka’da yaşayan Yahudilerin davetli olduğu bir tören yapıldı. Elli kişilik bir koro Onur Akdoğu yönetiminde Türk Sanat Müziği’nin Yahudi bestecilerinin eserlerinde oluşan görkemli bir konser dinletisi verdi.

Karşıyaka’nın en eski mahallesi Alaybey’deki Mezaket Arabim (Kaal Kadoş) Havrası, 1991 yılında Karşıyaka Belediyesi tarafından devir alınarak özgünlüğünü koruyan bir restorasyondan sonra Türk Sanat ve Halk Müziği Konservatuarı’na dönüştürülmüştü. 10 Mayıs günü yapılan tören bu konservatuarın açılışı için düzenlenmişti.

Küçük bir bahçesi olan Mezaket Arabim Havrası’nın temeli1881-1882 yılında atılmıştı. İlk yapıldığında Yako Eskenazi adın kayıtlıyken daha sonra Yahudi cemaati adına tescil edildi. İlk zamanlar bahçesinde iki büyük çınar ağacı ve bir kuyu vardı. İtalyan etkisi ile kilise planlı inşa edilen havranın salonun arka tarafında üç basamakla çıkılan açık bölüm kadınlara ayrılmıştı.

1492 ve 1497 yıllarında İspanya ve Portekiz’den çıkarılan Yahudilerin bazıları Batı Anadolu’da Tire ve Manisa yöresine yerleştiler. Aydın ve Tire yöresinde Yahudi cemaatleri kurulduktan sonra İzmir’de ilk Yahudi cemaati 1569 yılında kurulmaya başlandı.1586’da Tireli Yahudi tüccarlar İzmir’e göç ettiler. 1599 yılında Sakız Adası’ndaki Rumlar ve Yahudiler İzmir’e geldiler. 1892’de 150 ailelik 750 kişiden oluşan bir grup Rus Yahudisi İzmir’e yerleştirildi. İzmir’in Yahudi topluluğu üç göç sonucunda XVI. yüzyılın son çeyreğinde oluştu.

Karşıyaka’ya yerleşen Yahudi aileler arasında Alazraki, Kuriyel, Çikurel, Yeşurun, Sigura, Valansi, Gabay, Enrikes, Donyo, Suhami, Albagli, Azikri, Naon ve Parnas aileleri vardı.

XVII. ve XVIII. yüzyıl İzmir Yahudi cemaatinin “Altın çağı”dır. Uluslararası ticaret ve bankacılık alanlarında pek çok Yahudi varsıllaştı 1749 yılında İzmir Yahudi Cemaati hahambaşı seçim sistemi değiştirildi.1896’da İzmir Yahudi Cemaati tüzüğü kabul edildi. 1908 yılında Yahudi Cemaati tüzüğünde hahambaşının yetki ve görevleri belirlendi. 1911’de İzmir Yahudi Cemaati Yönetim Nizamnamesi yayımlandı.

1642 yılında Yahudi yardım kuruluşu Hevra Kaduşa Şel Kabarim, İzmir hahambaşısı Josef Eskapa’nın önderliğinde oluşturuldu. İzmir’de ilk Yahudi hastanesi 1805 yılında kuruldu. 1858 yılında Yahudi havrası ve ilk Yahudi okulu açıldı. 1881’de Aleksandro Sidi tarafından aile mezarlığı olarak satın alınan ama Kokluca Mezarlığı yapılana dek Yahudilerin de gömüldüğü Bornova Yahudi Mezarlığı hizmete girdi. Bir başka Yahudi Mezarlığı Kançeşme’de (Gürçeşme) 1885 yılında açıldı.

İzmir’de ilk Yahudi matbaacı Livorno’dan göç eden Avraham Ben Yedidya Gabay’dır. 1657-1675 yılları arasında matbaasında İbranice kitapların yanı sıra Latin harfleriyle de kitaplar bastı. İzmir’de yayımlanan ilk Yahudi gazetesi olan “La Buena Esperansa” (İyi Umut) 22 Mayıs 1842 günü Judeo İspanyol (Yahudi İspanyolcası) dilinde Rafael Uziel Pinşerle tarafından yayınlandı.

 

31

 

Türkiye’nin ilk bağımsız kooperatifçilik dergisi yayımlandı.

Mücadelelerle geçen yaşamının son döneminde Karşıyaka’da huzuru bulan İttihad ve Terakki’nin İzmir eski Katib-i mes’ul’ü Küçük Talat (Muşkara) Bey’in Çamlık yakınlarındaki evinin komşularından biri Muhittin Birgen’di.

1885 yılında İstanbul’da doğan Muhittin Birgen, Unkapanı Rüştiyesi, Vefa İdadisi ve Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1906-1908 yılları arasında Hicaz Demiryollarına bağlı maliye memuru olarak çalıştı. 1908 ile 1914 yılları arasında idadi ve sultanide edebiyat öğretmenliği, yabancı gazetelerin muhabirliğini yaptı. II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. İttihad ve Terakki’nin yerine 9 Kasım 1918 günü kurulan Teceddüt Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Kısa süre sonra İsmail Canbulat ve Yunus Nadi beylerle birlikte partiden istifa etti. Mondros Ateşkes’inin ardından Ankara’ya geçerek on yıl süren İttihadçılık yaşamına son verdikten sonra kendisini tümüyle kooperatifçiliğe verdi. Türk Karl Marks’ı kabul edilen Kör Ali İhsan (İloğlu) Bey’in 1920 sonbaharında ilan ettiği toplumsal örgütlenmede mesleki esasları savunan programının en ateşli savunucularından biri oldu.

1924 yılı sonlarında Ege Bölgesi’ne bir araştırma gezisi yapan Birgen, 1926’da İzmir’e yerleşti. Yakın arkadaşı ve Milli Aydın Bankası’nın kurucularından Nazmi Topçuoğlu’nun etkisiyle Kooperatif Aydın İncir Müstahsilleri Ortaklığı müdürlüğüne ve Milli Aydın Bankası yönetim kurulu başkanlığına getirildi. Ancak yorgunluktan kaynaklanan hastalığı yüzünden 1934 yılında tüm görevlerinden ayrılarak yeniden İstanbul’a yerleşti.

Birgen, İzmir’e gidince Türkiye’de ilk bağımsız kooperatifçilik dergisi olan “Türk Kooperatifçisi” dergisini yayınlamaya başladı. İlk sayısı 1 Mart 1930 tarihinde neşredilen dergi düzensiz bir şekilde yayın hayatına devam ettikten sonra 1933 yılında 32. sayısıyla sona erdi. Aydın İncir Müstahsilleri Ortaklığı’nın yayın organı olan derginin imtiyaz sahibi Nazmi Topçuoğlu, sorumlu müdürü ve muharriri ise Muhittin Birgen’di. Derginin ana başlığının hemen altında “ Bir kişi herkes için, Herkes bir kişi için “ belgisi yer alıyordu. “Türk Kooperatifçisi” üç yıl içinde sekiz kez iki sayı bir arada yayımlandı. 1932 yılının ortalarında derginin yayınlanmasına 6 ay ara verildi. Ancak sonradan yeniden yayınlanma sürdürüldü.

“Türk Kooperatifçisi”nin ilk sayısında yer alan, muhtemelen Birgen’in yazdığı “İlk Söz” de “Mecmuanın neşriyatı takip edildikçe görülecektir ki kooperatif (Militan)ı olmayan yerde kooperatif te olmaz. Bizde mukabili bulunmayan ve bütün Avrupa dillerinde hep aynı şekilde kullanılan (Militan) kelimesi, karşılık beklemeksizin daha doğrusu toplum yolunda halka her hangi bir toplumsal fikrin ne olduğunu anlatan ve o toplumsal fikri derin bir iman ile severek onun için çalışmayı hayatının en aziz gayesi tanıyan insanlara verilmiş bir isimdir. Kooperatifçiliğim gelişmesi de her şeyden önce kooperatif (Militanları)nın meydan çıkmasına muhtaçtır. Mecmuamız bu iş için çalışacaktır.” dendikten sonra “Mecmuamız ilmi bir mahiyeti haiz olduğu için siyasetle alakadar olmadığını söylemek zaittir. Ancak şu ciheti bilhassa kaydetmek isteriz ki bizzat kooperatifçiliğin siyasetle

alakadar olmamak mecburiyetinde bulunduğunu bütün dünya, pek çok tecrübeden sonra kesin olarak anlamıştır. Bundan sonra Türkiye’de kooperatifçiliğin Türk Milleti için hayırlı bir istikbal aleti olmasını isteyenler, ne kooperatifçiliği siyasete ne de siyaseti kooperatifçiliğe yaklaştırmaktan şiddetle kaçınmayı vatani bir vazife saymalıdırlar.” tavrı sergileniyordu.

 Muhittin Birgen, birçok İttihadçının yaptığı gibi siyasetten uzak duracağını ima etmişti. Komşusu Küçük Talat Bey ticarete, Birgen ise kooperatifçiliğe yönelmişti.

 

32

 

Karşıyaka İstasyonu açıldı

20 Temmuz 1865günü Karşıyaka tren istasyonu hizmete girdi. Basmane’den Mersinli’ye dek gelen demiryolu hattı Mersinli’den sonra 12 km.lik bir uzantı ile Karşıyaka’ya bağlandı. Basmane-Karşıyaka tren hattının çalışması ile birlikte Basmane bölgesindeki fabrika ve atölyelerde çalışan işçiler Karşıyaka’ya tren ile ulaşma kolaylığına kavuştular.

1889 yılının Ekim ayında, İngilizlerin işlettiği bu hatta bir işçinin trenden düşerek ölmesi üzerine bu hatta tren çalıştırılması yasaklandı. Ancak gelen tepkiler üzerine 1891 yılında demiryolu hattı yeniden ulaşıma açıldı. 1894 yılında elektrikle aydınlatılan ilk lüks vagonlar Karşıyaka banliyö trenlerinde kullanıldı.

21 Ağustos 1903 gününden itibaren “kombine bilet” uygulamasına başlandı. Konak’tan Basmane’ye atlı tramvayla, Basmane’den Karşıyaka’ya trenle, Karşıyaka’dan Bostanlı’ya yine atlı tramvayla “kombine bilet”le ulaşılabildi.

Karşıyaka istasyonunun açılması; İzmir-Kasaba demiryolu imtiyazının 19 Haziran 1863’te A. Edwards’a verilmesi, onun da bu imtiyazı Edward Price’a devretmesi ile başladı. Price, 4 Temmuz 1863 tarihinde çıkarılan bir ferman ile ruhsat aldı.

Demiryolu hattı Basmane’den başlayacak, Kervan Köprüsü, Hilal, Halkapınar, Bayraklı, Karşıyaka, Menemen istikametinde Körfez’in kuzey kıyılarını geçtikten sonra Manisa'ya dönecek, oradan da Kasaba'ya varacaktı.

İşe, 19 Nisan 1864 tarihinde hattın geçeceği arazinin tesviyesi ve düzenlenmesi ile başlandı. Atölye istasyonları Diana Hamamı’nın (Halkapınar) uygun bir yerinde inşa edildi. Basmane dolayında yirmi bin metrekare, Halkapınar çevresinde yaklaşık on bin metrekare arazi şirkete tahsis edildi.

1864 yılının Ekim ayına gelindiğinde Menemen’e kadar olan yaklaşık 32 kilometrelik mesafe düzlenerek rayların döşenmesine başlandı.

1865 yılında işlemeye başlayan İzmir-Manisa postası Bayraklı’nın bir yerleşim yerine dönüşmesini sağladı. Banliyö tren hattı nedeni ile Karşıyaka’ya gezmeye gelenlerin sayısı arttı. 1887 yılında İzmir Belediyesi’ne bağlı olarak Karşıyaka Belediye Dairesi kuruldu. Çömezzade Hacı Mehmet Efendi, Karşıyaka’nın ilk belediye başkanı oldu.

İzmir-Aydın demiryolunda yaşanan sorun İzmir-Kasaba hattının inşası sırasında da yaşandı. Kervan ticareti yapan deveciler, demiryoluna direnmeye çalıştılar. Demiryolu mal ve eşya naklinde daha güvenli ve hızlı bir ulaşım sağlarken masrafları da azaltıyordu. Bu da ticaret ağını genişletirken

kervancıların çıkarlarına ters geliyordu.

 Teknoloji bir yandan insan yaşamını ve ticareti kolaylaştırırken, diğer yandan da bazı çıkar çevrelerinin önünü kesiyordu.

 

33

 

“Efe Rauf” un Karşıyaka’ya hizmetleri

1909 yılında Kütahya’da doğan Mehmet Rauf Onursal, ilk, orta ve lise eğitimini Kütahya’da

tamamladı. 1930 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Terme, Torbalı ve İzmir Savcı Yardımcılığı görevlerinde bulundu.

Torbalı Sulh Hâkimi olarak görev yaparken vergilerini ödeyemediği için hapse atılan aile reislerinin, ailelerinin geçimlerini sağlamak için gündüz tarlalarda çalışıp gece olunca yeniden hapis yatmalarını sağladığı için Jandarma Kumandanı ile tartışması üzerine yöre halkı tarafından kendisine “Efe Rauf” lakabı verildi.

Ankara’da iki yıl avukatlık yaptıktan sonra 1945 yılında İzmir’e gelen Mehmet Rauf Onursal aktif siyasi yaşamına başladı. 3 Eylül 1950 yerel seçimlerinden sonra 11 Eylül’de yeni Belediye Başkanı oldu. Onun döneminde 7 Nisan 1952’de “Varyant Yol" diye anılan, "Birleşmiş Milletler Caddesi"nin açılışı yapıldı.

1950 yılının Kasım ayı başlarında Ankara’ya giden Rauf Onursal, modern şehircilik anlayışına uymadığına inandığı Sarıkışla’nın Milli Savunma Bakanlığı’ndan satın alınması için görüşmelerde bulundu.

3 Mart 1954’de meclise gelip kabul edilen ‘‘İzmir’de Sarıkışla ve Müştemilatının İzmir Belediyesi’nin Yapacağı Binalarla Mübadelesi Hakkında Kanun” önerisi yasalaştı.

Yapımına II. Mahmud döneminde başlanan kışla, kentte uygun bir yer bulunamadığı için denizin doldurulması ile elde edilen alana yaptırılır. Konak alanının tamamını dolduruyor ve bugünkü SSK bloklarının bulunduğu bölgeyi de kapsıyordu. 1827-1829 yılları arasında yapımı tamamlandığında üç kat kâgir bir bina olarak inşa edilmişti. Kadifekale’den getirilen taşlarla yapılan binanın dışı tümüyle sarıya boyandığı için Sarıkışla olarak anıldı. Kıyıdan yaklaşık 100 metre içeriden başlayan U biçimi yapı ile deniz arasında kalan kısım eğitim ve talim alanı olarak kullanılmıştı.

Rauf Onursal 1954’de yapılan genel seçimlerde milletvekili olunca Belediye Başkanlığı’ndan istifa etti. 15 Nisan 1955’de devir teslim töreninden sonra kışlanın yıkılmasına karar verildi. Sarıkışla’nın yıkılması Selahattin Akçiçek’in Belediye Başkanlığı günlerine denk geldi.

Rauf Onursal döneminde Karşıyaka sahil boyundaki koruma duvarı Bostanlı’ya kadar uzatıldı. Karşıyaka’da bulunan ve çok yıpranmış olan sokaklar zift kaplanarak beton yollara dönüştürüldü. Bayraklı’da yüksek sokaklara ulaşım için muhtelif döşemeler yaptırıldı.

Salhane bölgesinde yeni su pompaları tesisleri kurularak Karşıyaka, Bayraklı ve Turan semtlerinde yaşayan halkın su ihtiyacı karşılandı. Bostanlı’ya döşenen borularla Karşıyaka ve Bostanlı’ya günün her saati bol ve tazyikli su verildi.

 Özellikle Karşıyaka ve Buca’da fırınlarda üretilen ekmeklerden şikayetler artması üzerine denetimler sıklaştırıldı.

 

 

34

 

1935 Yılında Karşıyakalıların talepleri

9 Ağustos 1935 günü atama emri çıkan Kazım Dirik, Valilik görevinden 16 Ağustos günü ayrıldı. 20 Ağustos akşamı onuruna bir veda yemeği verildi. Ertesi gün de, 21 Ağustos Çarşamba günü yeni vali, Fazlı Güleç İzmir’e geldi.

O güne dek ülkede ve İzmir’de önemli değişimler yaşanmıştı.

Ekonomi Bakanlığı tarafında hazırlanan İzmir Limanı Nizamnamesi 25 Mart 1935 tarihinden itibaren yürürlüğe girdi. Bu nizamnameye göre İzmir Limanı dış, orta ve iç liman olarak üçe ayrıldı. Sazburnu ile Güzelyalı arasını birleştiren hatla, Karşıyaka ve Salhane arasını birleştiren hat arasında kalan bölge “Dış Liman” olarak belirlendi. Mendireğin kuzey köşesi ile Karşıyaka sahilinde Naldöken mevkiine çekilen hattın doğusuna rastlayan bölge “İç Liman” olarak kabul edildi.

31 Mart 1935 gününden itibaren Kordon’da atlı tramvay işletmesi sona erdi. 1 Mayıs’tan itibaren de hatlar sökülmeye başlandı.

31 Mayıs 1934 tarihinde İzmir-Kasaba Demiryolu hattı millileştirilmişti. Bundan bir yıl sonra 30 Mayıs 1935 günü Resmi Gazete’de yayınlanan bir sözleşme ile İzmir-Aydın Demiryolu Hattı Türkiye Cumhuriyeti tarafından satın alındı.

14 Eylül 1922’de İzmir’e gelerek yeni dönemin ilk Eğitim Müdürlüğü görevini üstlenen Vasıf Çınar 1 Haziran 1935 günü Moskova’da öldü.

Karşıyaka’ya düzenli su 1 Temmuz 1935 tarihinden itibaren verilmeye başlandı.

1935 yılının bu önemli olaylarının yanı sıra İzmir yeniden yapılandırılmaya devam ediliyordu.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1934-1935 yıllarında İzmir’in ilçe ve bucak kongrelerinde saptanan dilekler “Valilikten İstekler” ve “Belediyeden İstekler” olarak iki ayrı başlıkta saptanmıştı. İzmir Valisi Fazlı Güleç 16 Ekim 1935 tarihinde CHP İl Başkanlığı’na yazdığı yazıda halkın valilikten gerçekleştirilmesini beklediği isteklerini iletti. Bunların içinde Karşıyaka ile ilgili olanlar 11 madde tutuyordu:

1.         Dedebaşı bölgesinde fakir köylüye tohumluk dağıtılması;

2.         Karşıyaka’da bağlarda hayvan otlatılmasının yasaklanması ve cezai işlem yapılması;

3.         Karşıyaka’nın bucak haline getirilmesi; (Valilik bu talebe bütçe nedeniyle olumsuz görüş belirtti.)

4.          10 yataklı bir hastane açılması; (Valilik “olanaklar elvermiyor” görüşündeydi.)

5.         Karşıyaka’nın sıtma mücadele sahasına alınması;

6.         Bayraklı ve Karşıyaka Tren fiyatlarının ucuzlatılması;

7.         Karşıyaka vapur fiyatlarının ucuzlatılması;

8.         Soğukkuyu’ya bir “baytari muayenehane” ve bir de “tavuk durağı tesisi” kurulması;

 9.         Karşıyaka’ya bir kız ortaokul ve lisesi ile bir erkek lisesi açılması;

10.       Karşıyaka’da kız sanat enstitüsünün bir şubesinin açılması;

11.       Karşıyaka’ya ek olarak bir doktor verilmesi.

 

 

 

35

 

Alaybey’in çocuğu Metin Altıok

2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’ne

yapılan saldırıda ağır yaralanan Metin Altıok, bir gün önce panelde kendisini dinleyen genç bir doktor tarafından, ölülerin getirildiği Cumhuriyet Hastanesi’nde ölmediği farkedilerek dahiliye servisine kaldırıldı. Burada beş gün tedavisi sürdü. 7 Temmuz ‘da devletin gönderdiği “Millet” helikopteri ile Ankara’ya sevk edilip Gata (Gülhane Askeri Tıp Akademisi) Ağır Yanık ünitesine yatırıldı. İlk günden beri bilinci kapalı olan Metin Altıok, 9 Temmuz Cuma günü saat 16.30’da “Karbon monoksit ve siyanüre bağlı zehirlenme, beyin ödemi, yüzde on oranında yanık” sonucunda Ankara’da yaşamını yitirdi.

Kızı Zeynep’in isteği üzerine “bir şair” gibi gömüldü.

Metin Altıok, 14 Mart 1941’de Bergama’nın Göçbeyli köyünde doğdu. Babası Süleyman Bey, Manisa’da yayınlanan “Işık” gazetesinde linotip operatörü olarak çalışıyordu. Süleyman Bey’in işi gereği aile Karşıyaka’ya Alaybey mahallesine, 1682 sokakta bir Rum evine taşındılar. “Demokrat İzmir” ve “Ege Ekspres” gazetelerini dizen Süleyman Bey, daha sonra “İstikamet Gazete ve Matbaacılık” adıyla kendi matbaasını kurdu ve “İstikamet” adında bir gazete çıkardı.

1953 yılında Alaybey İlkokulu’nu bitiren Metin Altıok, ortaokuldan sonra Karşıyaka Lisesi’ne başladı. Okul dışındaki zamanlarında arkadaşları ile birlikte Bostanlı’daki tek balıkçı kahvesinin bir köşesini kitaplık haline getirirler. Arkadaşı Ertam Özen ile birlikte “Tartüf”, “Paydos”, “Duvarların Ötesi” gibi oyunlarda rol aldılar. Arkadaşları arasında “Duvarların Ötesi” adlı oyundaki adı “Bacaksız” ile anıldı.

Karşıyaka günlerinde ona yazdığı şiiri hiçbir zaman veremediği bir kıza aşık oldu.

Karşıyaka Lisesi’nden 1963 yılında mezun olan Metin Altıok, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi “Hintoloji” bölümüne girdi. Kısa süre sonra “Felsefe” bölümüne geçti.

Babasının çıkardığı “İstikamet” gazetesinde dönemin iktidarına muhalif yazılar yer alınca matbaaya tahsis edilen kağıt kesildi. Aile için zor günler başladı. Alaybey’deki ev satılarak borçlar ödendi. Aile bu kez Karşıyaka’da bir başka eve taşındı.

Ankara’da Mithat Paşa Caddesi’ndeki “İzmir Lokali” adlı yurtta kalan Metin Altıok, üniversite son sınıftayken okul arkadaşı Füsun Akatlı ile 1965 yılının Eylül ayında nişanlandı. Evlilik giderlerini karşılamak için, Füsun Akatlı’nın babasının müdür olduğu Kızılay Genel Müdürlüğü’nde 1966-1967 yıllarında memur olarak çalıştı. 1966 yılının Temmuz ayında evlenen çift Sakarya Caddesi’ndeki Kızılay Lojmanında bir daireye yerleştiler. 11 Aralık 1969’da kızı Zeynep dünyaya geldi.

12 Mart 1971’e uzanan günlerde Füsun Altıok’un çevirdiği bir kitaba, eşini korumak için çevirmen olarak kendi adını yazdırdı. Altıok’un babası Süleyman Bey, İzmir’de kitabı okuması ve kahvede  soran arkadaşlarına “gelinim çevirdi aslında” demesi yüzünden gözaltına alındı. Narlıdere Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından hakkında soruşturma açıldı ve bir ay hapis yattı.

1979 yılında Füsun Akatlı ile boşandılar. 1979 yılının Kasım ayında Bingöl Lisesi’ne felsefe öğretmeni olarak atandı. Karşıyaka’nın deniz kıyısından karlar ülkesi Bingöl’e giden Metin Altıok, o günlerde tanıştığı okuru ve hayranı olan Elazığlı İlkokul öğretmeni Nebahat Çetin ile 1980 yılının başında evlendi.

1986 yılında Bingöl Lisesi’nden Genç Lisesi’ne sürüldü. 1987 yılı Eylül ayı sonlarında Karaman İmam Hatip Lisesi’ne atandı. Haftada iki saat “psikoloji” derslerine girdi. 1990 yılında “tadı kalmadı öğretmenliğin” diyerek dostlarının da yardımıyla malulen emekli olarak Ankara’ya döndü.

 

36

 

Karşıyaka’da Salgın Hastalıklar

Kentin plansız yapılaşması, konut ve işyerlerinin koşullarına uygun yapılmaması ve temizlik kurallarına uyulmaması nedeniyle İzmir’de zaman zaman salgın hastalıklar görülmesine neden oldu. Liman sayesinde deniz ticareti, kervan yolu ve demiryolu ile kara taşımacılığı İzmir’in bulaşıcı hastalık ile karşılaşmasına neden olan diğer etkenlerdi.

1892 yılının Ekim ayında Karşıyakalı çocuklar arasında difteri (kuşpalazı) salgını saptandı. Halk arasında “Sarı Palaz” da denilen difteri genellikle burun ve boğazda bulunan yapıları etkileyen ciddi bir bakteriyel enfeksiyondur.

Bu hastalık nedeniyle bir kişinin öldüğü haberi üzerine Vali Abdurrahman Paşa, Doktor Ahmet Recep ve Tevfik Ziver beylerle birlikte Karşıyaka’ya gitti. Yanlarında Vilayet Jandarma Kumandanı Hıfzı Bey ve Sağlık Müfettişi Ali Rıza Bey, İzmir Belediyesi Müfettişi Yaver Efendi de vardı.

Difterinin görüldüğü evlere bir ay süreyle karantina uygulanmasına karar verildi. Karantina uygulamasını denetlemek üzere İzmir Belediyesi doktorlarından Fano Bey görevlendirildi.

1900 yılının Kasım ayında İzmir ve Karşıyaka’da 15 kişinin tifodan öldüğü saptandı. Aralık ayı sonuna doğru Karşıyaka’nın Tomaza (Bostanlı) yöresinde başlayan bir salgından dolayı 15 gün içinde hasta olan yedi kişiden altısı öldü. Vilayet Sağlık Müfettişi Mehmet Ali Bey ile karantina hekimi Miço Efendi’nin Karşıyaka’da yaptıkları inceleme sonucunda hazırladıkları raporda ölümlere neden olan hastalığın influenza (difteri) olduğu saptandı.

Kısa süre sonra Ocak 1901 başında grip salgını baş gösterdi. Bostanlı ile Naldöken arasında sağlık denetimleri yapıldı. Grip salgını sırasında ölen bir genç kızın evi Ocak ayı ortalarında Dr. Abdurrahman Bey’in denetiminde dezenfekte edildi.

Tifo salgını iki yıl sonra yinelendi. 30 Eylül 1932 tarihli Hizmet gazetesinde yer alan bir haberde Karşıyaka'da 5 kişide tifo hastalığının görüldüğüne ve Sıhhiye Müdüriyeti’nin derhal tedbir alması gerektiğine dikkat çekildi.

 İzmir, kolera salgınlarını ilk olarak 1831 yılında yaşadı.1831 yılının Eylül ayında ortaya çıkan bu hastalık, 16.000-17.000 kişinin hastalanmasına sebep olmuştu.

Vilayet Sıhhiye Meclisi, salgınla mücadele amacıyla İzmir’i 5 bölgeye ayırdı. Eşrefpaşa Caddesi, Kemeraltı, Kaymakam Nihat Bey Caddesi, Üçüncü Asmalı Mescit, İkiçeşmelik Caddesi, Basmane’de Gazi Bulvarı, Alsancak’ta Yıldırım Kemal Sokağı’nda belediye birer doktor görevlendirmiştir.

Belediye doktorları her gün öğleye kadar buralarda muayeneler yapmış daha sonra da evlere muayeneye gitmiş ve hastalara ilaç sağlamışlardır. Sonrasında mıntıka sayısı artırılmış ve Karşıyaka da eklenerek bu sayı 6’ya çıkarılmıştır.

 

37

 

Belediye konusu can sıkıyor

 

10 Ağustos 1930 günü Karşıyaka Belediyesi, İzmir Belediyesi’ne katıldı. Karşıyakalılar yeniden bağımsız bir belediye olmak için mücadelelerini sürdürürken beş bin imzalı bir dilekçeyi Ankara’ya gönderdiler. 17 Haziran 1931 tarihli Yeni Asır’da bu konuda “Bize öyle geliyor ki, ne iş olacak, ne de Karşıyaka halkı muradına erecek.” yorumu yer alıyordu.

Gerçekten de Karşıyaka İzmir Belediyesi’nden beklediği hizmetleri alamıyordu. Yeni Asır’ın 25 Haziran 1931 günlü nüshasında olayın vahameti gözler önüne seriliyordu:

“Karşıyaka’ya su getirilmesi tasavvuru suya düşmek üzeredir. Karşıyaka’da sokaklar tamamen pislik içindedir. Bozuk kaldırımlar üstünkörü onarımlarla geçiştirilmektedir. Rıhtımın kaldırımları berbat bir haldedir. Şehir öğle vakitleri sıcağın tesirleri altında kıvranmakta ve umumi caddeler fırında kızarmış gibi cayır cayır yanarken halkın huzuru, sıhhati nam ve hesabına bir damla su dökmek, hatır ve hayale bile getirilmemekte ve insanlar toz toprak içinde yuvarlanmaktadır. Alaybey ve çevresindeki bataklık bölgesi sakinlerinin feryadı göklere çıkmaktadır. Sıtma başlamıştır. Sivrisinekler bütün kuvvetleriyle alabildiğine faaliyet halindedir. Karşıyaka geceleri sönük lambalar altında, adeta bir kandiller diyarına benzemektedir. Sebzeciler tam bir serbesti ile adeta tekel yapmış gibi hareket etmektedirler. Tramvay arabaları, raylar çürümüş, eskimiş, tekerlekleri aşınmış ve kullanılamaz bir hale gelmiştir. Su ihtiyacı gittikçe fazlalaşmaktadır. Hatta haber aldığımıza göre, bütçe meselesinden bizzat Karşıyaka belediyesi bile ihtiyaçlarını temin edememeye ve şuraya, buraya takıntı yapmaya başlamıştır. Karşıyaka’nın İzmir Belediyesi’nden ayrılması hakkındaki girişim ise çok yavaş yürümektedir.”

22 Ekim 1930 günü ilk çok partili yerel seçimlerden sonra Belediye Başkanlığı’na Sezai (Göker) Bey gelmişi. Sezai Bey’in başkanlığı döneminde en ciddi sorun 1929 yılında İş Bankası’ndan alınan 2.000.000 liralık borç geliyordu. Bu kredinin 300. 000 liralık kısmı Karşıyaka’nın su, elektrik ve kanalizasyon sorunlarının çözülmesi için ayrılmıştı. Dünya ekonomik bunalımı nedeni ile Belediye gelirlerinde düşme olmuş ve bu borcun geri ödemesinde sıkıntılar doğmuştu. Belediye Meclisi üyeleri, İş Bankası’ndan alınan kredinin bir kısmının harcanması nedeniyle yaşanılan bu sıkıntının sebebini Sezai Bey olarak görüyorlardı.

9 Kasım 1931 günü Halk Fırkası’nda özel gündemle yapılan ve gecenin ikisine dek süren bir toplantıda Sezai Bey sert bir eleştirildi. Belediye Başkanı Sezai (Göker) Bey, belediyenin durumunu anlatabilmek için Gazi Heykeli yaptırmak için Muhasebe-i Hususiye’den gelen yetmiş bin liralık yardımı belediye çalışanlarının maaşlarının ödenmesinde kullandıklarını söyleyince tartışmanın boyutları büyüdü. Eleştirilerden bunalan Belediye Başkanı Sezai Bey aniden görevinden istifa ettiğini söyledi. 1930’da Belediye Meclisi’ne üye olarak giren Behçet Salih (Uz) Bey, 10 Kasım1931 günü Belediye başkanlığına getirildi.

Ancak eleştirilerin önü yine de kesilmedi. 4 Aralık 1931 tarihli Yeni Asır gazetesinde A. A. İmzalı bir yazıda “İzmir belediyesinin, şöyle böyle borçları tarafından yutulmakta olan küçük bütçesi ile idare edilemeyeceğini veya borçları ödememek, yahut da şehir halkına karşı müteahhit olduğu vazifeleri yapmamak zarureti ile karşılaştığından fiilen iflas vaziyetinde olduğunun” saptaması yapılır. Bu durum karşısına yazarın bir önerisi vardır: “Şimdi, İzmir Belediye Reisi Hükümete müracaat ederek diyebilir ki: Buhran devlet varidatın azalttığı nisbette Belediyemizin varidatını da düşürmüştür. Bu vaziyet karşısında, şehrin ihtiyaçlarına cevap verebilmek için halkın fedakarlığına müracaat etmek isterdik. Fakat hükümet bizden evvel davranmış, İzmir’de kazanan vatandaşlardan aranabilecek olan fedakarlığın azami haddini onlara tahmil eylemiştir. Bu suretle devletin mali buhranına çare bulunacaktır. Ancak İzmir şehri de devletin bir parçasıdır. Belediyesizliğe mahkum edilemez. Bu şehirde toplanan buhran vergisinden bir kısmının belediyeye bırakılması Devlete büyük bir yük olmaksızın Belediye’nin biraz kendini toplamasına yardım edecektir.”

 

 

38

 

Bayraklı’da Katolik Kilisesi inşa ediliyor

1898 yılında Transibulo Pittako isimli birinin yöreye gelmesinden sonra İzmir’den gelen Katolik aileler de yazlıklar yapıp yerleşince Bayraklı köyünde yaşayan Katolikler bir cemaat oluşturabilecek sayıya ulaştılar. Bayraklı’ya Fransisken tarikatının bir kolu olan Kapusen rahiplerinin gelmesi için 10 Eylül 1901 tarihinde Episkoposluğa başvurdular.

İzmir Başepiskoposu Andrea Polikarpo Timoni, 16 Kasım 1901 günü resmi olarak Bayraklı’da bir kilise ve manastır inşa etmek, cemaat oluşturmak için Katoliklere izin verdi. Ancak ilerleyen günlerde, kullanılacak bağışların yasalara uygun olmadığı iddiasıyla Episkoposluk ile Bayraklı Katolikleri arasında bir sorun yaşandı.

Yeniden yapılan başvuru üzerine 27 Ocak 1902 tarihinde İzmir Başepiskoposu Andrea Polikarpo Timoni Bayraklı’da mahalli bir kilise yapılmasını onayladı. Bu başvuruda Bayraklı’da yaşayan Katoliklerden T. Mattecich, G. Delattola, John Livorness, Widow E. Livorness, A. Marcara, Widow, V. Johnson, Luigi Cirry, Policarpe Tius, Mme Warren, François Jamafta’nın imzaları vardı.

29 Haziran 1902 günü Bayraklı’da Mattesich’in evinde 30 kişinin katılımı ile ilk kez bir Katolik ayin gerçekleştirildi

300 Katolik ailenin yaşadığı Bayraklı’da 14 Temmuz 1902 günü kilise için tarihi bilgileri içeren ilk taş kondu. Burada yapılan törene kilise yöneticilerin yanı sıra Fransız Yardımcı Konsolosu Mr. Gabriele Barre de Lancy, Papaz Canonico Varthaliti, Vicario Generale, Papaz Antonio Macroniti, Papaz Policarpo Scagliarini ve mimar Raymond Charles Péré de katıldı.

Kilisenin inşa edildiği alan Yahya Hayati Paşa’ya aitti. Kilise ile birlikte din görevlilerinin

kalabileceği bir manastırın yapımına 7 Ağustos 1902 tarihinde başlandı ve Kasım ayında birinci kat bitti. Bayraklı Katolikleri aynı zamanda manastırın yanında 6 sınıflı bir İtalyan okulunun inşasına da başladılar.

 21 Ekim 1902 günü Kapusen rahipleri Bayraklı’da bir kilise, civarında papazların ikâmet edecekleri konutlar ve bir de eğitim verecekleri bina inşa etmek için, Osmanlı Hükümeti’nden irade-i seniyye ile resmi izin aldılar. Osmanlı Devleti’nin izni Episkoposluğun izninden bir yıl sonra gecikmeli olarak gelebilmişti.

1903 yılında Bayraklı’ya gelen ve yerleşen ilk rahip Bernardo da Castelmine Siciliano ilk yıl içinde tamamıyla taşlardan oluşan bahçeyi düzenledi ve bir su deposu yaptı.

Nisan 1904’te kiliseye gelir sağlamak için dönemin Fransız Konsolosu Mr. Blanc tarafından Mr. Emile Perrossier’in başkanlığında Charles (Junior) Salzani, Pierre Mihiere Col ve Ernest Bon’dan oluşan bir komisyon kuruldu. Komisyon Diana Hamamları’nda yapılan piknikte bir konser ve bir çekiliş düzenledi. Bu etkinlik sırasında kilise için 100 lira toplandı.

Başlanan inşaat bir türlü bitilemeyince 1921 yılında Bayan ve Bay Nicola Apack, Tommaso

Prelorenzo, Giacomo Apack, Giovanni Varthaliti, Edward Ceteaux ve Marco Zaloni’den oluşan yeni bir komisyon kurularak eski proje iptal edildi. Yeni proje 1922 yılında tamamlandı.

Adını Fransisken Rahibi Padovalı Antonio’dan alan St Antonio di Padova Kilisesi 1966 yılında depremden hasar gördü, 1990 yılında yanındaki manastır ile birlikte onarıldı.

 

39

 

Karşıyaka’da Francala ekmeği yasaklandı

                                                                            Ahmet Hulusi (Alataş) Bey

1924 yılında İzmir Belediyesi Başkanlığı’nı devir alan Aziz (Akyürek) Bey, 1927 yılında Erzurum milletvekili seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gidince, bu görevi vekaleten Vali Kazım (Dirik) Paşa üstlenmişti. 1928 yılında Tahmil ve Tahliye Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hulusi (Alataş) Bey İzmir Belediyesi Başkanlığı’na getirildi.

Ahmet Hulusi (Alataş) Bey, 1882 tarihinde Beyşehir’e bağlı Doğanbey kasabasında doğmuş, ailesi İzmir’e taşınınca ilk, orta ve lise öğrenimini İzmir’de tamamlamıştı. Daha sonra devam ettiği Askeri Tıbbiye’den 1907 yılında “tabip yüzbaşı” olarak mezun oldu.

1923 yılında emekliliğini isteyerek çocukluğunun ve ilk gençlik günlerinin geçtiği İzmir’e döndü. Hilal ve Şifa eczanelerinde hasta kabul ederek serbest hekimlik yapmaya başladı. 1925 yılında İzmir Liman İşleri İnhisarı İdare Meclisi Başkanlığı’na getirildi.

1927 yılından itibaren İzmir’de ekmek sorunu yerel basında tartışılıyordu. 1928 yılında Belediye zabıtaları tarafından yapılan teftişlerde İzmir Belediyesi’nin belirlediği gramajdan eksik gramajlı ve Belediye’nin koyduğu narhtan aşağı fiyatla ekmek satıldığı saptandı. Bu tutumunu sürdüren fırıncılara para cezaları verildi.

30 Haziran 1929 tarihli Ahenk gazetesinde “Bir Hile” başlıklı yazıda; belirlenen gramajdan eksik ekmek çıkaranların ya da belirlenen narhtan aşağı fiyatla ekmek satanların cezalardan kurtulmak için dükkânlarını başka birilerine devrederek cezanın uygulanmasının önüne geçmeye çalıştıkları belirtiliyordu.

 Ahenk gazetesinin 8 Ekim 1929 günlü sayısındaki “Furuncular Ne Diyorlar?” başlıklı yazıda açıklandığı üzere sorunun çözülmesi için Ekmekçiler Cemiyeti ile Belediye arasında görüşmeler yapılıyordu. Ekmekçiler Cemiyeti, Belediye’nin yarım kiloluk ekmek çıkarılması ısrarının ekmek kalitesini etkilediğini iddia ediyorlardı.

26 Nisan 1930 günü acil olarak toplanan İzmir Belediyesi Meclisi birinci nevi ekmek için yeni bir karışım oranı belirledi. Toplantıda francala ekmek çıkarılmasına da karar verildi. Bu kararlar 27 Nisan 1930 günlü Anadolu gazetesinde “Ekmekler Hamur” ve 28 Nisan günlü Anadolu gazetesinde “Yediğimiz Ekmekler Ne Halde” başlıklı yazılarda İzmir halkına duyuruldu.

Francala, İtalya'da Padova kentine özgü bir tür ekmek sözcüğünden alınmış, düşük randımanlı undan yapılan beyaz ekmeğe verilen bir isimdi.

2 Mayıs 1930 günlü Anadolu gazetesinde yer alan bir habere göre; Belediye’nin francala ekmek çıkarma kararının ardından İzmir’deki unculardan fabrikatör Sabri Kazım Bey, Belediye’ye giderek francalaya biçilen 19 kuruş fiyatın fazla olduğunu ve kendisinin aynı ekmeği 16 kuruşa imal edebileceğini söylemişti.

Aynı günlü Anadolu gazetesinde “Ekmek Meselesi Değişiyor” başlıklı haberde Sabri Bey, ürettiği “Francala” ile Belediye’nin fırıncılar tarafından aldatıldığını ortaya çıkardı. Fırınlarda satılan francala ile belediyenin fırıncılara sunduğu numune arasında çok büyük fark vardı.

Karşıyaka Belediyesi bu aldatmacayı önceden fark ettiği için francala ekmek çıkarılmasını yasaklamıştı.

 

 

 

40

 

Her Perşembe yaşanan Karşıyaka heyecanı

undefined

22 Aralık 1930 günüydü. Asteğmen olarak geldiği Menemen’de Mustafa Fehmi, bir asker arkadaşı ile birlikte kırda oturmuş sohbet ediyordu. Askerliği Nisan sonunda bitecekti. Askerlik sonrası hemen evlenecekti. Kız Karşıyaka’daydı. Mustafa Fehmi’nin arkadaşı, her Perşembe Karşıyaka’ya gitme heyecanının ve telaşının yalnızca anacığını görmek için olmadığını anladı.

Mustafa Fehmi 1906 yılında Kozan’da doğmuştu. Babası Hüseyin Efendi Girit adasının Kandiya şehrinin Ebaro Köyü’ndendi. Hüseyin Efendi siyasal nedenlerle 1902 yılında ailesi ile birlikte İzmir’e göç etti. Burada beş ay kaldıktan sonra Adana’ya gittiler. Burada da yedi ay kaldıktan sonra Kozan’a yerleştiler. Mustafa altı yaşını geçince aile Kozan’dan ayrıldı ve Aydın’a göç etti. Aydın işgal edilince Antalya’ya taşındılar, Hüseyin Efendi burada öldü.

Mustafa Fehmi Antalya’da bir süre okuduktan sonra İzmir’in kurtuluşu üzerine aile İzmir’e dönme kararı aldı. İzmir Erkek Öğretmen Okulu’na devam eden Mustafa Fehmi burada “Kubilay” adını aldı. 1926 yılında, Aydın Gazipaşa İlkokulu’nda öğretmenliğe başlayan Mustafa Fehmi Kubilay, aynı

okulda öğretmenlik yapan meslektaşı Fatma Vedide Hanım ile evlendi. Doğan çocuklarına Vedat adını verdiler. Evlilikleri kısa sürdü.

 Mustafa, 1929 yılında askere alındı. İzmir- Gaziemir ve İstanbul- Harbiye’de Yedeksubay Okulu’ndan sonra 1930’da Menemen’e asteğmen olarak gitti. Öğretmen olarak ataması da Menemen Zafer İlkokulu’na yapıldı.

Arkadaş canlısı olan Kubilay, sevecen ve yürekli bir insandı. O zamanlar kitap bulmak çok zordu. Ama o okumayı çok severdi. Bu nedenle arkadaşlarındaki kitapları değişerek okumaya bayılıyordu. Çok disiplinli ve çalışkan bir öğretmendi.

22 Aralık akşamında Türkocağı’nda öğretmen arkadaşları ile konuşurken söz önce kitaplardan açılmıştı. Kubilay okuyamadığı kitaplarının masasının üzerinde biriktiğini, Nisan’da askerliği bitince bunları hemen okuyacağını söyledi. Gitme saati geldiğinde kışla yolunun uzak oluşundan şikayet etti. Her gün bu yolu gidip gelmenin sporcu Kubilay’ı bile yorduğundan söz ediyor, sonra günün ikinci bomba gibi haberini patlatıyordu: “Ben “diyor, “Kışla Yolu diye bir roman yazacağım.”

Kendini Mehdi (doğru yolu gösteren kurtarıcı) ilan eden Giritli Mehmet ve adamları 23 Aralık sabahı Menemen’e girdiler. Zafer İlkokulu’nun önünden geçerek çarşı içindeki Müftü Camii’ne geldiler. Hep birlikte tekbir getirmeye başladılar.

Bu tekbirler Menemen başkaldırısının duyurulmasından başka bir şey değildi.

Kışlaya gelen Kaymakam, “Kubilay Bey” dedi, “Bir miktar asker al. Hükümet Meydanı’nda birkaç serseri olay çıkarmak üzereymiş. Oraya git.”

Kubilay burada Giritli Mehmet ve adamları tarafından “şehit” edildi.

Bir gün önce; Nisan sonunu heyecanla bekleyen, her Perşembe Karşıyaka’ya giderek evleneceği kızı ve annesini görme heyecanını yaşayan, okuyamadığı kitaplarını masasının üzerinde biriktirerek

askerlik hizmeti bittikten okumayı ve yazacağı “Kışla Yolu” romanını planlayan Kubilay’ın tüm hayalleri, kesilen başı ile birlikte kanlar içinde Menemen Meydanı’nda kaldı.

 

41

 

Karşıyaka Çocuk Yuvası’nın Serüveni

İZMİR HAN, KÖŞK VE OTELLERİ panosundaki Pin

Karşıyaka Çocuk Bakım Yurdu 1922 yılında kuruldu. “Cemiyeti Hayriye İslamiye” adıyla Punta’da (Alsancak) bir binada hizmet veren çocuk yuvası, 1923-1926 yılları arasında Özel İdare; 1926-1932 arasında da İzmir Belediyesi bünyesinde hizmet verdi.

5 Ekim 1932 tarihli Anadolu gazetesine göre; İzmir Belediye Başkanı Behçet Salih (Uz) Bey döneminde Karşıyaka’da yaptırılan modern çocuk yuvasının Alaybey’de daha önce Karşıyaka Belediye Şubesi olarak kullanılan binaya, Belediye Şubesinin de Kemalpaşa Caddesi’ndeki eski binaya taşındığı haberi yer aldı.

Arazi Sakız’lı zengin Omiros ailesine mensup Karolos F. Omiros'a aitti. Büyük taş duvarın arkasında biri 15 odalı diğeri 8 odalı olmak üzere iki güzel köşk ile ahırların, at arabalarının, her türlü ağaçların ve çiçeklerin, büyük süs havuzlarının bulunduğu bir mülktü.

 23 Nisan 1933 günü Mesudiye (Kıbrıs Şehitleri) Caddesi üzerinde kurulmuş olan çocuk yuvası, buranın çocuk gelişimi ve bakımı açısından sağlıklı olmadığı gerekçesi ile Karşıyaka Alaybey’deki binasına taşınarak hizmete açıldı.

24 Nisan 1938 tarihinde Karşıyaka Çocuk Yurdu, Alaybey Mahallesi’nde Tramvay Caddesi’ndeki eski Fransız rahipleri binasında vali, belediye başkanı ve Çocuk Esirgeme Kurumu yönetim kurulunun katıldığı bir törenle yeniden açıldı.

27 Ocak 1946 tarihli Yeni Asır gazetesine göre; 58 çocuğun barındığı kurumda sadece 16 yatak olması ve çocukların gerekli besinleri alamamaları eleştirildi.

Gazetenin bu haberi üzerine Karşıyaka Çocuk Yuvası müdürü gazeteye bir yazı gönderdi. Yazıda yuvada 57 değil 61 çocuk olduğu (oysa haberde 58 çocuk denmektedir) ve bunlardan 24’ünün okutulduğu yer alıyordu. Yuva, sadece İzmirli çocuklara değil tüm Türkiye’ye hizmet vermektedir. Yatak sayısının 16 olduğunu kabul eden Yuva Müdürü, daha fazla yatak alınsa bile koyacak yer olmadığından yakınmaktadır. Bu sebeple yuvadan ziyade kreş olarak hizmet vermesini daha uygun gördüğünü, Çocuk Esirgeme Kurumu Merkez Heyeti’nden Karşıyaka’ya bir yuva açılarak şimdiki yuvanın da kreşe çevrilmesini defaatle talep ettiklerini belirtti.

5 Şubat 1946 tarihli Yeni Asır ve Anadolu gazetelerinde yer alan bir başka habere göre; Çocuk Esirgeme Kurumu’nun kongresinde Buca’da yeni bir yatılı yuva yapılarak Karşıyaka Çocuk Yuvası’nın yükü hafifletilecektir.

13 Haziran 1951 günü Demokrat İzmir gazetesinde Karşıyaka Çocuk Esirgeme Kurumu’nun yatılı yuvasında bulunan çocukların 5387 sayılı yasa gereğince İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Bornova’da açılan yurda devredildiği ve Karşıyaka Çocuk Yuvası’nın “Ana Kucağı ve Gündüz Bakım Evi” olarak hizmet vermeye devam edeceği haberi yer aldı.

29 Ocak 1953 günü kimsesiz ve eğitimi zor çocuklar hakkında incelemeler yapan Amerika’nın Boston Üniversitesi profesörlerinden Mr. Williams D. Kvraous, Bornova’daki kimsesiz çocukları yetiştirme yurdunu ve Karşıyaka çocuk yuvasını ziyaret etti.

1 Aralık 1953 tarihinde Karşıyaka’daki çocuk yuvası, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na devredilerek “Karşıyaka Çocuk Bakım Yurdu” adıyla hizmet vermeye başladı.

1959 yılının Mart ayında “Vilayet ve Belediyeler Korunmaya Muhtaç Çocukları Koruma Birliği” emrine verildi. 1960 yılında Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nca gönderilen 2.461.351 lira ile 4.165 metrekare alan üzerine yeniden inşa edildi.

 

42

 

“Medeni” ve “Münevver” ama “Susuz”

Karşıyaka Belediyesi’nin daveti üzerine Karşıyaka’yı ziyaret eden İzmir milletvekili Ahmet Enver

(Özgen) Bey’in gözlemleri ve saptamaları 22 Eylül 1929 tarihli Anadolu gazetesinde yayınlandı.

 İzmir Atatürk Lisesi mezunu olan Ahmet Enver Bey; Konya Hukuk Mektebi’ni bitirdi. Manisa İcra Memurluğu, İzmir Noter Yardımcılığı, İzmir Divân-ı Harbî Örfî Soruşturma Kurulu Üyeliği, Belediye Meclis üyeliği, Tayyare Cemiyeti üyeliği yapan Enver Bey, Karşıyaka’da yaptığı sohbetleri

“Karşıyaka susuzdur ve bunu temin etmek lazımdır.” diye özetler.

“Değil Karşıyaka gibi medeni ve münevver bir muhitte, herhangi küçük bir mahallede bile susuz hayat olmaz.” diyen Enver Bey, “Şimdiye kadar Karşıyaka neden böyle susuz kalmış ve nasıl

yaşayabilmişti?” diye sorarak şaşkınlığını gizlemez. Enver Bey’e göre; “Karşıyaka’nın suyu, muhakkak ki bir devlet işi değildir. Bu suyu halk yani Belediye getirmek ve temin etmek mecburiyetindedir.”

Enver Bey, “Karşıyaka Belediyesi’ne para bulmak lazımdır.” görüşündedir. “Halkapınar suyunun Karşıyaka’ya getirilmesi ehvendir. Halkapınar Suları Şirketi’nin bu işe yatırım yapması ticari açıdan akılcı bir yatırım değildir.” diye yazan Enver Bey’e göre; “Şu halde himmet gene dereye düştü demektir.”

“Netice olarak Karşıyaka Belediyesi’nin, daha doğru bir ifade ile Karşıyakalıların bu işi

başarmalarından başka çare kalmıyor. Elektrik, telefon gibi ihtiyaçlar bu vaziyet karşısında ağza bile alınmamalıdır.” diyerek oldukça karamsar bile tablo çizerken “Karşıyakalı vatandaşlardan ızdırap vermeyecek bir şekilde bu paranın temini zaruridir.” önerisinde bulunur. Bunun da çaresi Belediye’nin “su resmi” istemesidir. “Bu noktadan bakılınca: Karşıyakalılar “vergi” değil, “resim” ödeyeceklerdir, yani kendi işlerini Belediye’ye verecekleri para ile gördüreceklerdir.”

Enver Bey’e göre; “Belediye sınırları içinde mukim ve bu sudan istifadesi pek tabii bulunan bütün vatandaşları ister emlak sahibi olsunlar, ister olmasınlar tartı adilane ve makul olur.”

“Su Resmi”nin alınması için önerileri de vardır.

1.         Bu “resim” sudan başka bir ihtiyaca harcanmamalıdır.

2.         On yıl süreyle alınmalıdır.

3.         “Resmi”n oranı Belediye mazbataları üzerinden tetkik ve tesbit olunmalıdır.

Enver Bey, “Esasen istikraz ile de bu iş yapılabilse parayı gene halkın vereceği muhakkaktır. Bu muamele nihayetülemir bir şekilden ibarettir. Her ikisinin varacağı netice aynıdır. Yalnız halktan bu parayı alırken onu rahatsız etmeyecek bir tertip bulmak lazımdır.” diye yazarak Karşıyaka’ya su getirilmesinin faturasını halka ödetmek istiyordu.

Bu yazıdan bir ay sonra, 24 Ekim 1929 cuma günü Amerika Birleşik Devletleri New York borsasının çökmesiyle patlayan büyük bir “ekonomik kriz” tüm dünyayı etkisi altına aldı. 1929 Dünya Ekonomik Krizi, İzmir piyasalarında büyük bir durgunluk yarattı. Borçlarını ödeyemeyen tüccarlar iflas etti.

İzmirli banka müşterileri yatırımlarını bankalardan almak için başvurunca İzmir piyasasında alım- satım bir anda durdu. İşsizlik büyük oranda arttı.

İşsizlikle mücadele amacıyla İzmir Belediyesi bir “İş Bulma Şubesi” açtı. Belediye işletmelere birer yazı gönderip personel ihtiyaçlarını kendilerinden karşılamalarını rica etti.

Enver Bey’in önerisi bir ay içinde çökmüştü.

 

43

 

Karşıyaka’da tiyatro dayanışmaları

II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte ortaya çıkan görece özgürlük ortamında basın ve sanat ortamı yeni oluşumlara kavuştu. İzmir’de ilk tiyatro topluluğu Osmanlı Heveskaran Heyeti adıyla kuruldu.

Tiyatrosever gençlerin kurduğu bu grup; Heveskaran Cemiyeti, İzmir Heveskaran Tiyatro Cemiyeti, Heveskaran-ı Şübban (Hevesli Gençler) gibi isimlerle de anıldı.

10 Eylül 1908 günü Osmanlı Heveskâran Tiyatro Cemiyeti, Karşıyaka’da yeni açılan tiyatroda Niyazi ve Enver kruvazörleri yararına “Vatan” piyesini sahneledi. İttihadçıların donanmayı güçlendirmek için halktan topladıkları bağışlarla alınan iki kruvazöre “Hürriyet Kahramanı” olarak adlandırılan Resneli Niyazi Bey ile Enver (Paşa) Bey’in adları verilmişti.

II. Meşrutiyet’in ilan edilmesine karşın kadınların hala tiyatroya gitmesinin hoş karşılanmadığı günler yaşanıyordu. Sami (Gündür) Bey’in 26 Mayıs 1931 tarihli Hürriyet gazetesinde yer alan anılarına göre; Polis Müdürü Cemal Şahingeri’nin önderliğinde Karşıyaka Polis Karakolu yararına hanımlara bir temsil verildi. Karakolun onarılması için düzenlenen bu etkinlikte “Akif Bey” adlı temsil 9 Ocak 1914 günü sahnelendi.

Bir yandan provalar yapılırken diğer yandan da biletler elden satılıyordu. Karşıyaka Başkomiseri Küçük Eşref Bey Karşıyakalıları bu temsile gelmeleri için ikna etmeye çalışıyordu. Sami Bey, bu temsilin kadınlara verilmesini istiyordu. Bu düşüncesini ziyaretine gittiği Polis Müdürü Cemal Bey’e makamında yaptığı ziyaret sırasında açtı. Sami Bey’in çekindiğini gören Cemal Bey “Azizim taassup devri geçti. Meşruti bir Hükümet idaresindeyiz. Tüm sorumluluk Polis Müdürü olarak bana aittir. Bu temsili benim himayemde hanımlara verebilirsiniz. Hemen gazetelere ilan verin.” dedi.

2 Ocak 1915 günü dönemin İzmir Valisi Rahmi Bey’in himayesinde İttihad ve Terakki’nin bir kuruluşu olan Karşıyaka Nisvan (Kadınlar) Komisyonunca geliri Hilal-i Ahmer’e bağışlanmak üzere İzmir Tiyatrosu’nda üç perdelik “Aile Faciaları” sergilendi.

Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Karşıyaka şubesi tarafından kurulan Karşıyaka Müdafaa-i Milliye Heyet-i Temsiliyesi (Karşıyaka Tiyatro ve Heyet-i Temsiliyesi) Haziran 1915 tarihinde kuruldu. Ramazanın ikinci gecesi Karşıyaka Müdafaa-i Milliye Tiyatrosu’nda kadınlara ve erkeklere ayrı gün ve ayrı saatlerde “Kafkas Kahramanları” oyununu sergiledi.

Aynı grup tarafından 1915 yılı Temmuz ayının başında yalnızca kadınların izlediği bir oyun sergilendi. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı İnas (kızlar) Mektebi yararına Karşıyaka Müdafaa-i Milliye Tiyatrosu’nda Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Mürebbiye” adlı oyunu Karşıyakalı kadınlara sahnelendi.

Karşıyaka Müdafaa-i Milliye Heyet-i Temsiliyesi, 23 Aralık 1915’te Vali Rahmi Bey’in himayesinde geliri Karşıyakalı yoksullara bağışlanmak üzere Kordon’daki İzmir Tiyatrosu’nda Moliere uyarlaması “Zor Nikah” oyununu sergilediler.

 

44

 

Karşıyaka’da Sıtma salgını

Bataklıkların ve durgun suların olduğu yerlerde çoğalan sivrisinekler dönem dönem sıtma salgınına da neden oldular. Bir sıtma yatağı olan Bostanlı bataklığı sivrisinek üretiyor ve ölümcül olabilen bakteriyel bir enfeksiyon olarak Karşıyaka’yı etkiliyordu.

1929 yılının yaz aylarında Başta Karşıyaka olmak üzere İzmir’in büyük bir bölümünde zehirli sıtma hastalığı ile karşılaşılmıştı.

2 Ağustos 1929 tarihli Anadolu gazetesine göre; Bayraklı’da salgının yoğun oluşu sebebiyle şikâyetler artmıştı. Köy Kanunu gereğince idare edilen Bayraklı’nın ihtiyar heyeti, salgını önleyemiyor olmaları sebebiyle Mülkiye Müfettişliği’ne müracaat edip Bayraklı’nın İzmir ya da Karşıyaka idaresine geçmesini istediler.

12 Kasım 1930 tarihli Hizmet gazetesinde yer alan bir makalede Karşıyaka bataklıkları konusu ele alınırken “Karşıyaka'nın etrafındaki bataklıkların kurutulması faaliyetlerinden istenilen şekilde netice alınamamıştır. Sivrisinek çamur ve nihayet sıtma; Karşıyaka'nın mukadderatına karışmış gibidir.” görüşlerine yer verildi.

Karşıyaka Dispanseri’nin verilerine göre; Kasım 1929 - Haziran 1930 tarihleri arasında Karşıyaka’da 1471 çocuk, 1928 kadın, 992 erkekte toplam 4391 sıtma (malarya) olayı görüldü. 1930 Yılı Temmuz ve Kasım ayları arasında 1160 çocuk, 1009 kadın, 876 erkekte toplam 3045 sıtma salgınına rastlandı.

22 Ekim 1930 günü ilk çok partili yerel seçimlerden sonra Belediye Başkanlığına seçilen Sezai (Göker) Bey’in 9 Kasım 1931günü Halk Fırkası toplantısı sırasında istifa etmesi üzerine ertesi gün Belediye Başkanlığına getirilen Belediye Meclisi üyesi Behçet Salih (Uz) Bey’in başkanlığı döneminde başta Bostanlı bataklıklarının kurutulması için çalışmalar yapıldı.

1931 yılında Sıhhat ve İçtimai Muavenet Müdürlüğü sıtmanın durumunu anlamak için bir istatistik hazırlamış; buna göre Nisan’dan Temmuz’a kadar olan süreçte yalnızca Bostanlı’da 400 kişi sıtmaya yakalanmış, 265 kişi enjeksiyon yapılarak, geri kalanı da kinin verilerek tedavi edilmiştir. Bu süreçte iki kişi sıtma sebebiyle vefat etmişti.

Karşıyaka Dispanseri’nin verilerine göre; 1931 yılında 512 çocuk, 780 kadın, 912 erkekte toplam 2204 kişide sıtma hastalığı saptandı. 1931 yılı Ağustos ayı ve 1932 yılı Mayıs aralığındaki süreçte Karşıyaka’da 266 çocuk, 774 kadın, 727 erkekte 1767 sıtma olayı yaşandı.

26 Temmuz 1931 günü Yeni Asır gazetesinde yer alan bir habere göre İzmir Valisi Kazım (Dirik) Paşa da sıtmaya yakalanmaktan kurtulamamıştı.

Buna rağmen sıtma salgını birkaç yıl sonra yine ortaya çıktı. 27 Mayıs 1935 tarihli Yeni Asır

gazetesine göre; Sıtma Mücadele Komisyonu, Karşıyaka Örnekköy’de, genel bir muayene yapmış, bu muayeneye katılan çok az kişi olmuş, köylüler muayeneye gelen görevlilerin yanına gitmemişlerdir. 69 aile, toplamda 266 kişi sıtma muayenesi yaptırmamış ve görevliler Sıtma Mücadele Yasası gereği bu kişileri mahkemeye vermişlerdi

 

45

 

Karşıyaka Şükran Kurdakul’u unutmadı

5 Eylül 1997 günü başlayan 3. Karşıyaka Festivali’nde konuşmacılardan biri olan Şükran Kurdakul’un ismi, Karşıyaka Belediye Meclisi’nin aldığı kararla, 9 Eylül günü Karşıyaka’da yaşadığı 1719 numaralı Eski Belediye Sokağı’na verildi.

Kurdakul, babasının son görev yeri olan Antalya’da 23 Mart 1927’de dünyaya geldi. Aile, 1928 yılında Antalya’dan İstanbul’a taşındı. İlkokulu ve ortaokulun ilk iki sınıfını İstanbul’da, ailesi 1940 yılında İzmir’e taşındığı için son sınıfı İzmir Karşıyaka ortaokulunda okudu. Liseye Namık Kemal Lisesi’nde başlamasına karşın, önce Karşıyaka Lisesi’nde, sonra İnönü Lisesi’nde (Namık Kemal Lisesi) devam etti.

Doğumundan 1 yıl dört ay sonra babasını yitirmiş, Büyük ağabeyi Necdet Kurdakul yedek subay olarak İzmir’e gittiği için aile İzmir’e taşınmıştı.

Kurdakul, ailesinden aldığı sınırlı harçlıklarını biriktirerek Karşıyaka’nın ünlü kitapçısı “Kitapçı İhsan”dan kitap alarak kültür dünyasını varsıllaştırdı. 1942-1946 arasında İzmir ve Karşıyaka Halkevi’ndeki günleri ona yeni ufuklar açtı. Karşıyaka Halkevi’nin kitaplığı okuma alışkanlıklarını geliştirdi. Varlık, Servet-i Fünun (Uyanış), Çığır ve başka dergileri görerek zaman içinde gelişmekte olan yeni şiir akımını izleme olanağı buldu. Karşıyaka Halkevi Başkanı Asım Kültür, onun kardeşi İsmet Kültür, Attila İlhan, Hilmi Ziya Apak ve Kemal Bilbaşar ile tanıştı.

Besim Akımsar’ın çıkardığı “Kovan” dergisinde şiirleri yayınlanmaya başladı.

İzmir onun için ilklerinin kenti oldu. İlk kitabı İzmir’de yayınlandı. İlk tutuklanması da İzmir’de oldu.

Halkevi Edebiyat Kolu başkanı Hüseyin Avni Ozan’ın özendirmesi üzerine “Fikirler” dergisinde yayımlanan şiirlerinden oluşan ilk kitabı “Tomurcuk”, İzmir’de 1943 yılında Kemaraltı’daki Ege Matbaası’nda basıldı. Kurdakul henüz on altı yaşındaydı ve kitap da on altı sayfaydı. Ortaokulu yeni

bitiren Kurdakul bu kitabın baskı parasını Karşıyaka Ortaokulu’nun katibinden almıştı.

1944’te, ikinci kitabı olan “Zevklerin ve Hülyaların şiirleri” yine Ege Matbaası’nda basıldı. Kitap, bu kez 22 sayfaydı.

1945 yılında Besim Akımsar ve Nahit Ulvi ile akşamları Karşıyaka meyhanelerinde yaptığı söyleşilerle edebiyat çevresine katıldı. Attila İlhan ile birlikte “Fikirler” dergisini yönettiler.

1946 yılında okuldan ayrılarak İzmir Belediyesi Encümen Kalemi’nde çalışmaya başladı. Bir arkadaşına gönderdiği mektupta “siyasi suç” işlediği suçlamasıyla 4,5 ay hapis cezası alarak tutuklandı, ancak on beş gün sonra temyizde aklandı.

1948 yılında dergiciliğe ilk adımını İzmir’de yayınlanan ve ancak üç sayı okurlarıyla buluşabilen Kemal Dayan’ın sorumluluğundaki “Genç Nesil” dergisinde attı.

 1948 yılının Haziran ayında askerlik için Maraş’a gitti, Ağustos 1950’de terhis oldu. Askerdeyken ailesi yeniden İstanbul’a taşındı. Böylelikle Kurdakul’un sekiz yıllık İzmir yaşamı sona ermiş oldu.

Karşıyakalılar Kurdakul’u hiç unutmadılar. Karşıyaka Belediyesi 19 Ocak 1992’de “Şükran Kurdakul’a Saygı Toplantısı”, 18 Aralık 2004 günü Şükran Kurdakul Sokağı’nda anma töreni, aynı

akşam Karşıyaka Nikah Salonu’nda bir etkinlik, Karşıyaka Belediyesi Şiir Atölyesi Karşıyaka Kültür merkezinde 26 Ocak 2019 günü bir etkinlik, Karşıyaka Belediyesi Şükran Kurdakul adına Nisan 2019’da bir şiir yarışması düzenledi.

 

 

 

 

46

 

“Dar-ül Musiki” Karşıyaka şubesinin ilk genel kurulu yapıldı

 

Mildan Niyazi Ayomak, 1888 yılında Safranbolu’da doğdu. Babası İsmail Hakkı Bey, İstanbul Belediyesi’nin Levazım Ayniyat memurluğunda çalışıyordu. II. Abdülhamid döneminde politikayla uğraştığı için zamanın jurnalcileri tarafından saraya ihbar edilen Ayomak, Jön Türklerin Avrupa’yı tercih etmesine karşın diğer bazı muhalifler gibi Mısır’a kaçarak uzun zaman Kahire’de yaşadı. Orada müzikle ilgilenip nota öğrendi. II. Meşrutiyet ilan edilince İstanbul’a döndü. Darülfünun’da matematik okurken I. Dünya Savaşı başladı ve yedek subay olarak askere gitti. Savaş sırasında Irak Cephesinde İngilizlere tutsak düştü.

1925-1933 arasında İzmir’de yaşayan Mildan Niyazi Ayomak, 1925 yılında Karantina’da ilk özel sanat okulu olan “Dar-ül Musiki” adlı müzik okulunu açtı. İzmirlilerin okula gösterdiği büyük ilgi sonunda bu okulun Karşıyaka ve Beyler Sokağı’nda birer şubesini daha hizmete soktu. Türk müziğinin önemli isimlerinden Hüseyin Saadettin Arel, Dr. Suphi Ezgi ve İlyas Tonguç gibi hocalarla okulda düzeyli bir eğitim veriliyordu.

Hem Türk müziği hem de Batı müziği eğitimi verilen bu okulların İzmir’in sanat yaşamına katkısı büyük oldu. İzmirli sanatçı ve sanatseverler Karşıyaka’ya giderek oradaki sanatçı ve sanatseverlerle bir araya gelerek “meşk” ederler ve evlerde söyleşirlerdi. ”Karşıyaka Musiki Mahfeli” adını taşıyan Karşıyaka’nın ilk sanat oluşumu bu beraberlikler sırasında ortaya çıktı. Karşıyaka Musiki Topluluğu olarak da bilinen bu grubun çoğunluğu Dar-ül Musiki’nin öğrenci ve öğretmenlerinden oluşuyordu.

29 Mart 1929 günü ilk genel kurulunu yapan “Dar-ül Musiki”nin Karşıyaka Mahfeli ilk konserini 21 Temmuz 1929 günü verdi. 16 Ekim’de Zafer Sineması’nda düzenlenen Hafız Burhan konseri Karşıyaka Mahfeli’nin önemli etkinliklerinden biri oldu.

Birkaç yıl sonra ekonomik sıkıntıya girdiği için, Mildan Niyazi Ayomak, Karantina’daki okulunu ve Karşıyaka şubesini kapattı. Beyler Sokağı’ndaki okul bir süre daha “Hayat Bilgisi Okulu” adıyla çalışmalarını sürdürdü. Mildan Niyazi, 1933 yılında bu okulu da kapatarak İstanbul’a yerleşti.

Aynı yıl İstanbul’da açtığı yeni okulu kısa süre sonra kapatmak zorunda kaldı. Daha sonra İstanbul Belediyesi’nin Levazım Ayniyatı’nda çalıştı. Babası İsmail Hakkı Bey de bu görevde bulunmuştu. 1933-1935 yılları arasında 15 günde bir yayınlanan  “Nota” isimli bir dergi çıkardı. Bu dergiyi yayınlamasını Atatürk istemişti. Derginin ilk sayısında yer alan “Niçin Çıkıyoruz?” başlıklı yazısında “Bugünkü musikimizde ustalıktan ziyade kazanç düşünüldüğünden” ve “ bilgili musikicilerin “azlığı”ndan söz etti.

Reformcu görüşlerini yansıttığı dergi 37 sayı yayınlandı. “Nota” dergisinin kapaklarında genel olarak Tanburi Şadiye Hanım, Vedia Rıza Hanım, Fazilet Hanım, Piyanist Anjel Hanım, Hamiyet Hanım, Fikriye Hanım, Makbule Hanım, Nedime Hanım, Deniz Kızı Eftelya Hanım, Mahmure Suat Hanım, Leyla Hanımefendi, Mahmure Handan Hanım, Müşerref Hanım,  Hidayet Hanım, Kerime Hanım, Melahat Hanım, Leman Ekrem Hanım, Necmiye Hanım, Süheyla Bedriye Hanım gibi kadın sanatçıların fotoğraflarını kullandı.

Bunlar da bize dergide Atatürk’ün etkisi ve yönlendirmesi olduğunu gösteriyor.

 

 

 

47

 

Halide Onbaşı: “Demokrasi hediye edilmez.”

Sakarya Savaşı sırasında Miralay Asım (Gündüz) Bey tarafından “onbaşı” rütbesi verilen Halide Edip Adıvar, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti listesinden bağımsız İzmir milletvekili adayı oldu.

7 Mayıs 1950 günü İzmir’e gelen Halide Onbaşı, 8 Mayıs’ta yapılan Bornova mitinginde bir konuşma yaptıktan sonra akşam saat 21.00’de Fuar Gazinosu’nda Demokrat Partinin düzenlediği toplantıya da katıldı ve orada da bir konuşma yaptı.

9 Mayıs akşam saat 21.30’da bu kez Karşıyaka Demokrat Parti teşkilatında Karşıyakalılara seslendi.

10 Mayıs 1950 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan habere göre; konuşmasına “Demokrasi hediye edilmez.” diyerek başlayan Halide Onbaşı sözlerini “ Demokrasi her gün, her hareketimizle, nefsimizle, mücadele ile, etrafımızla işbirliği ile ve icap ederse, tek başımıza yeniden kazanılacak ve milletin kafasına yerleştirilecek hayati ve mukaddes bir kıymettir.” diyerek sürdürdü. Halide Onbaşı, konuşmasının ilerleyen bölümünde Demokrat Parti beyannamesinde yer alan tasarruf, gıda, ziraat siyaseti, mesken davası, maarif meselesi ve dil meselesi konularına değindi.

10 Mayıs 1950 tarihli Demokrat İzmir gazetesinde yer alan habere göre; Halide Edip Adıvar Hanım Karşıyaka’da yaptığı konuşmada “14 Mayıs’tan sonra ilk adımını atacak olan yeni ve ileri demokrasinin ilerlemesinde, ihtilal denilebilecek hareketlerin önüne her ne pahasına olursa olsun geçmek lüzumunda ısrarcı olmak” gerektiğini vurguladı.

Halide Onbaşı’ya göre; devri sabık yaratılmamalıdır. İktidar geçmişin hesabını sorma derdine düşmemelidir. Geçmişin kötü geleneklerinden ibret alıp bunlara bir sünger çekmek gerekir. Demagoji yani halk avcılığından sakınmak gerekir, demokrasi artık eski günlerin ağız kalabalığı değildir. İktidar kudrete kapılıp bundan istifade etmeye kalkışmamalıdır. Muhalefet, iktidarın halka vaat ettiklerini yerine getirip getirmediğini günü gününe takip etmelidir.

12 Mayıs günü İzmir’den ayrılan Halide Onbaşı, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde İzmir’den bağımsız milletvekili seçildi.

Beynelmilel Muharrirler Kulübü’nün İskoçya’da yaptığı toplantı dönüşünde Halide Edip Hanım yeniden İzmir’e geldi. 3 Ekim 1950 tarihli Demokrat İzmir gazetesinde yer alan habere göre;  Hailde Onbaşı “Burada kalacağım müddeti şimdiden tayin etmiş değilim. Ancak, memleketin gelecekteki iktisadi kalkınmasının ciddi etütlere dayanması lazım geldiğine inanıyorum. Bu bakımdan İzmir’i ve ilçelerini, layıkı veçhile tanımak için ne kadar lazımsa, o kadar kalacağım. Bu arada İzmir’in işçi meselelerini de tetkik etmek istiyorum. İzmirli işçilerle konuşup onları yakından tanımak, dertlerini, isteklerini tespit etmek, bu seyahatimin başlıca gayeleri arasındadır.” açıklamasında bulundu.

Halide Onbaşı, 9 Mayıs 1950 günü Karşıyaka’da yaptığı konuşmada öne sürdüğü görüşlerinin gerçekleşmediğinin hayal kırıklığı içinde, 5 Ocak 1954 günü Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Siyasi vedaname”  yazısı ile siyasete veda etti.

 

 

 

48

 

Karşıyaka Halkevi’nin etkinlikleri sürüyor

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Karşıyaka Halkevi, başta Karşıyakalılar olmak üzere tüm İzmirlilere çalışmalarını sürdürerek savaşın günlük sıkıntılarını unutturmaya çalışıyordu. Halkın Sesi gazetesinde zaman zaman bu konuda haberlere yer veriliyordu.

“Halkın Sesi” Gazetesi imtiyaz sahibi ve başmuharriri Sırrı Sanlı tarafından günlük olarak yayınlanıyordu. 15 Haziran 1930 gününden itibaren önceleri akşam gazetesi olarak yayınlanan gazete Serbeste Fırka yanlısı bir siyasal çizgi izledi.

22 Şubat 1952 tarihinde İngiliz Kralı VI. George’nin ölümüm nedeniyle yapılan ayini izlerken İngiliz Kilisesi’nde geçirdiği bir kalp krizi sonucu ölünceye dek Mehmet Sırrı Sanlı Bey, onun ölümünden sonra 1965 yılına dek oğlu Reşat Sanlı İmtiyaz sahibi ve başmuharriri olarak gazeteyi yayınlamayı sürdürdü. Halkın Sesi, Birinci Beyler Sokağı’nda kendi matbaasında basılıyordu.

“Sakızlı Mehmet” olarak tanınan Mehmet Sırrı Sanlı 1884 yılında Sakız’da doğdu. Sakız’da ibtidai ve rüştiyeyi bitirdi.  İzmir’e taşınmaları üzerine idadiyi burada bitirdi. 1908 yılında Sakız’da ilkokul öğretmenliği yaparak çalışma yaşamına başladı. 1910 yılında İzmir Sultanisi öğretmen yardımcılığına atandı. İzmir’e temelli yerleşti. Şubat-Mart 1912’de yayınladığı “Talebe” dergisini 3 sayı çıkarabildi. 1918’de bir matbaa kurarak 24 Mayıs 1919’dan itibaren Sada-yı Hak gazetesini çıkarmaya başladı. Sada-yı Hak gazetesi 1925 yılının Mart ayında kapatıldı. Kasım 1918 tarihinde ise Michel Comberes ile birlikte Fransızca “Le Levant” gazetesini yayınladı. Bu gazete 1938 yılına dek yirmi yıl yayın yaşamını sürdürebildi. Sanlı, Aralık 1922’de İsmail Hakkı Ocakoğlu ile birlikte “Kahkaha” adında bir mizah gazetesi çıkardı. Eylül 1924- Ocak 1925 arasında da “Resimli Yurt” adında bir başka mizahi ve edebi dergi çıkardı. Halkın Sesi’ni yayınlarken aynı zamanda 4 Temmuz- 27 Eylül 1936 tarihleri arasında “Efe” adında haftalık bir gazete de çıkardı. 23 Ocak 1951 tarihinde de ancak bir sayı yayımlanabilen “Atom” adında haftalık mizahi bir gazete yayınladı.

Halkın Sesi gazetesinde 12 Kasım 1941günü yayınlanan bir habere göre; II. Dünya Savaşı nedeniyle petrol bulma imkânları olmadığı için evlerinde ders çalışma olanağı bulamayan öğrencilere, Karşıyaka Halkevi’nde okuma salonu yapılmıştı.

29 Nisan 1942 tarihindeki habere göre: Karşıyaka Halkevi’nde bir müzik öğretmeni tarafından bir konferans verildi.

Aynı gün Halkın Sesi’nde ilginç bir haber daha yer aldı. “Çocuk Haftası” olması sebebiyle Karşıyaka Halkevi üç ile beş yaş aralığındaki çocukların katıldığı bir yarışma düzenlemiş, yarışmaya katılan çocuklara pusula hediye edilmişti. Yarışmanın birincisi Enver Özer adında bir çocuk olmuştu.

1 Aralık 1944 günü gazetede yer alan bir habere göre; Karşıyaka Halkevinde Mr. Cooke “ İngiliz parlamentosunun tekâmülünün tarihçesi” konulu bir konferans vermişti.

17 Mart 1945 tarihinde bir başka habere yer veriliyordu. Karşıyaka Halkevi’nde Süleyman Tuser adlı bir vatandaş “Topkapı Sarayı” konulu tarihi bir konferansı epidiyaskopla (kâğıt ve karton gibi saydam olmayan bir yüzeydeki resim ya da yazıyı büyük bir ekrana ya da duvara yansıtma yöntemi ) sunmuştu.

 

 

49

 

“Bariz Bir İttihadçı”nın gözüyle Karşıyaka’nın sorunları

İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti toplantılarına “...esasen beni (Bariz bir İttihadçı) diye heyet-i Merkeziye azalığına dahi kabul etmemeği muvaffık-ı siyaset addeylemişlerdi. Ben istişari reyi haiz olmak suretiyle münasip (!) görülen içtimalara davet edilirdim, gazeteci bulunmasaydım ihtimal bu davetlere de beni iştirak ettirmezlerdi.” diye yazan Haydar Rüştü (Öktem) Bey, 1912 yılının Kasım sonu ya da Aralık ayı başında İzmir’e geldi.

İstanbul’da Tıp eğitimi alırken başladığı gazetecilik yaşamını Hukuk Mektebi’nde okurken Selanik’te de sürdüren Haydar Rüştü Bey, İzmir’de bir yandan İttihad ve Terakki Mektebi’nde edebiyat öğretmenliği yaparken bir yandan da İttihad ve Terakki’nin İzmir Kati-i Mes’ul’ü Küçük Talat Bey’in çabalarıyla İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organı olan İttihad gazetesinin yerine 1911’de yayınlanmaya başlanan Anadolu gazetesinde yazmaya başladı.

İttihadçı olması nedeniyle İzmir’e geldiğinde İzmirli İttihadçılar tarafından desteklenen Haydar Rüştü Bey, Anadolu gazetesinde yazmaya başladıktan 8 ay sonra Akil Koyuncu’nun öğretmenliğe atanması ile 26 Mayıs 1913 tarihinde gazetenin başyazarlığına ve sorumlu müdürlüğüne getirildi. Daha sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti bu gazeteyi “karı ve zararı kendisine ait olmak üzere” Haydar Rüştü’ye devretti. Gazetenin başyazarlığını da ölümüne dek sürdürdü. Anadolu, İttihad ve Terakki’nin yerel sözcüsüydü.

1923-1943 yılları arasında milletvekilli olan ve başta İzmir olmak üzere ülkenin birçok sorunuyla ilgili yazılar kaleme alan Haydar Rüştü Bey, 21 Kanunuevvel 1930 tarihli Anadolu gazetesindeki “Yapılmıyan İşler” başlıklı başmakalesinde İzmir şehrinin mühim birkaç noksanı olduğunu belirttikten sonra “Karşıyaka gibi kalabalık nüfusu olan güzel bir şehirde susuzluk çok elim bir mahrumiyettir. Buraya nereden ne suretle su getirilecekse bir an evvel getirmek lazımdır. Senelerce proje, keşif, para arkasında koşmakla bu iş başarılamaz. Bu işi müstakil ve hayati bir mesele telakki üzerinde musırrane (inatla) çalışmak lazımdır. Bu su işini şehrin umumi işleri arasına sokarsak alacağımız netice zaman geçirmekten, mahrumiyeti temadi (sürüp gitmek) ettirmekten başka bir şey olamaz.” sözleriyle Karşıyaka’nın su sorununa dikkatleri çekti.

Haydar Rüştü Bey yazısının ilerleyen bölümünde “Kordon tramvayı ve Karşıyaka’nın tenviri (aydınlatma)  işi de artık mürmin bir şekil almıştır.” diye yazdıktan sonra “Karşıyaka’da isli küflü lambaların ışığı ile kararan gözlerimizi ve ruhlarımızı aydınlatalım.” dileğini ekler.

Haydar Rüştü Bey, 24 Teşrinievvel 1936 tarihli Anadolu gazetesinde  “Gönül İster Ki” başlıklı başyazısında bu kez “Bu güzel yurdun daha güzel olması için gönüllerimizin istediklerine hudut çizmek mümkün değil. Mesela Karşıyaka’ya daha süratle giden vapurlar isteyen gönüller…” diye bir eleştirisini bir dilek gibi yazma ustalığına da sahipti.

 

50

 

“İzmir Modası”

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yerli üretici ve sanayiciyi teşvik amacı ile yerli malları kullanımı özendirildi. 9 Aralık 1925 tarihinde “Yerli Kumaştan Elbise Giyilmesine Dair Kanun” kabul edildi. Kısa süre sonra Emekli Yüzbaşı Naim Bey’in girişimi ile 1926 yılının başında İzmir’de “Yerli Mamulâtı Müstehlikler (Tüketicileri) Cemiyeti” kuruldu.

1928 yılında yiyecek ve  çecek maddelerinin ithalatı dolayısıyla yurtdışına g den döv z m ktarı arttı. 1929 yılında Türk Lirası’nın değer kaybetmesi ve ithalatın kısılması zorunluluğu sonucunda halkın yerli malı kullanması için yeni adımlar atıldı. Yerli mallarında etiket kullanma mecburiyeti getirildi. Yerli malı üreten sanayi kuruluşları teşvik edildi. 1929 yılında yerli malı kullanımını teşvik amacıyla İzmir’de Yerli Malları Koruma Cemiyeti’nin kuruldu.

29 Mayıs 1929 tarihli Hizmet gazetesinde yer alan bir haber, yerli malı kullanmayı öne çıkaran yeni bir modayı tanıtıyordu.

“İzmir modası: Gayet nefis bir şekil tesbit edildi. Hepimiz giyeceğiz… Mukarrer olduğu veçhile dün Veremle Mücadele Cemiyeti’nde Vali Kazım Paşa hazretlerinin riyasetleri altında Yerli Mallarını Koruma Cemiyeti tarafından bir toplantı yapılmış ve bu toplantıya polis Ömer, Sanayi ve Mesai müdürü Naci beylerle memleketin birçok zevatı ve spor kulüpleri mümessilleri iştirak etmişlerdir. Toplantının sebebi yerli mallarından olmak üzere bir İzmir modası ihdası idi. Yapılan uzun müzakerat (görüşmeler) neticesinde şu şekil takarrur (kararlaştırma) etmiştir.

Kadıköy mamulatı beyaz renkli ve siyah çizgili kumaştan avcı biçimi, medeni yakalı, kendinden kuşaklı, dört cepli ceket.

Yerli ipekliden kırem renginde, takma yakalı gömlek. Kıravat gömleğin kumaşından olacaktır.

Ceketin üst sol cebinde yerli ipek mendil.

Pantolon yerli kumaştandır. Biçimi ve rengi zevke bırakılmıştır.

Kumaşların satıldığı yerle dikecek terziler gazetelerle ilan edilecektir. Ceketle gömlek ve kıravat azami yedi buçuk liraya çıkacaktır. Haziran evasıtına (ortasına) doğru bu modanın derhal yayılacağı muhakkaktır, çünkü çok zarif olduğu gibi her yaşta insanlarında giyebileceği şekildedir.

Vali Paşa hazretleri ilk giyinenler arasında bulunmaktadır.”

Kısa süre sonra İzmir modasına uygun giyinenler arasında Karşıyakalılar göze çarpıyordu.

İzmir ülke tarihinde birçok “ilk”e öncülük ederken, Karşıyaka da İzmir tarihinde birçok “ilk”e imza attı.

 

 

 

51

 

Cumhuriyet’in ilk “Sağır-Dilsiz ve Körler Okulu” Karşıyaka’da açıldı.

Musevi kökenli Albert Karmona, 1900 yılında Kuşadası’nda dünyaya geldiğinde işitme ve konuşma engelliydi. Annesi tarafından Paris’te işitme ve konuşma engelliler için eğitim veren bir terzilik okuluna gönderildi. Diplomasını aldıktan sonra İzmir’e döndü. Büyük Kardiçalı Han’da açtığı terzi dükkanı sayesinde İzmir’in ünlü terzileri arasına girdi. İşitme ve konuşma engelli olduğunu hiç unutmayan Karmona önceleri işlerinden zaman ayırıp işitme ve konuşma engelli çocuklara özel eğitim verdi. Daha sonra Karşıyaka’da İplikçzade Köşkü’nde Sağır ve Dilsizler Okulu’nu kurdu. 1923 yılında Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekaleti’ne bağlanan okulun müdürlüğüne 1924 yılında Nöroloji Uzmanı Dr. Necati Kemal (Kip) Bey atandı.

1925 yılında okulda tahta ve dikiş-nakış mesleği öğretimine başlandı. 1926’da iki yeni öğrenci alınarak görme engelliler şubesi açıldı. Kurumun adı “Sağır Dilsizler ve Körler Müessesesi” olarak değiştirildi. 1926 yılında İstanbul’daki Sağır Dilsizler Körler Okulu kötü yönetilmesi nedeniyle kapatılınca 6 öğrencisi İzmir’e gönderildi.

1927 yılında marangozluk ve kunduracılık atölyeleri kuruldu. 1928’de okul geniş bir binaya taşındı. Orkestra kurmak amacıyla iki piyano ve dört keman alındı. 1929 yılında mesleki öğretime dokumacılık atölyesi eklendi.

1930 yılında okulun tarihinde bir ilk yaşandı. Görme engelliler bir konser verdi. İşitme ve konuşma engellilere matematik, tarih, coğrafya, eşya bilgisi dersleri verilmeye başlandı.

1932-1933 yıllarında demircilik ve terzilik atölyeleri kuruldu. İşitme ve konuşma engellilere kesirli hesaplar ve dil bilgisi eğitimi verilmeye başlandı.

1935 yılında görme engellilerin sayısı 23’e, işitme ve konuşma engellilerin sayısı 89’a yükselince okulun bünyesine yeni bir bina daha eklendi. Okul müzesi, laboratuvar ve atölyeler bu binaya taşındı. Okulun bünyesinde sekiz atölye oldu. Okul engelliler için sanat ve meslek okulu durumuna geldi.

“Sağır Dilsizler ve Körler Müessesesi”  ilk on yılda adına yakışır bir kurum haline dönüştürüldü. Bu öğrencilerin sosyal eksikliklerini gidermek üzere oluşturulan ilk sivil toplum örgütü olan “Sağır, Dilsiz ve Körler Himaye Cemiyeti” de 1937 yılında İzmir’de kuruldu.

Karşıyaka’daki okulun yetmemesi üzerine 1951 yılında işitme engelli öğrenciler Alsancak’taki eski İngiliz Hastanesi’nin binasına taşındı ve okulun ismi “İzmir Sağırlar Okulu” olarak değiştirildi. Bu okul, 1992 yılında Bornova’da yeni binasına taşındı.

Bu okul ve dernek ile Karşıyaka yalnız İzmir tarihinde değil, “Cumhuriyet Türkiyesi”nin tarihinde de bir ilke imza attı.

 

 

 

52

 

Karşıyaka’nın “9 Eylül”leri

“9 Eylül” İzmir tarihinde özel bir gündür. 1923 yılından günümüze kadar her yıl değişik etkinliklerle kutlanır. Bu kutlamalar sırasında Karşıyaka ile ilgili olanlar arasında ilgi çekici olanları anımsatmak için yıllar önceye gitmek gerekir.

6 Eylül 1929 tarihli Hizmet gazetesinde yer alan habere göre; İzmir – Kasaba ve Temdidi Demiryolu Müdüriyeti, 9 Eylül Bayramı nedeniyle 8-9 Eylül günlerinde halkın kutlamalara katılımını artırmak için yolcu taşıma ücretinde yüzde 25 indirime gitti. Bu indirim başlangıçta Karşıyaka ve İzmir’e özeldi. Ancak bu indirim sadece kutlamalara katılacak olanlara özgü olduğundan, yolcuların bagaj taşımalarına izin verilmeyecekti.

11 Eylül 1929 tarihli Hizmet gazetesi, Karşıyaka’da 9 Eylül kutlamaları nedeniyle gece fener alayı düzenlendiği haberine yer verdi.

Anadolu gazetesinin 11 Eylül 1933 günlü sayısında yer alan habere göre; “Şanlı donanmamız kurtuluş bayramını şereflendirmişti. Başta Yavuz Zırhlısı olmak üzere kruvazör, torpido ve denizaltı gemilerimiz ışıklandırılmıştı. Geç saatlere kadar projektörler İzmir’i ve Karşıyaka’yı taramıştı. O güne dek görülmemiş olan bu gösteri herkesi heyecanlandırmıştı.”

Bir yıl sonra, gösteriler “Karşıyaka sahilinden İzmir’e doğru atılan 101 adet topun gökleri gümbürdetmesi” ile başladı. 11 Eylül 1934 tarihli Anadolu ve Yeni Asır gazetelerinde yer alan haberlere göre; Vali Kazım (Dirik), CHP Reisi Avni (Doğan) Bey, Belediye Başkanı Behçet Salih (Uz) Bey, üst düzey askeri yetkililer otomobillerle Karşıyaka’ya gelerek Ferik Osman Paşa Camii bahçesinde bulunan Zübeyde Hanım’ın mezarı başında yapılan törene katıldılar.

Karşıyakalıların yoğun ilgi gösterdiği tören 15.30‘da başladı. İlk konuşmayı dönemin genç hatiplerinden Bülent Nuri Bey yaptı. Ondan sonra Kız Lisesi adına söz alan Pakize Şevki Hanım, Zübeyde Hanım’a ithafen duygulu bir konuşma yaptı. Tören mezara çelenk konulması ile sona erdi.

Gece törenlerinde süslenmiş ve ışıl ışıl parlayan vapurlar Karşıyaka, Bayraklı, Alsancak ve Göztepe sahillerinde dolaştılar.

1936 yılında İzmir, Ankara’dan gelen konuklarına ev sahipliği yaptı. 11 Eylül 1936 tarihli Halkın Sesi, Anadolu ve Yeni Asır gazetelerinde yer alan haberlere göre; Ankara Halkevi’nden Dr. Ragıp Bey’in başkanlığında gelen Ankaralı gençler 9 Eylül sabahı iki kola ayrılarak Halkapınar’da Şehitliğe ve Karşıyaka’ya gittiler.

11 Eylül tarihli Halkın Sesi, Anadolu ve Yeni Asır gazetelerinde gece yapılan eğlencelere de yer veriliyordu. Süslenmiş ve ışıklandırılmış vapurlar Karşıyaka, Bayraklı, Alsancak ve Göztepe sahillerinde körfez turu atmışlardı.

11 Eylül 1938 günlü Anadolu ve Yeni Asır gazetelerinde Vilayet’in yeni bir uygulamasına yer verildi.

9 Eylül günü, Kışla balkonundan yaptığı konuşmasında Vali Fazlı Güleç “TBMM’nin kabul ettiği İzmir turistik yollarının inşası hakkındaki yasa bu günden itibaren yürürlüğe girmektedir. Bu büyük kanunun uygulamaya konulmasının böyle mübarek bir güne rastlamasını İzmir için hayırlı sayarım.” dedi.

Bu uygulamaya göre 9 Eylül gününden itibaren Turistik Yollar Kanunu  uygulaması gereği İzmir’de ve banliyölerinde işleyen otobüs, tramvay ve İzmir-Karşıyaka vapurları ile yolculuk edenlerin biletlerinden yirmişer para “Turistik Yollar Hissesi” alınacaktı.

 

 

53

 

Yeni mahalleler kuruluyor

3 Kasım 1918 tarihinde Gaziemir’de doğan Mustafa Selahattin Akçiçek,  babası işi dolayısıyla Aydın’a taşınınca anneannesi ve dedesinin yanında ilköğrenimini Tınaztepe İlkokulu’nda, orta ve lise öğrenimini İzmir Erkek Lisesi’nde (Atatürk Lisesi) tamamladı. Liseden 1936 yılında mezun oldu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne devam etti. 1942 yılından buradan mezun oldu. Mecburi hizmeti için Doğu Beyazıt’a gitmemek için bir akrabasından aldığı borçla mecburi hizmet bedelini ödedi. Askerlik görevini İstanbul Yassıviran ve Kemerburgaz’da tümen hekimi olarak yaptı. Askerlik hizmetini 3 Mayıs 1945’de tamamlayarak İzmir’e döndü ve Eşrefpaşa’da bir muayenehane açtı.

1950’de yerel seçimler sonrasında İzmir Belediyesi Meclisi üyeliğine seçildi. Belediye Başkanı Rauf Onursal’ın 1954 yılındaki genel seçimlerde milletvekili seçilmesi nedeniyle istifa etmesinden sonra 22 Mart 1954-13 Kasım 1955 tarihleri arasında İzmir Belediye Başkanlığı görevini üstlendi.

Belediye Başkanlığı döneminde yapmak istediği Kadifekale ile Yamanlar arasında teleferik ile ulaşım projesi dönemin koşulları gereği yaşama geçirilemedi.

Bostanlı-Ahırkuyu deresinin batısında kalan bölge, Selahattin Akçiçek’in şehir dışında kalan yerlerin belediye sınırları içine alınması çalışmaları sırasında ilk ele alınan yerler arasındaydı. Yamanlar Yaylası’nı İzmir’e bağlayan yol Örnekköy sınırları içine alındı. Çınarlı-Bayraklı yolunun doğusunda kalan sahalar, Bayraklı gecekondu bölgesi belediye sınırları içine alınarak çarpık yapılaşmanın önüne geçilerek konut alanı için ayrıldı.

“Merkez Hali” projesi araç ulaşımı kolaylığını sağlayacak şekilde İzmir-Karşıyaka şosenin sağ tarafını kapsayacak biçimde düzenlendi. Karşıyaka semt hali dükkan yerlerinin keşifleri yapıldı.

Naldöken ve Alaybey yörelerinde bazı fabrikalar tarafından çevreye bırakılan küspe ve gübrelerin güneşin etkisiyle halk sağlığını tehdit etmesi üzerine fabrika yöneticilerini ihtar ederek uyardı.

Bostanlı’da yapı kooperatiflerine tahsis edilen ancak imar planında okul inşa sahası olarak ayrılan yer ilkokul yapılmak üzere Milli Eğitim Müdürlüğü’ne sembolik bir bedelle tahsis edildi.

Su sorunu yaşayan Karşıyaka’da artezyen kuyuları açılmasına karar verildi. 1954-1955 yıllarını kapsayan Belediye Başkanlığı döneminde Karşıyaka’ya döşenen borular sayesinde Karşıyakalılar suya kavuştu.

 Karşıyaka’da Nergis ve Tersane mahalleleri; Bayraklı’da Çiçek mahallesi kuruldu. Karşıyaka’daki Ahırkuyu mahallesinin adı Serinkuyu olarak değiştirildi.

 

 

 

 

54

 

Çok partili yaşamın ilk yerel seçimi

Paris Büyükelçisi Ali Fethi (Okyar) Bey 22 Temmuz 1930 günü ailesi ve çocukları ile birlikte iki aylık iznini geçirmek üzere İstanbul’a geldiler. Aile, Büyükdere’de Necmettin Molla’nın evine yerleşti. Mustafa Kemal de Yalova’da bulunuyordu. İkili aynı gün bir görüşme gerçekleştirdiler. Mustafa Kemal, eski arkadaşı ve güvendiği dostu Fethi Bey’den muhalif bir parti kurmasını istedi.

Fethi Bey, partisinin kuruluş dilekçesi ile birlikte on bir maddeden oluşan programını 12 Ağustos’ta Yalova’dan İstanbul Valiliği’ne gönderdi, aynı gün valilik dilekçeyi Emniyet Müdürlüğü’ne iletti ve ertesi gün “tescil” işlemleri tamamlanarak Serbest Cumhuriyet Partisi resmen kuruldu.

Serbest Cumhuriyet Partisi’nin kurucuları ve milletvekilleri arasında eski bir ittihatçı ve işgalden önce kısa bir süre İzmir valiliği yapmış olan Erzurum milletvekili Tahsin Uzer de vardı.

İsmet Paşa, 30 Ağustos 1930 günü Kayseri-Sivas demiryolunun açılması nedeniyle Sivas’ta yaptığı konuşmada demiryollarının önemine değinirken Serbest Cumhuriyet Partisi’ni eleştirdi. Fethi Bey bu konuşmaya İzmir’de yapacağı bir miting ile yanıt vermek istedi.

7 Eylül günü yapacağı miting için, 4 Eylül 1930 günü Serbest Cumhuriyet Partisi başkanı Fethi Bey, Konya Vapuru ile İzmir’e geldikten sonra İzmir Palas Oteli’nde kendisini karşılamaya gelenlere kısa bir konuşma yaptı, çevre il ve ilçelerden gelen temsilcilerin yanı sıra İzmirli iki gazeteci Zeynel Besim Bey ve İsmail Hakkı Bey’le kısa bir görüşme yaptı.

Fethi Bey, Müstahkem Mevkii Kumandanı Hüseyin Hüsnü Emir (Erkilet) Paşa’yı ziyaret etti. Protokol ziyareti programında yer alan Vali Kazım Dirik ve İzmir Belediye Başkanı Dr. Hulusi (Alataş) Bey’le yapılmasını düşündüğü  görüşmesi mümkün olmadı.

Fethi Bey, geceyi Karşıyaka’da, akrabası eski Edirne Milletvekili avukat Süleyman Faik Bey’in evinde geçirdi.

6 Eylül günü Serbest Cumhuriyet Fırkası il yöneticileri belirlendi. İl başkanlığına Fransız Hastanesi’nde doktorluk yapan Ekrem Hayri (Üstündağ) Bey getirildi.

Ataması yapılan Karşıyaka Ocağı yönetim kurulunda Doktor Kazım Kara Ali, Diş Hekimi Mehmet Ali Cimcöz, Diş Hekimi Ali Halim, Avukat Şevki Bedri, eski ithalat müdürü Mazlum Bey ve tüccar Zeytinzade Remzi Bey yer aldı. Tüccar Muammer Lütfi Bey ile Diş Hekimi Ferit Cemal Bey yedek üye olarak belirlendiler.

Reşadiye (Aksoy) Mahallesi yöneticileri ise Aydın Şimendifer Kumpanyası müdürü Doktor Ethem Bey, Avukat Ağaoğlu Reşat Bey, Avukat Pertev Bey, Simsarzade Fehmi Bey, Maarif Müdürü Rahmi ve Mühendis Ömer Lütfi beylerdi.

  6 Eylül günü daha sabahtan İzmir’i bir grev dalgası kapladı. Fethi Bey’i desteklemek için greve giden

liman işçileri kente egemen olan havadan yararlanarak ücretlerinin de artırılmasını istiyorlardı.

Fethi Bey ise aynı gün Buca ve Karşıyaka’da toplanan büyük kalabalıklar partisinin programını tanıtan konuşmalar yaptı.

28 Eylül’de Serbest Cumhuriyet Partisi Belediye Meclisi adaylarını açıkladı. 13 Ekim günü Hizmet gazetesinde yer alan Serbest Cumhuriyet Partisi bildirisinde “On iki günden beri devam eden seçimde seçmenlerin yarısından fazlası oy veremediklerinden dolayı kanunen seçim müddetinin bir hafta daha uzatılacağı tabiidir. Bu ana kadar partimiz hakkında göstermiş olduğunuz teveccüh ve muhabbetinizi oylarınızı adaylarımıza vermek suretiyle izhar etmiş olmanızdan dolayı alenen ve samimiyetle teşekkür eylemeyi bir görev kabul ederiz. Şimdiye kadar tesbit eylediğimiz malumata göre Karşıyaka adaylarımız ekseriyeti kahireyi almışlardır.” görüşlerine yer verildi.

1 Ekim 1930 günü başlayan çok partili dönemin ilk yerel seçimleri 19 Ekim günü bitti. Karşıyaka’dan Avukat İnceoğlu Refik Şevket, Cemal Şahingeri, Kimyager Memduh ve Büyük Çelebizade Halil beyler Belediye Meclisi’ne seçildiler.

 

 

 

55

 

O, bir Karşıyakalıydı

İzmir’in ilk belediye başkanı olan Yenişehirlizade Ahmed Efendi bir Karşıyakalıydı. İzmir’in duayen gazetecilerinden Feyzi Hepşenkal’ın eşinin akrabasıydı.

Yaşamı hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. 1875 yılında İzmir’in ilk Belediye Başkanlığını ve Aydın Vilayeti’nin Aydın sancağı adına Meclis-i Mebusan’da birinci ve ikinci dönem milletvekilliğini yaptı.

Vali Ahmed Rasim Paşa, vergilerin sağlıklı toplanması ve emlak değerini takdir için oluşturulan komisyonun yerine yeni bir belediye heyeti kurdu. Bu heyetin başına 2.500 kuruşla Yenişehirlizade Ahmed Efendi’yi başkan atadı. 1881 yılında Birinci Belediye Dairesi başkanı olan ve hakkında yolsuzluk iddiaları olan Helvacızade Emin Bey görevden alınarak yerine Yenişehirlizade Hacı Ahmed Efendi getirildi.

23 Aralık 1876 günü Kanun-i Esasi’nin ilanı ile I. Meşrutiyet Dönemi başladı. Meclis-i Mebusan’ın üyeleri 28 Ekim 1876 tarihli “Talimat-ı Muvakkate” (geçici talimat) ile vilayet, liva ve kazaların idare meclisleri tarafından seçildi. İki dereceli olması gereken seçimler, ivedilik gerektiren koşullar nedeniyle İl İdare Meclisi üyelerinin “ikinci seçmen” kabul edilmesiyle gerçekleştirildi.

Aydın vilayeti; İzmir, Aydın, Saruhan, Menteşe seçim bölgelerinden oluşmaktaydı. Yenişehirlizade Hacı Ahmed Efendi, Evliyazade Hacı Ahmed Efendi, Ragıp Bey, Zatinoğlu Yanoko Efendi Aydın’ın ilk milletvekilleri seçildiler.

Meclis’in birinci devresi 19 Mart 1877 tarihinde açıldı ve 56 birleşim yaparak 28 Haziran 1877 tarihinde sona erdi. İkinci devre, 13 Aralık 1877 tarihinde başladı ve 29 birleşim yaparak 14 Şubat 1878 tarihinde sona erdi.

 Meclis’in ilk açıldığı günlerde bir konuşmasında Yenişehirlizade Ahmed Efendi, yöneticilerin halka örnek olmalarını istedi. Bir başka konuşmasında devlet memurlarının cahilliğini konu etti.1877 Meclisi’nde “Vilayet Kanunu” tartışmaları sırasında “İzmir Belediyesi’nin fenalığı pek çok olmasına rağmen belediye reisinin, yüksek makamlardaki ilişkilerinden dolayı, uzun süredir görevde kalmasından” yakındı.

Meclis-i Mebusan,13 Aralık 1877 tarihinde ikinci yasama yılına başladı. Bu dönemde Aydın’ı temsil eden milletvekilleri Yenişehirlizade Hacı Ahmed Efendi. Menekşelizade Hacı Emin Efendi ve Ragıp Bey’dir.

Yenişehirlizade Hacı Ahmed Efendi, eğitimde yenileşme ve batılılaşma hedeflerinin tutturulamaması nedeniyle Meclis’te yaptığı konuşmada İngilizce ve Fransızca öğretmenlerinin Fransa’dan

getirilmesini eleştirdi. Osmanlı Rus Harbi (1877-1878) tüm şiddetiyle devam ederken verdiği bir takrir (önerge) ile Meclis’in devamlı olarak toplantı halinde kalmasını talep etti. Meclis’in birinci başkan vekili Hasan Fehmi Paşa mebusların kalacak yer problemi yaşama ihtimaline karşılık görüşmelerin devamlı olabilmesinin zorluğu yönünde bir açıklama yapınca “İcap ederse burada taş merdivenler üzerinde yatarız.” dedi

31 Aralık 1877 tarihinde, Meclis’te Zabtiye Dairesi’nden gelen bir hafiye olduğu iddiası ortaya atılması üzerine Yenişehirlizade Ahmed Efendi bu meselenin araştırılmasını istedi.

II. Abdülhamit, 93 Savaşı’nın (1877-1878) getirdiği sorunlar nedeniyle 14 Şubat 1878 tarihinde Meclis-i Mebusan’ı Kanun-ı Esasi’nin 7. maddesinde kendisine tanınan yetkiye dayanarak süresiz olarak tatil etti.

 

 

56

 

“Dâr-ül bedayi”ciler Karşıyaka’da

1914 yılında İstanbul Şehremini (Belediye Başkanı) Operatör Dr. Cemil Paşa, İstanbul’un kültürüne katkıda bulunmak için belediyeye bağlı bir sanat okulu açmayı düşünüyordu. Milli Tiyatro’nun kurucusu Reşat Rıdvan Bey’in önerisi üzerine Paris’teki Odeon Tiyatrosu’nun müdürü Andre Antoine’i hem müzik hem de tiyatro eğitimi verebilecek bu okulu kurmak üzere İstanbul'a getirdi.

Namık Kemal’in oğlu olan ve Darülfünun’da edebiyat dersleri veren Ali Ekrem (Bolayır) Bey’in önerisi ile yeni kurulan okula “Konservatuar” yerine “Güzellikler Evi” anlamına gelen "Dar-ül bedayi" adı verildi. Okulun tiyatro bölümü müdürlüğüne Reşat Rıdvan Bey getirildi.

Kurtuluştan sonra İzmir’e gelen tiyatro topluluklarından bir olan Dar-ül bedayi Heyeti, bir yıl önce “Büyük Taarruz”un başladığı tarihe denk gelen 26 Ağustos 1923 günü Karşıyaka Yeni Tiyatro’da “Bir Donanma Gecesi” oyununu sergiledi.

Dar-ül bedayi Heyeti, bundan iki hafta sonra, 7 Eylül 1923’te yine Karşıyaka Yeni Tiyatro’da Tahsin Nahid’in “Rakibe” oyununu sergiledi.

Galatasaray kulübünün 9 numaralı kurucu üyesi olan Tahsin Nahid Bey, yazar ve çevirmen Mina Urgan’ın babasıdır. “Rakibe” adlı uyarlama oyunu onun oyun yazarı olarak tanınmasını sağlamıştı. .

 “Rakibe” Henry Kıstemaeckers ve Eugene Delard'ın “La Rivale” adlı dört perdelik oyunundan yaptığı üç perdelik bir uyarlamaydı.

Bu oyunlardan on yıl sonra "Dar-ül bedayi"cilerden Atıf Kaptan Bey ve Vedat Örfi Bey’in topluluğunu yine Karşıyaka’da bu kez Lüks Sineması’nda görüyoruz. 14 Şubat 1933 günü Lüks Sineması’nda “Kurt Ağzında Kuzu” adlı vodvili sahnelediler.

11 Nisan 1931 tarihinde çıkan yangından makine dairesi ve salonun bir kısmı zarar gören Ferah Sineması 1932 yılında yeniden dekore edilerek Lüks Sineması adıyla hizmete girmişti.

Vedat Örfi (Bengü) Bey, eski İzmir valilerinden Halil Rıfat Paşa’nın torunuydu. 1925 yılında gittiği Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra 1931’de Atıf Kaptan’la ortak bir tiyatro topluluğu kurmuştu.

Gerçek adı Atıf Terzioğlu olan Atıf Kaptan, 1928 yılında Dar-ül bedayi’de “Hamlet” oyunuyla sanat hayatına başlamıştı. Aynı yıl “Bir Millet Uyanıyor” filminde “Yahya Kaptan” rolüyle büyük beğeni topladı. Bu filmden sonra soyadını “Kaptan” olarak kullanmaya başladı.

“Kaptan Tiyatrosu” adlı kurduğu grupla çıktığı Anadolu turnelerinden birinde yolu Karşıyaka’dan, Karşıyaka’nın ilk sesli film gösterisinin yapıldığı Lüks sinemasından geçti.

 

 

57

 

Karşıyaka 1914

23 Ocak 1913’te Babıali Baskını ile İttihadçılar iktidarı yeniden ele geçirdikten sonra İzmir’de güçlü bir yönetici kadrosu kurdular. Hükümet adına Vali Rahmi Bey, iktidarda bulunan İttihad ve Terakki adına Kâtib-i Mesul Mahmut Celal (Bayar) Bey, Ordu adına Dördüncü Kolordu Kumandanı Pertev Paşa ve Erkan-ı Harbiye Başkanı Cafer Tayyar Bey,  Belediye Başkanı Evliyazade Refik Bey bu kadroyu tamamlıyordu.

İzmir’e, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı haberi, bir bayram sabahı, 1 Kasım 1914’te, Vilayet ve Kışla’da bayramlaşma töreni başlarken ulaştı.

Savaşın ilk yılını içeren bir kitap “Aydın Vilayeti 1330 Sene-i Maliyesi Ticaret Rehberi” adıyla Hüseyin Rıfat tarafından yayınlandı.

1878 yılında İzmir’de doğan Hüseyin Rıfat Işıl, İlköğrenimini Namazgah’da mahalle mektebinde yaptı. İzmir Rüştiyesi’nden sonra Halit Ziya’nın öğretmenlik yaptığı İdadi’ye yazıldı. Ancak bir disiplin kovuşturması nedeni ile okulu bitiremeden ayrıldı. 1896 yılında olan bu olaydan hemen sonra Hizmet gazetesinde çalışmaya başladı. Kısa bir süre ticaret yaptı ancak başarısız olunca yeniden Hizmet gazetesine döndü.

1902 yılında İstanbul’da Darülfünun’un Eczacılık bölümüne başladı. Bitirmek üzere iken bir hocası ile tartıştı ve hocasının mezun olmasına engel olması üzerine öfkesinden Yunanistan’a kaçtı. Konsolosluk görevlileri tarafından ikna edilerek İstanbul’a geri gönderildi. Ancak İstanbul’da onu yedi aylık bir tutukluluk bekliyordu. Ailesinin araya girmesi ile İzmir’e dönmesi koşulu ile bağışlandı ve diplomasını aldı.

1906’da İzmir’e dönünce Hizmet gazetenin yazı işlerinin yönetimini üstlendi Aynı yıl İzmir’de Şifa Eczanesi’ni açtı. Bir buçuk yıl kadar sürdürdüğü bu meslek yerine gazeteciliği yeğleyince eczanesini devretti. Ancak 1910 yılında Hizmet gazetesi kapanınca İstanbul’a gitti. Önce İzmir’de, mütarekenin ilk yılında İstanbul’da içki üretimi ve satışı işiyle ilgilendi. İstanbul’da Seyr-i Sefain Meclisi yönetim kurulu üyeliği, Maarif Matbaası memurluğu, İhracat ve İthalat Birlikleri denetçiliği yaptı.

Hüseyin Rıfat Bey’in  “Aydın Vilayeti 1330 Sene-i Maliyesi Ticaret Rehberi”ne göre; Karşıyaka seyir ve temaşasına doyulamayacak letafete haizdi.(s.18) Seksen beş mahalleye bölünmüş İzmir’de yaklaşık 1100 sokak vardı. Her sokağın başında Osmanlıca ve Fransızca tabelalar bulunuyordu. Karşıyaka’da sokaklara bunlardan başka Rumca levhalar da eklenmişti. (s.19) Karşıyaka’da İki sinematografi vardı. (S.21) Salhane çevresinde oturanlar yaz aylarında pis kokulardan bezmişlerdi. (s.52) Karşıyaka caddesinde bir polis karakolu ve 3 sınıf maliye dairesi vardı.(s.67) Atlı Tramvaylar ilan olunan saatlerde hareket etmiyordu. (s.71) Körfez vapurları için Uşakizade Sadık Bey Karşıyakalılardan oluşan gayr-ı resmi bir şirket kurmuş, Hayati Paşa, aldığı özel izinle tekeline almış, Karşıyaka tramvaylarını da kiralayarak rekabeti ortadan kaldırmıştı.(s.72) Basmane’den hareket eden Kasaba Şimendiferi Karşıyaka’dan geçiyordu. (s.73) Karşıyaka Belediyesi, Vilayet Encümeni’nden elektrik ruhsatnamesi almıştı. (s. 86) Karşıyaka civarında Arbgözü mevkiinde kuarslı ve piritli altın madeni bulunuyordu.(s. 153)

 

 

58

 

St. Helen Kilisesi’ndeki tören

6 Kasım 1957 günü Karşıyaka’nın ilk Katolik kilisesi olan Saint Helen Kilisesi’nde bir düğün töreni yapılıyordu. Kont Alliotti’nin desteği ile 1904 yılında tamamlanan kilisenin yapımına Karşıyakalı Müslümanlar da bağışta bulunarak destek vermişlerdi.

Müzik eşliğinde annesiyle birlikte kiliseye giren 30 yaşındaki damat Janbert Gilbert Epik’i arkadaşı Ural Yarkın karşılayarak eşlik etti. Damat tarafı kilisenin sağ tarafına, gelin tarafı ise sol tarafında oturdu. Öndeki ilk 3-4 sıralar damat ve gelinin ailelerine ayrılmıştı.

Babasının kolunda gelen gelin Lilyan “Düğün Marşı” eşliğinde salona girdi. Biraz sonra damat ve gelin mihrabın önüne gelerek diz çöktüler. Peder Vinçenzo uzun bir konuşmadan sonra Ural Yalkın’dan aldığı yüzükleri takdis etti ve damatla geline verdi. Gilbert ve Lilyan yüzükleri birbirinin parmağına geçirirken evlilik yemini ettiler. Merasim bittiğinde bitişik odaya geçerek evlilik kütüğünü imzaladılar.

Bu dinsel evlilik töreninden önce 12 Ekim 1957 günü Kültürpark Evlendirme Dairesi’nde Medeni Kanun gereği nikahları kıyılmıştı. Nikahın tanıkları Ural’ın babası Dr. Celal Yarkın ve Eczacı Enis Kipman’dı.

Çiftler, Medeni Kanun’a göre boşanma hakkına sahip olsalar da Katolik Kilisesi nezdinde evlilikleri sürüyordu. Bu ikilem İzmirli Katolik Levantenlerin yaşamının bir parçasıydı.

 Eski soyadı “Corsini” olan Gilbert Epik, 21 Temmuz 1927’de Kokaryalı’da doğmuştu. Anne tarafı “Penetti” ailesine mensuptu. 1946 yılında, daha 19 yaşındayken Gilbert askere gitti. Acemi birliği Bergama’da Asklepion yolu üzerinde konuşlanan Alay’daydı. Temel askeri eğitimden sonra Sarıkışla’ya 12. Levazım Teftiş Komisyonu’na yazıcı olarak gönderildi.

Otuz dört ayda tamamladığı askerlikten sonra İzmir’de önce Alver Şirketi’nde işe başladı. Burada bir yıl çalıştıktan sonra Bergama acemi birliğinden tanıdığı Yüzbaşı Hüsamettin Kınıklı’nın önerisi üzerine Türk Hava Kuvvetleri’nin uçak tamir fabrikasında İngilizce çevirmeni olarak işe başladı.

Gilbert ve Lilyan, Türk Amerikan Derneği’nde çalışırken, Karşıyaka’da Fidanlık ile Küçük Talat Bey’in evini bağlayan sokakta bir eve taşındılar. Buradan da 1967 yılında çocukluğunun geçtiği Alsancak’ta satın aldıkları eve yerleştiler.

Gilbert Amerikan Konsolosluğu’nda uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli olduğunda torunları Jeff ve Mark’ın isteği üzerine anılarını yazdı. Bu anılar, Şubat 2019’da Esra Danacıoğlu tarafından Pelin Böke’ye yayınlanmak üzere önerildi. Anıların sahibi Mösyö Gilbert, Böke’nin yıllar önce İngilizce dersi aldığı Madam Lilyan’ın eşiydi. Böke bu anıları çocukluk arkadaşı Cristina (Milovich) Schnettger ile birlikte yayına hazırladı.

Schnettger’ler Epik’lerle aile dostuydu. Madam Lilyan’la Cristina’nın annesi ve babası sayısız yurtiçi ve yurtdışı gezilerine katılmışlardı.

“İzmirli Bir Levanten’in Anıları” bu işbirliği sonucunda 2020 yılının Ekim ayında okuyucularla buluştu.

 

59

 

Karşıyakalı kadınlar belediye seçimlerine aktif olarak katıldılar

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması, 29 Ekim 1923’de cumhuriyetin ilanı ile birlikte Atatürk’ün önderliğinde Kemalist Rejim batılılaşma ve modernleşme alanında ciddi ve kalıcı adımlar atmaya başladı.

Kadınlar siyasal haklarına 1930’da Belediye seçimlerine, 1932’de Muhtarlık seçimlerine ve 1934’te genel seçimlere katılma haklarının tanınmasıyla kavuştular.

Kadınların siyasal haklarını kullanması için ilk adım 20 Mart 1930 günü, yeni Belediye Kanunu’nun Meclis’te görüşülmesine başlanmasıyla atıldı. 4 Nisan 1930 günü, 18 yaşını dolduran kadınlar yerel seçimlerde oy kullanma hakkını ilk kez elde ettiler. Bu kazanım, Meclis’te verilmiş bir “lütuf” değil, yıllarca süren bir mücadelenin “sonucu”ydu.

1930 yılında İzmir’de çok partili yaşamın ilk yerel seçim hazırlıkları Ağustos ayında başladı. 1 Ekim’de başlayan belediye seçimleri 12 Ekim günü bitecekti. Ancak seçmenlerin yarısından fazlası oy veremediklerinden dolayı kanunen seçim süresi bir hafta daha uzatıldı ve 19 Ekim günü sona erdi.

 8 Ekim 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir habere göre; Karşıyaka’da seçim bölgesi olan Soğukkuyu, Bahariye, Alaybey, Osmanzade, Donanmacı, Bostanlı ve Turan’da kadınlar etkin bir seçim kampanyası başlatmış ve yürütmüşlerdi.

10 Ekim 1930 tarihli Milliyet gazetesine göre; Karşıyaka’da Fatma Hanım, seçmenlere oy kullanma ve seçim ile ilgili bilgileri seçim süresince vermeye devam eden kadınlardan sadece biridir. Karşıyakalı Fatma Hanım, seçim, seçmek ve seçilmek ile ilgili anlatımları ile kadın- erkek çok kişiye doğru oy kullanma hakkında yardımcı olmuştur.

6 Kasım 1930 tarihli Vakit gazetesine göre; Cumhuriyet Halk Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan kadınlar, İstanbul ve İzmir’de semt semt dolaşarak partilerinin yerel yönetimler için yapacağı projeleri kapsayan el broşürlerini dağıtmışlardı.

1934 yerel seçimleri, 2 Ekim 1934 günü başladı ve 10 Ekim’de sona erdi. Seçimin başlamasından kısa bir süre önce 26 Eylül 1934 günlü Halkın Sesi gazetesinde yer alan habere göre; adaylardan Hidayet Keşfi Bey, seçim kampanyası sürecinde, belediyeye gelir sağlamak amaçlı “Belediye Piyangosu”nu yapacağını, piyangodan kazanılan paralarla Karşıyaka halkını vapur ve otobüs derdinden kurtaracağını, “Nasıl mı?” diyenlere “Karşıyaka ile İzmir arasına bir köprü yaptıracağım.” diyerek cevap vermişti. Kadın adaylar da Karşıyaka ile İzmir arasına yapılacak bir köprüyü desteklediklerini seçim kampanyalarında sürekli olarak anlatıyorlardı.

8 Kasım 1934 tarihli Halkın Sesi gazetesine göre; İzmir Kız Lisesi öğretmenlerinden Nevşet Hanım çeşitli konferanslarda halka kadınların seçme ve seçilme hakkının ne denli önemli olduğunu anlattı.

Ekim ayının ilk haftasında başlayan 1938 yerel seçimleri sırasında 5 Kasım 1938 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yer alan habere göre; İzmir’de kadınlar kampanya sürecinde adaylarını tanıttılar.

 

60

 

Jazz rüzgarları Karşıyaka’da esti

Kültür ve sanat etkinlikleriyle her zaman adından söz ettiren Karşıyaka Belediyesi, 2017 yılında yeni bir “ilk”e daha imza atarak. 22 -27 Kasım tarihleri arasında “Karşıyaka Jazz Festivali” düzenledi.

Kökeni eski Afrika’nın ruhani törenlerinden, Batı dünyasının geleneklerinden gelen Jazz, XIX. yüzyılın başlarında Amerika'ya gelen köle Afrikalıların halk müziğinden doğdu. Jazz’ın dünya ile tanışması ise 1917 yılında ilk plakların piyasaya çıkmasıyla oldu.

XX. yüzyılın başlarında Avrupa’ya gelen Jazz müziği, Türkiye’ye, İstanbul’u işgal eden yabancı güçlerin ve basınının yanı sıra, Rusya’daki 1917 Bolşevik devriminden kaçıp ülkemize sığınan Rusların etkisiyle, kıta ortalamasına göre nispeten erken sayılacak yıllarda girdi.

“Karşıyaka Jazz Festivali”nde Kerem Görsev Trio, Birsen Tezer, Meltem Cumbul, Kürşat Başar ve Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası (KODA) sanatseverlerle buluştu. “Jazz Festivali”nin finalini Bülent Ortaçgil yaptı.

Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu’nda gerçekleştirilen “Karşıyaka Jazz Festivali” 22 Kasım Çarşamba akşamı Kerem Görsev Trio’nun konseriyle başladı. Karşıyaka Belediyesi

Oda Orkestrası (KODA) eşliğindeki konserle, organizasyona muhteşem bir açılış yapıldı.

Karşıyaka’nın ve İzmir’in kültür-sanat yaşamına yepyeni bir soluk getiren şölene 23 Kasım’da Birsen Tezer, 25 Kasım’da Kürşat Başar & Burçin Büke & Ayşen, 26 Kasım’da Meltem Cumbul & Manuş- u  lâ konserleriyle devam edildi. Organizasyonun 27 Kasım’daki finalinde Bülent Ortaçgil izleyicileriyle bir araya geldi.

“Karşıyaka Jazz Festivali” hafta sonunda gündüz konserleriyle de İzmirli sanatseverlere ulaştı. 25 Kasım Cumartesi günü “Buca Blues Quartet”, 26 Kasım Pazar günü “Bensh” sahne aldı.

Karşıyaka’yı İzmir’in sanatta “marka kent” haline getiren etkinliklerden biri olan “Karşıyaka Jazz Festivali” kentin tarihinde aynı zamanda bir “ilk”e daha imza atıldı.

 

 

61

 

“Hayatta yegane emelim Karşıyaka’da oturmak”

Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Türkiye Güzellik Kraliçesi Yarışması’nda birinci olan Keriman Halis, 31 Temmuz 1932'de Belçika’nın Spa kentinde yapılan 28 ülkenin güzelinin katıldığı yarışmada "Dünya Güzellik Kraliçesi" seçildi.

İzmir Belediyesi’nin daveti üzerine,15 Kasım 1932 tarihinde İstanbul’dan İzmir vapuruyla hareket eden Keriman Halis, babası Halis Bey ile birlikte 16 Kasım sabahı İzmir’e geldi ve İzmir Palas Oteli’nde konakladı. 17 Kasım 1932 akşamı Dünya Güzeli’nin şerefine İzmir Palas Oteli’nde bir balo düzenlendi.

18 Kasım tarihli Anadolu, Yeni Asır ve Hizmet gazetelerinde yer alan haberlere göre; Altay Kulübü’nden Danyal Bey’in daveti üzerine Altay Spor Kulübü’ne fahri üye oldu.

Aynı gün, Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından fakir çocukların yararına düzenlenen maça gitti. Göztepe’den Nebil Bey’in hakemliğini yaptığı, Lig şampiyonu Altınordu ile şilt şampiyonu İzmirspor arasında düzenlenen maçın başlama vuruşunu yaptı. Babası ile birlikte locadan izlediği, İzmirspor’un 3-1 kazandığı maçın sonunda  Keriman Halis,  adına hazırlanan “Kraliçe Kupası”nı kazanan takıma verdi. Bu haber 20 Kasım tarihli Yeni Asır gazetesinde yer aldı.

17 Kasım tarihli Hizmet gazetesinde yer alan bir habere göre, Zeynel Besim Bey tarafından Karşıyaka’ya davet edilen Keriman Halis, 21 Kasım günü öğleden sonra babası ile birlikte Karşıyaka’ya gitti. Anadolu gazetesinde yer alan habere göre; akrabası olan Hakim Cemil Bey’i ziyaret ettikten sonra Bostanlı’ya kadar bir gezinti yaptı. Saat 21.30’da onuruna düzenlenen bir baloya (çay partisine) katıldı.

24 Kasım tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan habere göre: Keriman Halis ve babası Karşıyaka’da Evliyazade Refik Bey’in evine gitti. Karşıyaka halkı Refik Bey’in evinin çevresini sarmışlar ve içerisi dolup dolup boşalmıştı.

24 Kasım tarihli Anadolu gazetesine göre; Keriman Hanım, İzmir’deki son gününde Anadolu gazetesine verdiği röportajda  “Bilseniz İzmir’i o kadar çok sevdim ki, imkanını bulsam İzmir’den hiç ayrılmazdım. Hele Karşıyaka. Hayatta yegane emelim Karşıyaka’da oturmak ve İzmirli olmaktır. Sonra İzmirliler o kadar samimi, o kadar sevimlidir ki, dünyanın başka şehirlerinde ben bu kadar samimiyete tesadüf etmedim.” dedi.

Keriman Halis, 24 Kasım günü yine İzmir vapuruyla, İzmir’den İstanbul’a gitmek üzere yola çıktı.

 

 

62

 

Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası ilk konserini verdi

17 Ocak 2015 cumartesi günü sabahtan itibaren Karşıyaka büyük bir heyecana hazırdı. Türkiye’de ilçe

belediyeleri arasında kadrolu sanatçılarla kurulan ilk oda orkestrası olma ayrıcalığını taşıyan Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası (KODA) Hikmet Şimşek Sanat Merkezi’nde ilk konserini verecekti.

Bu heyecanın ilk adımları aylar öncesinden atılmaya başlanmıştı. 67 kişinin başvurduğu, yapılan sınavda başarılı olan 24 genç müzisyenin bir araya gelmesiyle ve yaylı sazlar temeli üzerine oluşturulan Oda Orkestrası 28 Aralık 2014 günü çalışmalarına başladı.

Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası’nın Orkestra Şefliğini Rengim Gökmen, müzik direktörlüğünü Hakan Şensoy, müzik danışmanlığını Oğuzhan Kavruk ve sanat koordinatörlüğünü Tevfik Rodos üstlendi.

Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası, klasik müzik çalışmaları ile yurtiçinde ve yurtdışında yalnızca Karşıyaka’nın değil Türkiye’nin de bir “ilk”i olmanın gururunu taşıyor. Sezon boyunca Hikmet Şimşek Sanat Merkezi’nde ayda iki kez verilen konserlerin yanı sıra; sosyal sorumluluk projesi olarak huzurevi ve cezaevi gibi kurumlarda da etkinliklerini sergiliyor.

Her hafta çarşamba günleri Karşıyaka Belediyesi giriş katında, bünyesindeki müzisyenlerden oluşan kuartetlerle (dört çalgıdan oluşan müzik grubu) Karşıyakalılara “Hoş geldin” diyor.

7 Ağustos 2015 günü Şef Rengim Gökmen yönetimindeki Karşıyaka Oda Orkestrası (KODA), İsveç’in Carlscrona kentinde yapılan Müzik Festivali’nde bir konser vererek yurtdışında da kendinden söz ettirmeye başladı.

Karşıyaka Belediyesi Oda Orkestrası’nın konserlerini verdiği Hikmet Şimşek Sanat Merkezi Türkiye’nin en iyi akustik salonlardan birine sahiptir. 2011 yılında “Karşıyaka  Opera  ve Tiyatro Sahnesi” adıyla açılan merkez; 2015 yılında yapılan “Hikmet Şimşek Sanat Merkezi” adını aldı.  Üç katlı olarak yapılan sanat merkezi 517 kişilik bir salona sahip.

1924'de Siirt'in Pervari ilçesinde dünyaya gelen Hikmet Şimşek, yurtdışında plak kaydı yapan ilk orkestra şefi olmasının yanı sıra İzmir Devlet Senfoni Orkestrası’nın kurucusudur.

 

63

 

Televizyonda ilk naklen futbol maçı yayını

3 Ekim 1971 Pazar günü başta İzmir olmak üzere tüm Türkiye’de bir “ilk” heyecanı yaşanıyordu. Türkiye televizyonculuk tarihindeki “ilk naklen spor yayını” yapılacaktı. Saat 16.00 da başlayan Karşıyaka-İstanbulspor maçı, başlama vuruşundan itibaren sadece İzmir ve çevresinde TRT tarafından naklen yayınlanmaya başlandı.

İzmir ve Karşıyaka bir kez daha bir “ilk”e imza atıyordu.

Maçın yayınında, teknik müdür Fahrettin Meriç'in başkanlığında Turgut Gürel, Sayıl Dinçsoy, Ramiz Sönmez, Ali Örs, İsmet Aras, Haşmet Battal, Yücel Doruk, Kaynak Gültekin, İsmail Burak, Orhan Mengen, Cural Can, Utku Gürel, Yüksel Ünsal, İsa Okutan, Ali Tırpancı, Vasıf Moray ve nöbetçi program şefi Türker Atakan görev aldı.

1971-72 sezonun beşinci haftasında oynanan ve Cemil Turan'ın 40. ve 83. Dakikalardaki iki golüyle İstanbulspor'un galip bitirdiği maçın hakemliğini Macit Sarıdana yaptı.

 Maça Gümüldür’de kamp yaparak hazırlanan Karşıyaka’da as oyuncular Günay ve Burhan yoktu. Teknik Direktör Aydın Cankat’ın çalıştırdığı Karşıyaka sahaya; Erden Arat, Erkan Aktuna, Yücel Kaya, Erol Baş, Ümit Gürol, Cengiz Kocatoros, Erdinç Ersarıoğlu, Uğur İpekkan, Rasin Gürcan, Yusuf Turhan ve Uğur Kayacan kadrosu ile çıktı. Oyunun 46. dakikasında Yücel Kaya’nın yerine İbrahim Aynus, 60. dakikasında Gode Cengiz’in yerine Doğan Terim girdi.

Attığı 2 gole karşılık 8 gol yiyen Karşıyaka 16 takımlı ligde; 5 maçın sonunda 4 yenilgi ve bir beraberlikle1 puanla 15. sırada haftayı bitirdi.

5 Ekim 1971 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan habere göre; TRT Genel Müdürü Musa Öğün yaptığı basın toplantısında “ En geç Kasım ayında İzmir’de televizyon yayınları başlıyor.” Müjdesini verdi.

Bu müjdenin ertesi günü 6 Ekim’de başlayan ve 17 Ekim’e dek süren, 14 ülkenin 17 spor dalında 1362 sporcu ile yarıştığı “6. Akdeniz Oyunları” İzmir’de başladı.

 

64

 

Tramvayın Karşıyaka Serüveni

Vilayet İdare Meclisi’nin 1904 yılında Karşıyaka’da tramvay hattı yapma ve işletme iznini İzmir Belediyesi’ne vermesiyle başlayan girişim, projenin hazırlanmasından sonra 1905-1906 yılı bütçesine ödenek konulmasıyla sürdü.

Karşıyaka tramvay hattı, İzmir-Göztepe Tramvay Şirketi Müdürü Agop Harentz'e yaptırıldı. Hattın işletme imtiyazını İzmir Belediyesi 1906 Mayısında 10 yıl süreyle Belçikalı bir şirketin İzmir'deki vekili olan İzmir Suları Osmanlı Anonim Şirketi müdürü August Kindorf’a verdi. 1906 yılında hizmete giren Karşıyaka tramvay hattının başlangıç noktası Donanmacı İskelesi’ydi. Karşıyaka tramvayının tamamı biten Soğukkuyu ve kısmen eksiği olan Naldöken (Alaybey) ve Osmanzade hatları 17 Haziran 1906 tarihinde belediyece satın alındı. Haziran 1907’de tramvay hattı Bostanlı’ya uzatıldı.

İzmir Belediyesi ile Karşıyaka Belediyesi arasında yaşanan tramvay hattı gelirlerinin paylaşımı

sorunu 23 Mayıs 1909 günü Vilayet İdare Meclisi’nin Karşıyaka tramvay hatlarının İzmir Belediyesi’ne ait olduğunu açıklamasıyla rafa kalksa da bu konu 1911 yılında tekrar ele alındı. Bu kez tramvay gelirlerinin iki belediye arasında eşit bir biçimde paylaştırılmasına karar verildi.

Karşıyaka Belediyesi 5 Ekim 1923 tarihli duyurusuyla tramvayları doğrudan kendisi işletmeye başladı.

26 Haziran 1929 tarihli Ahenk gazetesinde yer alan habere göre Karşıyaka genel deniz banyolarının halk tarafından rahat kullanılabilmesi için vapur, tramvay ve banyo ücretinin içinde olduğu özel bir tarife uygulanacaktı. Bu tarife 30-35 kuruş olarak saptandı.

29 Haziran 1931 tarihli Hizmet gazetesinde Karşıyaka’da belediye hizmetleri ile ilgili bir yorumda “Tramvayların tekerlekleri kalmamıştır. Salata halinde işliyorlar.” görüşüne yer veriliyordu.

 1 Ekim 1939’da İzmir Belediye Meclisi, Karşıyaka tramvaylarının aşamalı olarak kaldırılmasını, yerine otobüs işletilmesini kabul etti.

8 Kasım 1939 tarihli Yeni Asır gazetesine göre Kemalpaşa Caddesi ve Soğukkuyu istikametinde paket taşı kullanılarak bazı yollar kısmen, bazıları da tamamen tamir ve inşa edildi. Aynı yollar üzerine kanalizasyon da yapıldı. Bu yol inşaatı sırasında tramvay rayları da kaldırıldı.

Karşıyaka’da tramvayla ulaşım konusu 70 yıl sonra yeniden gündeme geldi.6 Nisan 2012 günü İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Alaybey-Karşıyaka-Mavişehir arasındaki yaklaşık 10 km.lik güzergâh üzerinde kuracağı tramvay hattının güzergâhının DLH (Demiryollar, Limanlar ve Hava Meydanları) Genel Müdürlüğü tarafından onaylandığı açıklandı.

25 Nisan 2015’de tramvay hattının ilk rayları döşenmeye başladı.

 

 

 

65

 

Karşıyaka’da eğitim çalışmaları

İzmir’de 24 Eylül 1949 tarihinde kuruluş kararı alınan Pedagojik Danışma Kurulu bundan iki ay sonra

24 Aralık’ta kuruldu. İzmir Pedagojik Danışma Kurulu’nun yönetmeliği 1954 tarihinde kabul edildi. İzmir on bölgeye ayrılarak Bölge Pedagojik Danışma Kurulları oluşturuldu. Kent düzeyinde başlayan bu eğitim çalışmalarına İzmir’e gelen yabancı eğitim uzmanlarının görüşleriyle yön verilmeye çalışıldı.

Pedagojik Danışma Kurulu’nun kurulması çalışmaları sırasında eğitimciler gazete ve dergilere yazılar yazdılar. Karşıyaka Lokali’nde ve Gazeteciler Lokali’nde konferanslar verdiler.

16 Şubat 1950 tarihli Anadolu gazetesinde yer alan bir habere göre; II. Bölge öğretmenleri Karşıyaka’da Ankara İlkokulu’nda aylık toplantısını yaptı. Bu toplantıda öğrenci iş defterleri, tarih ve hayat şeritleri ve planlar üzerinde konuşmalar yapıldıktan sonra Bölge Pedagojik Danışma Kurulu’nun çalışmaları hakkında genel bilgi verildi. Daha sonra mesleki konularda verimin artırılmasına yönelik tedbirlerin alınmasına karar verildi.

Amerikalı Profesör Miss Kate Wofford 26 Kasım 1951 tarihinde Bakanlık Müfettişi Osman Ülkümen, Sabri Kolçak ve Müfettiş Nihat Işık ile beraber merkez Gazi İlkokulu, Yıldırım Kemal İlkokulu ve Vali Kazım Dirik okullarını gezdi. Bir hafta İzmir’de kalan Wofford, Büyük Çiğli ve Küçük Çiğli köylerini ziyaret etti.

Anadolu gazetesinin 14 Kasım 1952 günlü nüshasında ye alan habere göre; Karşıyaka’da ilkokul öğretmenleri ile bir toplantı yapıldı. 27 Kasım 1952 tarihli Anadolu gazetesinde yer alan bir başka haberde ise ilkokul öğretmenleri Bayraklıda toplandı

Amerika’nın Boston Üniversitesi profesörlerinden Williams D. Kvraous Ankara Körler Okulu

Müdürü Mithat Enc ile birlikte 28 Ocak 1953 tarihinde İzmir’e geldi. Onun kente gelişi 29 Ocak günlü Anadolu ve Yeni Asır gazetelerinde haberleştirildi. Kvraous, kimsesiz ve eğitimi zor çocuklar hakkında yaptığı araştırma ve incelemeleri kapsamında Bornova Kimsesiz Çocukları Yetiştirme Yurdu’nu ve Karşıyaka Çocuk Yuvası’nı ziyaret etti.

 Bu incelemelerinin sonucunda Kız Lisesi’nde her derecedeki okulların müdür ve başöğretmenlerine “Terbiyesi Zor Çocuklar” ve “Çocuk Başarısının Ölçülmesi”, “İyi Bir Eğitim ve İyi Bir Okul” ve “Öğretmenin Rolü” gibi konularında konferanslar verdi. Bu konferanslar 31 Ocak 1953 tarihli Yeni Asır gazetesinde “Amerikalı profesörün, dikkate değer konferansı” başlığı ile haberleştirildi.

Williams D. Kvraous, 1 Şubat 1953 tarihli Anadolu gazetesine göre; ertesi gün İzmir’den ayrıldı.

18 Şubat 1954 günü İzmir’e bir başka Amerikalı rehberlik uzmanı Profesör Harry Ralph Mayering geldi. 19 Şubat tarihli Yeni Asır gazetesine göre; Namık Kemal Lisesi, Kız Lisesi, Karşıyaka Lisesi, Buca Ortaokulu, Mithat Paşa Erkek Sanat Enstitüsü, Ticaret Lisesi, Gazi İlkokulu, Yıldırım Kemal Bey ve Alaybey İlkokulu müdürleri ile geniş kapsamlı bir toplantı yaptı.

 

 

 

66

Karşıyaka’da sıkıyönetim ilan edildi

Balkan Savaşları’nın başlangıç günleriydi.

14 Kasım 1912 günü İzmir merkezi ile Karşıyaka, Buca, Kokluca, Abdullah Ağa Çiftliği, Seydiköy ve Bornova’da sıkıyönetim ilan edildi. Mülki memurların sahip oldukları yetkiler askeri makamlara geçti. Bu yerleşim yerlerindeki Türklerle Rumların arasında ortam iyice gerginleşmişti. Önüne geçilemeyecek olayları engellemek için böyle bir karar alınmıştı.

İlan edilen sıkıyönetim gereği Yunan, Bulgar, Sırp ve Karadağ gazetelerinin İzmir’e sokulması; İzmir’de çıkan gazetelerin bu ülke gazetelerinden alıntı yapması, hangi dilde yayınlanırsa yayınlansın tüm gazetelerin ek basması ve dağıtması yasaklandı.

II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Osmanlı topraklarında milliyetçilik ve bağımsızlık düşüncesi eyleme dönüşmüştü. 5 Ekim 1908 tarihinde Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i ilhak etmesi ve Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından 6 Ekim’de Girit Yunanistan’a katıldığı kararını açıkladı.

13 Nisan 1909 günü gerici 31 Mart Olayı patladı. 1910 yılının Nisan ayında Arnavutluk isyanları başladı. İtalya 28 Eylül 1911 tarihinde Osmanlı Devleti’ne verdiği bir muhtıra ile Trablusgarp ve Bingazi’nin Kuzey Afrika’nın diğer yerlerine oranla uygarlıktan uzak bırakıldığından başlayarak başka gerekçeler de öne sürerek askeri işgal yapacağını bildirdi. Aynı gün Osmanlılar buna itiraz etseler de 29 Eylül 1911’de İtalya Osmanlı’ya savaş ilan etti.

13 Mart 1912’de Bulgaristan-Yunanistan, Ağustos 1912’de Karadağ-Bulgaristan ve 6 Ekim 1912’de de Karadağ-Sırbistan arasında ittifak antlaşmaları yapıldı.

Selanik’te bulunan İttihad ve Terakki merkezi Balkan savaşları nedeniyle 1912 yılında İstanbul’a nakledildi.

11 Temmuz 1912 günü Meclis-i Mebusan Reisi Halil (Menteşe) Bey’e ve Mabeyn Başkatibi Halit Ziya (Uşaklıgil) Bey’e Halaskaran Zabitan (Kurtarıcı Subaylar) Grubu tarafından tehdit mektupları gönderilerek bir monarşist darbe ile İttihadçılar iktidardan uzaklaştırıldılar.

 8 Ekim 1912’de Karadağ, Osmanlı devletine savaş ilan etti. 13 Ekim’de müttefik devletler Osmanlı yönetimine ortak bir nota vererek Rumeli'nin milliyet esasına göre muhtariyete ayrılmasını istediler. Osmanlı Devleti, Müttefiklerin 13 Ekim tarihli kararını kabul etmeyince 17 Ekim'de Sırbistan ve Bulgaristan, 19 Ekim'de de Yunanistan, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan ettiler. 8 Kasım'da Selanik şehri hiç bir direniş göstermeden Yunanistan'a teslim edildi. Yunanistan donanmasının bazı adaları ele geçirmesi üzerine Ege Denizi’nin denetimi Yunanların eline geçti.

Arnavutluk 28 Kasım 1912'de bağımsızlığını ilan etti.

23 Ocak 1913 günü Bab-ı Ali Baskını ile iktidarı yeniden ele geçiren İttihadçılar, 5 Mayıs 1913’te sıkıyönetimin sınırlarını tüm sahil kesimlerini kapsayacak şekilde genişlettiler.

 

 

 

67

 

Kadınlara Meclis yolu açıldı

1930 yılında Türk kadınına ilk kez belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1933 yılında ise muhtarlığa ve köy ihtiyar heyetlerine seçme ve seçilme hakkını,  5 Aralık 1934 tarihli 2598 sayılı kanunla, milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde ettiler. Bu karar, 6 Aralık 1934 günü Milliyet

gazetesinde “Meclis, kadınlara saylav seçmek ve seçilebilmek hakkının verilmesi hakkındaki teklifi 258 reyle ittifakla kabul etti.” başlığı ile verildi.

11 Aralık 1934 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan “Milletvekili Seçimi Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Kanuna Bir Madde ilavesine Dair Kanun” ile milletvekili seçme ve seçilme hakkının kadınlar tarafından da kullanılacağı duyuruldu.

Kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi 10 Aralık 1934 tarihli Anadolu gazetesinde geniş yer aldı. “ Türk kadının da saylav seçilebilmesi kararından doğan sevinç bütün kuvveti ile devam etmektedir. İzmir kadınları bu tarihi hadiseden mütevellit [doğan] duygularını tazelemek ve tekrarlamak için önümüzdeki cuma günü çok geniş bir şenlik yapacaklardır. Şenlik bir programa tabi tutulacaktır. Birçok bilgin kadınlar, Cuma günü, bu tarihi dönemin ifade ettiği yüksek manayı tesbit eden nutuklar irat edeceklerdir. Bugün Halkevi salonlarında, Cuma günkü toplanmanın esaslarını, şekillerini çizmek ve programını hazırlamak üzere bir toplantı yapılacaktır. Şehirde birçok kadınlarımıza davetiyeler gönderilmiştir. İzmir’de bulunan kadın ilk mektep muallimleri de bu meyandadır”

16 Aralık tarihli Anadolu gazetesinde; daha önce sözü edilen toplantı 14 Aralık günü yapılan toplantı ile ilgili ayrıntılar verildi. “İzmir’de kadınların Halkevi’ndeki toplantısı 14 Aralık Cuma günü yapılmış, Atatürk’ün annesinin Karşıyaka’daki mezarı da ziyaret edilmiştir. Toplantıya katılan kadınlar arasında Vali Kazım Dirik’in eşi Maide Kazım Dirik, Benal Nevzat, Sabire Yunus ve Kız Lisesi Müdürü Şehime Hanım gibi isimler bulunmaktadır. Konuşmacılardan Zübeyde Hanım, “Atatürk’ün kadına verdiği erkekle çalışma hadisesinin büyüklüğünü ve değerini” anlatmıştır.

34 seçim bölgesine ayrılan İzmir’de ikinci seçmenlerin belirlenmesi için seçimler başladı. 12 Ocak 1935 günü Karşıyaka’da 21 numaralı Donanmacı  mahallesi seçim sandığı Karşıyaka vapur iskelesinin yanına kondu. 13 Ocak tarihli Anadolu gazetesine göre; Şeyhoğlu Hüsnü Bey’in saat 09.00 da yaptığı konuşma ile oy atma işlemi başladı. Soğukkuyu’daki sandıkta Remzi Zeytinzade Bey’in, Çiğli’de 22 numaralı sandıkta ise Kasım Bey’in konuşması ile seçime geçildi.

14 Ocak 1935 tarihli Anadolu ve Yeni Asır gazetelerine göre; seçimin ikinci günü yağmurlu olmasına karşın Karşıyakalı kadınlar büyük bir kafile halinde oy kullandıktan sonra, milletvekili seçme ve seçilme hakkının kendilerine tanınması nedeniyle Atatürk’e ve cumhuriyete sonsuz ve derin bağlılıklarını gösteren tezahüratlar yaptılar.

15 Ocak tarihli Anadolu gazetesinde yer alan bir habere göre; Karşıyaka’da Donanmacı mahallesindeki 21 numaralı sandıkta yoğunluk fazlaydı. Ankara, Cumhuriyet ve Türkbirliği okulu öğrencileri öğretmenleri gözetiminde sandık başına giderek seçim hakkında bilgi aldılar.

8 Şubat 1935 tarihinde yapılan Millet Meclisi seçimlerinde İzmirli avukat Tevfik Nevzat’ın kız Benal Nevzat Hanım İzmir’den seçilen ilk kadın milletvekili oldu.

1935 genel milletvekili seçiminde 17 kadın Millet Meclisi’ne milletvekili olarak girdi. Bu milletvekilleri; Mebrure Gönenç (Afyon), Satı Çırpan (Ankara), Türkan Örs Baştuğ (Antalya), Sabiha Gökçül Erbay (Balıkesir), Şekibe İnsel (Bursa), Huriye Öniz Baha (Diyarbakır), Dr. Fatma Memik (Edirne), Nakiye Elgün (Erzurum), Fakihe Öymen (İstanbul), Benal Nevzat İştar Arıman (İzmir), Ferruh Güpgüp (Kayseri), Bahire Bediş Morova Aydilek (Konya), Mihri Pektaş (Malatya), Meliha Ulaş (Samsun), Fatma Esma Nayman (Seyhan), Sabiha Görkey (Sivas), Seniha Hızal (Trabzon)’dır.

 

68

 

Takım değiştirten tezahürat

“Karşıyaka'daki Karavokiri sahasının çevresi Türk ve Rum seyircileriyle dolmuştu. Türklerin sesi sanki daha gür çıkıyordu: (Kaf Kaf Kaf, Sin Sin Sin... Kaf Sin, Kaf Sin, Kaf...)

Kırmızı Türklüğü, yeşil Müslümanlığı temsil etsin diye seçilen, Karşıyaka Spor Kulübü'nün kırmızı- yeşil bayraklannı sürekli sallayan Türkler hiç susmuyordu.

Maçın henüz başlarıydı; orta saha oyuncusu sağiç İplikçizade Sadi, topu sağaçık Kadızade Rıfat'ın önüne attı. Meşin yuvarlağı kontrol eden Rıfat, Rum sol beki çalımlayıp, topu ortaladı. Rum defansının bakışları arasında top Rum kale sahası önündeki santrfor Ali Adnan'ın (Menderes) önüne düştü. Ali Adnan kaleciyle karşı karşıyaydı. Topa olanca gücüyle vurdu. Top kalenin epey

üstünden auta çıktı...

Hayatında ilk kez, o futbol sahasında kötü tezahüratla karşılaştı. Kırılgan bir yapısı vardı; belki de bu olayın etkisiyle Karşıyaka Spor Kulübü'nden ayrılıp yeni kurulan Altay'a geçmişti. Üstelik santrfor oynamayı da bırakmıştı. Futbolun yalnız mevkii, kaleciliği seçmişti!” (Soner Yalçın, Efendi, İstanbul, Nisan 2004, birinci baskı, s.183)

Ali Adnan 1899 yılında İzmir’de doğdu. Orta öğretimini 1910 yılında kaydolduğu İzmir İttihat ve Terakki İdadisi’nde tamamladı.  Amerikan Koleji’nde son sınıfta iken çıkan I. Dünya Savaşı nedeniyle16 Aralık 1916 tarihinde askere alındığı için lise eğitimini yarıda bıraktı. 1917 yılında Asteğmen rütbesi ile Suriye-Filistin cephesine giderken yolda Adana Pozantı’da zehirli sıtmaya yakalandı. İzmir'deki 17. Kolordu Komutanlığı'nın emrine verildi.

 Babaannesi Katipzade Fitnat Hanım Karşıyaka’da bir ev kiraladı. Temiz havası ve ferah bir bahçesi olan bu evde Ali Adnan biraz kilo aldı, sağlığına kavuşmaya başladı.

Arkadaşı İplikçizade Sadi onu Karşıyaka kulübüne götürdü. 1912 yılının sonlarına doğru gittiği Karşıyaka Spor Kulübü, İttihadçıların “Monarşist darbe” ile Temmuz 1912’de iktidardan uzaklaştırıldıkları dönemde kurulmuştu. Günver Güneş’e göre Karşıyaka takımı Hürriyet ve İtilaf Fırkası tarafından himaye edilmekteydi. (Günver Güneş, İzmir’de Futbol, Toplumsal Tarih dergisi, sayı: 142, İstanbul, 2005.)

Ali Adnan Bey, 1914 yılında Karavokiri sahasında karşılaştığı kötü tezahürattan çok etkilenince, eniştesi Evliyazade Nejad onu Altay kulübüne götürdü. Altay, İttihad ve Terakki’nin İzmir Katb-i Mes’ul’ü Mahmut Celal (Bayar) Bey’in girişimi ve dönemin İzmir Valisi Rahmi (Arslan) Bey’in desteği ile İttihadçılar tarafından 16 Ocak 1914 tarihinde kurulmuştu. Evliyazade Nejad, Altay’ın kurucularından biriydi.

 

69

 

Karşıyaka’da Zaman Yolculuğu

 

Türkiye’de “Resmi Gazete”nin kökeni Sultan II. Mahmut döneminde Tarihçi Esat Efendi’nin yönetiminde 11 Kasım 1893 tarihinden itibaren haftada bir yayımlanmaya başlanan “Takvim-i Vekayi” gazetesine dayanır.

Ankara’da ayrı bir Meclis’in kurulmasından bir  kaç ay sonra “Cerîde-i Resmiyye” 7 Ekim 1920 günü kuruldu ve Meclis’in 263 sayılı Kararnamesi ile 7 Şubat 1921 tarihinden itibaren yayınlanmaya başladı. Gazetenin ismi 10 Eylül 1923 günü  “Resmi Ceride” olarak değiştirildi. 17 Aralık 1927 gününden itibaren “T.C. Resmî Gazete” adını aldı.

1 Kasım 1928 tarihli ve 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un yürürlüğe girmesiyle, 1Aralık 1928 tarihli 1054. sayıdan itibaren Resmî Gazete bugün kullandığımız yeni alfabeyle basılmaya başlandı. 1929 yılından itibaren ulusal bayramlar, genel tatil günleri ve pazar günleri haricinde Resmî Gazete’nin her gün düzenli olarak yayınlandı.

Yönetmelikte yapılan değişiklikle 21 Haziran 1970 tarihinden itibaren pazar günleri de Resmî Gazete’nin yayımına başlandı. .

18 Mayıs 2009 tarihinde yapılan bir başka değişiklikle hizmetin gerektirdiği hallerde ulusal bayram ve genel tatil günlerinde de Resmî Gazete’nin yayımlanması mümkün hale geldi.

Resmi Gazete’nin 19 Kasım 1929 tarihli nüshasında yer alan bir karara göre İzmir'de Karşıyaka mevkinde bir nahiye oluşturuldu. Yamanlar, Şemikler, Çiğli, Boşnak, Sancaklı, Alurca, Bostanlı, Dedebaşı, Turan ve Bayraklı mahalleleri Karşıyaka nahiyesine bağlandı.

İstanbul'da temsilcisi bulunan bir Alman müessesesi Belediye’ye İzmir’de Karşıyaka’ya deniz altından çelik borularla su isalesi teklifinde bulundu. Bu teklif de diğer projelerle birlikte Belediye tarafından

20 Eylül 1932 günü Bayındırlık İşleri’ne gönderildi.

 25 Aralık 1935 günü Resmi Gazete’de Karşıyaka'da oturan 25 öksüz ve fakir öğrenciye vapurla parasız gidip gelmeleri için birer paso verilmesi kararı yayınlandı. Bundan 10 ay önce de 25 Şubat 1935 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla 50 öğrenciye bu ücretsiz geçiş karnesinden verilmişti

25 Aralık 1943 günlü Resmi Gazete’de yayınlanan bir karara göre; İzmir’de irtifak hakkı tesis

edilmesi hakkında kararname İzmir vilayetinin merkez kazasına bağlı Karşıyaka nahiyesinin Yamanlar Köyü doğusunda Yamanlar Dağının Cucular Tepesi üzerinde Manastıryayla adındaki yerin 131.460 metrekarelik kısmında İzmir Verem Mücadele Cemiyeti lehine tespit edilen esaslar dairesinde irtifak hakkı tesis edilmesine karar verilmişti

 

 

70

 

Türkiye’nin ilk makarna fabrikası taşınıyor

Kavalalı Hasan Tahsin Bey, 1910’lu yıllarda İzmir’e göç ettiğinde önceleri al-sat  ticaret yapsa da bir süre sonra azınlıkların elinde bulunan fabrikalara makarnalık un üretip satmaya başladı. 1921 yılında İtalya’da iken bir fuarda makarna imalat makinelerini görmesi üzerine İzmir’e döndükten sonra 1922 yılında "Türk Makarna Fabrikası" adıyla el presleriyle makarna üretimine başladı.

XIX. yüzyılın sonlarında Halkapınar, Darağaç, Kordon, Karaağaç, Kemer Caddesi, Topraktepe, Sineklideğirmen ve Hisararkası’nda su ve ateşle çalışan çoğu Rumlara ait toplamda 67 un fabrikası vardı. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde İzmir’de makarna üretimi yapan Samolada İbrişimci’ye ait olan makarna fabrikası, Kimon Kerastaçoplu’ya ait olan makarna fabrikası, Korali’ye ait olan Sinekli mahallesindeki makarna fabrikası vardı. Bunlardan ikisi Rumlara aitti.

On işçinin çalıştığı fabrikada günlük üretim yaklaşık 850 kilogramdı. Buna rağmen Hasan Tahsin Bey 1923 yılında 1. İzmir İktisat Kongresi ile birlikte düzenlenen “Yerli Malları Sergisi”nde ödül aldı. Bunun üzerine Hasan Tahsin Bey, sonra İtalya'dan ilk makarna kalıplarını getirdi ve Alsancak’ta yeni yaptırdığı fabrikada ürettiği makarna çeşitlerini arttırdı.

Soyadı Kanunu’nun 1934’de kabul edilmesinin ardından Hasan Tahsin Bey, 1936’da büyük babasının ilk adını kendisine soyadı olarak seçti ve Türkiye’nin ilk makarnasının markası “Piyale” oldu.

Sanayi ve Kalkınma Bankası’ndan aldığı krediyle 1955 yılında Bayraklı’da büyük bir fabrika kurdu. "Maktaş Makarnacılık ve Ticaret Anonim Şirketi"nin ortak sayısı arttı. “Piyale”  markası bu fabrikadan tüm Türkiye’ye ulaştı. Bayraklı’da üretim, en son teknoloji ile el değmeden yapılıyordu. 1970'ten itibaren makarna dışında ürünler de üretmeye başladı. 2001 yılındaki ekonomik krizde büyük darbe alan şirket, el değiştirdi ve "GıdaSa" adıyla Sabancı Holding’e 'e geçti. Fabrikanın yer aldığı bölgenin “turistik alan” kapsamına alınması nedeniyle fabrika 2007 yılında kapatıldı ve Sakarya’nın Hendek ilçesindeki tesislere taşındı.

8 Şubat 2007 tarihli Radikal gazetesinde yer alan haberde “Makarna denince belki de ilk akla gelen Piyale'nin İzmir'deki 54 yıllık fabrikası kapatılıyor. Piyale markasını dört yıl önce satın alan Sabancı Grubu, İzmir'in köklü tesisi Piyale makarna fabrikasını kapatacağını, fabrika arazisi üzerinde alışveriş merkezi ya da turizm tesisi kurulması için görüşmelerin yapıldığını açıkladı.” deniyordu.

 İzmir’den bir üretim tesisi daha giderken Selanikli Hasan Tahsin (Osman Nevres)’den sonra Kavalalı Hasan Tahsin (Piyale) İzmir tarihinin “ilkleri” arasında yer aldılar. Biri işgal günü ilk kurşunu atarak direniş ruhunu başlattı, diğeri Türkiye’nin ilk makarnasını üretti.

Arabayla ya da metroyla İzmir-Karşıyaka arasında yolculuk yapanlardan, Bayraklı’dan geçerken kaç kişi acaba ülkenin bu ilk makarna fabrikasının yerini anımsıyordur?

 

 

71

 

Karşıyaka 1945

İkinci Dünya Savaşı’nın son yılında Karşıyaka’da savaş koşullarına karşın günlük yaşam sürüyordu. 7 Ocak 1945 günü Yeni Asır gazetesinde yer alan bir habere göre Karşıyaka Halkevi’nde İngiliz resim ve grafik sanatçılarının 250 taneye yakın eserinden oluşan bir resim sergisi açılmıştı. Halkevinde bu tip etkinliklere ek olarak daha çok konferans, konser ve tiyatro etkinlikleri yer alıyordu. Bu konuda Anadolu gazetesinde 27 Ocak’ta, Yeni Asır’da 30 Ocak’ta iki habere yer verilmişti.

Şubat ayında Halkevi konferanslarının devam ettiği görülmektedir.15 Şubat tarihli Yeni Asır ve

Anadolu gazetelerinde bu konu hakkında okuyuculara bilgi veriliyordu. 17 Mart tarihli Yeni Asır ve

18 Mart tarihli Anadolu gazetelerine göre aynı etkinlikler Mart ayında da sürmüştü.

7 Nisan tarihli Anadolu gazetesinde yer alan bir habere göre Karşıyaka’nın su ihtiyacının Yamanlar suyu ile sağlanmasına rağmen yeterli gelmediği için Halkapınar suyundan takviye yapılmasına karar verilmişti.

25 Mayıs tarihli Anadolu gazetesinin Karşıyakalılara bir müjdesi vardı. Karşıyaka’daki atlı tramvay yolunun raylarının dar ve eski olduğu için İzmir Belediyesi inceleme yaptırarak İzmir atlı tramvay yolundaki gibi oluklu raylar yapılmasına ve ayrıca Karşıyaka için Eshot imalathanesinde iki tramvay yapılmasına karar verilmişti

Karşıyaka Halkodası’nın maddi durumu olmayan kişiler için ücretsiz muayeneler yaptığı haberi 31 Mayıs tarihli Yeni Asır gazetesinde okuyuculara duyuruldu.

26 Haziran günü Yeni Asır gazetesinde yer alan bir habere göre; İngiliz Kültür Heyeti Karşıyaka Halkevi’nde 128 kişinin katılığı İngilizce kursları açmıştı.

27 Haziran günü Anadolu gazetesinde, gazeteye gönderilen bir mektuba yer verildi. Mektup sahibine göre Karşıyaka pazarına üretici gelmiyordu. Az sayıda gelen üreticinin malı dükkan sahipleri tarafından satın alınıyordu. Böylelikle üreticinin ürününün birinci elden tüketiciye ulaşması engellenerek Karşıyakalıların aynı malı daha pahalı alması söz konusuydu. Mektubun yazarı bazı dükkan sahiplerinin faturaların bazılarına tarih koymuyorlar ve böylelikle ürünün fiyatı tam olarak belirlenemiyordu.

Karşıyaka’ya bir yüzme havuzu yapılmasına Mayıs ayında karar verilmişti. 16 Temmuz tarihli Yeni Asır bu konuya değinerek yüzme havuzunun iki ay gibi kısa sürede bitirilerek halkın hizmetine sunulduğunu duyurdu.

 29 Eylül günlü Yeni Asır gazetesinde, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in Karşıyaka’yı ziyaretinde bir lise açılması yönünde yaptığı incelemeler sonucunda liseye onun adı verilerek bir lise açılmıştır. Lisenin açılmasını müteakip bakan bir telgrafla tebrik ve takdirlerini iletmiştir.

29 Ekim günü Yeni Asır gazetesinde A. Balcı imzası ile yayınlanan “Karşıyaka Orman Fidanlığı Park Olabilir mi, Olamaz mı?” başlıklı makalede  “burasının kısmen mezarlık ve bataklıkların, kısmen de şahısların arazileri satın alınarak ağaçlandırıldığı ve her yıl binlerce fidanın buradan ücretsiz dağıtıldığı” bilgisi verildi.

 

 

 

72

 

Karşıyaka’ya düzenli su verilmeye başlandı

 

1 Temmuz 1935 günü Yamanlar Dağı’ndaki suyun Karşıyaka’ya düzenli olarak verilmesine başlandı.

Karşıyaka’nın içme suyu konusu uzun bir süreden beri kentin gündeminin önemli sorunlarından biri olarak duruyordu. 4 Temmuz 1929 tarihli Anadolu gazetesine göre “Karşıyaka’yı besleyen su kuyusunun temizlenmesi sırasında işin uzmanı olmayan kişiler çalıştırılınca kuyu tahrip olmuş ve Karşıyaka susuz kalmıştı.”

19 Eylül 1929 günü Vali Kazım (Dirik) Paşa’nın başkanlığında yapılan bir toplantıda Karşıyaka’ya suyun Halkapınar’dan getirilmesi kararlaştırıldı.

22 Eylül 1929 tarihli Anadolu gazetesinde yer alan bir yazısında İzmir milletvekili Enver Bey “Acaba İzmir’deki Halkapınar suları şirketine bu işi yaptıramaz mıyız? Belediye bu işi uzun uzun tetkik etmiştir. Bu suyun ana yerinden Karşıyaka’ya mesafesi on kilometredir. Yamanlar’daki su, Karşıyaka’ya yirmi altı, daha arkadaki su da kırk dört kilometre uzaklığında olunca ehveni İzmir’den su getirmektedir. Fakat nasıl? İşte burada arzu ve ihtiyaç ile hesap karşı karşıya geliyor. Tetkike atfen bize söylendiğine göre tesisat için iki yüz elli bin lira lazımdır. Su kumpanyası; bu tasarruf mukabilinde ne alacaktır?” diye sordu.

1930 yılında Karşıyaka Belediyesi’nin İzmir Belediyesi’ne bağlanmasından sonra bu konuyla ilgili çeşitli seçenekler üzerinde duruldu. Sonunda Yamanlar Karatepe havzasındaki kaynaklardan çıkan suyun toplanmasına karar verildi.

27 Eylül 1931 günü Hizmet gazetesine bir açıklama yapan Vali Kazım Paşa “Karşıyaka suyunun Yamanlar Dağı’ndan getirileceğine kesin gözüyle bakılabilir. Belediyenin ve fen heyetinin hazırladığı projeler ve görüşler, mukayeseli hesap cetvelleri ve fenni raporlar Vilayetten Dahiliye Vekaleti’ne sunulmuştur. Daha sonra Alucra ve Sancaklı köyleri de birer dilekçe vererek Karşıyaka’ya kendi köylerindeki fazla suların borularla akıtılması hakkındaki onaylarını bildirmişlerdir. Köylüler yalnız yaz mevsiminde iki ay kadar bahçelerine su verilmesini istemiş ve esasen köylünün gerek içme ve gerekse zaruri kullanma noktasından ihtiyacı olan suları Karşıyaka’nın bir mahallesiymiş gibi düşünülmüş ve hesaba katılmıştır. Karşıyaka’nın 30 sene sonraki nüfus artışı da dikkate alınarak o mevcuda yeterli memba suyu bulunduğu hesap edilmiş ve gerçekleştirilmiştir. Su membaları Karşıyaka’nın Soğukkuyu mahallesine kadar 8 kilometredir. Dahiliye Vekaleti’nden onay gelir gelmez suyun isalesi ihaleye çıkarılacaktır.” dedi.

 Yamanlar suyunu Karşıyaka’ya getirilmesi için Nafia Vekaleti (Bayındırlık Bakanlığı) bir proje yarışması açtı. Yarışmayı Ponta Mousson adlı bir firma kazandı. İhaleyi de aynı firma kazanınca 12 Haziran 1933 günü İzmir Belediyesi ile Ponta Mousson firması arasında bir sözleşme imzalandı.

Şubat 1934’te başlayan inşaat 28 Ağustos 1934 günü İsmet Paşa tarafından açıldı. Karşıyaka’ya düzenli su ise 1 Temmuz 1935 tarihinden itibaren verilmeye başlandı.

Yamanlar suyu 27 kaynaktan besleniyordu. Sekiz toplama havuzu ile Karşıyaka ile Yamanlar arasındaki Değirmendağı’na getirilerek orada 600 metreküplük bir rezervuara bağlandı. Şehir şebekesini oluşturan 24 kilometrelik tali tesisat ile de su halkın kullanımına sunuldu.

 

 

 

73

 

Karşıyaka vapurunda…

 

27 Mayıs 1913 Pazar günü Bandırma treni Basmane Garı’na akşamın grup saatlerinde gelmişti. Başı fesli, uzun sayılacak boyda, açık kahverengi gözlerinde hüzün olan genç bir adam vagondan ağır ağır iniyordu. Yıllar sonra o anı anımsadığından gözlerinde yaşlar olduğunu hiç saklamayacaktı. Mevsim bahardı. Buna karşın İzmir’in sıcağına pek uygun olmayan bir elbise vardı üzerinde. Elinde de kocaman bir bavul. Gitmesi gereken adresi hemen bulabileceğinden kuşkulu bu genç adam, bundan kısa bir süre önce yaşamakta olduğu Bursa’dan İstanbul’a çağırılmıştı. Yanına gittiği İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin Genel Sekreteri Mithat Şükrü (Bleda) Bey, ona yeni görevinin İzmir Katib-i Mes’ul’lüğü (sorumlu sekreterliği) olacağını söylediğinde şaşırmıştı.

Tren Karşıyaka İstasyonu’na geldiğinde bir süre beklemiş ve uzun uzun düşünmüştü. Bu genç adam İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yeni İzmir Katib-i Mes’ul’ü Mahmut Celalettin (Bayar) Bey’den başkası değildi.

Celal Bey, ilk günlerini çevresini ve İttihadçı arkadaşlarını tanımakla geçirdi. Parti politikalarını sorumluluk bölgesinde başarıyla uyguladığından İttihad ve Terakki’nin genel merkezinde konumunu güçlendirdi.

Yeni evli olan ve Alman Okulu’nda öğretmenlik yapan Bezmi Nusret (Kaygusuz) Bey’in geliri ailesini geçindirmek için yeterli değildi. Ekonomik sıkıntıları vardı. Bir gün Karşıyaka’ya geçerken

vapurda Eğitim Müdürü Abdi Namık Bey’e rastladı.  “Bezmi Bey” dedi Abdi Namık Bey, “dairede bir memur açığı var. Bu küçük bir memurluktur. Fakat gerçekten önemli bir görevdir. Sizden istifade etmek istiyorum. Kabul ederseniz, ayrıca bir öğretmenlik de veririm. Maaş konusu düzelmiş olur. Yalnız İttihadçılardan çekiniyorum. Onların muhalefet etmemeleri sağlanırsa bu iş olmuş demektir.”

Bezmi Nusret Bey, ertesi gün bir yakın arkadaşına Abdi Namık Bey’le yaptığı konuşmayı anlattı. Bu konuşmanın üzerinden beş-altı saat kadar geçmişti ki arkadaşı, kendisini İttihad ve Terakki’nin İzmir Katib-i Mes’ul’ü Mahmut Celal Bey’in çağırdığını söyledi. Bezmi Nusret Bey, İkinci Beyler Sokağı’ndaki İttihad ve Terakki’nin İzmir şubesinin bulunduğu binaya gitti. Üst katta Mahmut Celal Bey’in yanına çıktı. Bundan bir süre önce Bornova’ya atanması meselesinde Rahmi Bey’in kendisini kırmadan “koyu muhalif” olduğunu anımsatmasından sonra Cemiyet’in İzmir’deki bu bir numaralı adamının neler diyeceğini düşünmek bile istemiyordu. Ağır eleştiriler ve hakaretlerle karşılaşacağından korkarak odaya girdi.

 Kendisine kalsa gitmeyecekti, ancak eşi Baise Hanım ve bu görüşmeyi sağlayan arkadaşı onu zorla göndermişlerdi. Celal Bey, karşısındaki genci gülümseyerek karşıladı. Hal ve hatırını sorduktan sonra elini telefona uzattı. Karşısındakinin konuşmasına fırsat vermeden telefonun diğer tarafındakiyle konuşmaya başladı.

“ Abdi Namık Bey” dedi telefonun diğer ucundakine, “Bezmi Bey’in bir memuriyete atanması için tereddütte kalmışsınız. Bu genç, gerçekten Cemiyet’in muhaliflerindendir. Fakat yurtseverliğinden kuşkumuz yoktur. Kendisini uygun bir göreve atarsanız çok memnun olurum.”

Celal Bey’in yanından çıkan Bezmi Nusret Bey, Birinci Beyler Sokağı’ndaki Eğitim Müdürlüğü’ne gitti. Namık Bey, o arada atama yazısını yazdırıyordu. Bezmi Nusret Bey bir ricada bulundu. “Atama yazısını Mektupçu (Vilayet yazı işleri müdürü) Kamil (Dursun)Bey’e gönderebilir miyiz? Rahmi Bey’in haşin tabiatından çekinirim.”

Karşıyaka vapurları daha önce olduğu gibi bundan sonra da nice umutlara, nice aşklara, nice başlangıçlara vesile oldu.

 

 

 

74

 

Büyük kayıp

 

1 Ocak 1929 günü tüm Türkiye için çok anlam ifade ediyordu. Gazeteler yeni harflerle yayımlanmaya başlarken, diğer yandan da ülkenin birçok kentinde olduğu gibi İzmir’de de Millet Mektepleri törenlerle açılıyordu. Ankara’dan gelen bir haber tüm ülkeyi üzüntüye boğdu.

Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati vefat etmişti.

“Koca Necati” apandisitten ölmüştü. 1928 yılının son cumartesi gününde bir yıldan beri çekmekte olduğu apandisit ağrısı aniden artmıştı. Doktorlar konsültasyon yaptıklarında bakanın apandisitinin patladığını gördüler. Hemen ameliyat yapıldı. Açılan yaranın altında görülen iltihabın yaygın ve keskin görüntüsüne koşut olarak, İstanbul’dan dönemin tanınmış doktorlarından Akil Muhtar, Neşet Ömer, Operatör M. Kemal beyler acil olarak İstanbul’dan Ankara’ya çağırıldılar. Ertesi gün geldiklerinde karşılaştıkları durum “umutsuz”du.

1894 yılında İzmir’in Eşrefpaşa semtinde Değirmendağı yöresinde doğan Mustafa Necati; İzmir’de başladığı eğitimini İstanbul Hukuk Mektebi’nde tamamladı. 1914 yılında döndüğü İzmir’de işgale kadar avukatlık ve öğretmenlik yaptı.

1920’den sonra Manisa (Saruhan) ve İzmir milletvekili olarak TBMM’ne girdi. 1923’te Mübadele, İmar ve İskan; 1924’te de Adliye Bakanı oldu. 6 Aralık 1925’te Atatürk’ün isteğiyle ve Meclis tarafından seçilerek Milli Eğitim Bakanlığı görevine getirildi. 22 Nisan 1926 tarihli 819 sayılı yasa ile Özel İdare bütçelerinden öğretmen okullarına yüzde on oranında bir ödenek ayrılmasını sağladı. Gazi Eğitim Enstitüsü’nün kurulmasına, Heyet-i İlmiye, Talim ve Terbiye Kurulu, Maarif Eminliği gibi üst kademe örgütlenmelere katkıda bulundu. 1928’de Latin alfabesinin kabul edilmesi onun bakanlığı dönemine rastlar.

 Mustafa Necati için İzmir Türk Ocağı’nda 3 Ocak günü bir anma ve saygı toplantısı düzenlendi. Toplantıya Vali Kazım Paşa, Kumandan Fuad Paşa, Cumhuriyet Halk Fırkası Müfettişi Zühtü Bey, Belediye Başkanı, parti mutemedi, partinin ve vilayetin önde gelenleri, Maarif Emini, okul müdürleri, öğretmenler, Türk Ocağı üyeleri katıldı.

4 Ocak 1919 tarihli Anadolu gazetesinde yer alan habere göre; Maarif Emini Fuad Bey’in kısa açılış konuşmasından sonra üç dakika saygı duruşunda bulunuldu. Yakın dostu Denizli milletvekili ve Anadolu gazetesi sahibi ve başyazarı Haydar Rüştü Bey, Başbakan İsmet Paşa’nın konuşmasını okudu.

Daha sonra söz alan Çiftçi Necati, adaşı Mustafa Necati’nin okul ve Türk Ocağı yaşamından bahsetti. Karşıyaka Kız Muallim Mektebi Müdürü Şevket Süreyya Bey Mustafa Necati’nin öğretmenlik, bakanlık yaşamını özetledi. Karşıyaka Kız Muallim Mektebi eski müdürü Rıfat Necdet Bey kendi yazdığı mersiyeyi okudu. Tören, Cumhurbaşkanına, Başbakana, Meclis Başkanlığına, Türk Ocağı genel merkezine, Muallimler Birliği’ne, Maarif Bakanlığına telgraflar çekilmesi ile sona erdi.

 

 

75

 

“Hamza Rüstem Fotoğraf Evi” açıldı.

14 Nisan 2011 günü İzmir’in en eski fotoğraf stüdyolarından biri olan Hamza Rüstem Fotoğrafhanesi’nin yaklaşık yüzyıllık geçmişe sahip arşiv ve koleksiyonunun sergilendiği “Karşıyaka Belediyesi Hamza Rüstem Fotoğraf Evi” Mavişehir’de açıldı.

Hamza Rüstem’in torunu Mert Rüstem tarafından bağışlanan koleksiyonda orijinal fotoğraf makinaları, fotoğraflar, fotoğrafik efemera, çeşitli fotoğraf makinesi ekipmanları ve benzerleri bulunuyordu. Türkiye'nin ve İzmir'in ilk özel fotoğraf müzesi olan, “Karşıyaka Belediyesi Hamza Rüstem Fotoğraf Evi” 2014 yılında müze olarak tescillendi.

1872 yılında Girit'in Kandiye kentinde doğan Hamza Rüstem, Bahattin Bediz'in çırağı olarak Girit'te başladığı fotoğrafçılık macerasına mübadelede sonrası İzmir’de Kemeraltı Çarşısı’nda sürdürdü.

Öğretmen ve okul sahibi olan babası Mustafa Efendi’den Farsça, Fransızca, İngilizce ve ailenin anadilleri Rumca ve Türkçe eğitim aldıktan sonra, Girit’teki karışıklıklar üzerine ailesi, Bodrum üzerinden gelerek karayolu ile Uşak’a yerleşince Bursa Askeri Rüştiyesi’ne gitti. İstanbul Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirdikten sonra Osmanlı ordusu için topçu ve istihkam subayı yetiştiren askeri Mühendishane-i Berr-i Hümâyûn’a devam etti.

Bu okuldayken Jön Türk olduğu gerekçesiyle Saray’a yapılan bir ihbar sonucu tutuklandı. Fizan’a sürgüne gönderilirken, ailesinin ve Jön Türkler’in girişimi ile vapur İzmir’deyken kaçırıldı. Limandan kalkmakta olan ilk gemiye bindirilen Hamza Rüstem,  tesadüfen de olsa Girit’e gitti. Artık Kandiye’de doğduğu topraklara geri dönmüştü.

İngiliz kampı civarında seyyar satıcılık yaparak hayatını kazanmaya çalışırken kampa fotoğraf çekmeye gelen Bahaeddin Bey’in dikkatini çeken Hamza Rüstem, fotoğrafçılık mesleğine Çıraklık yaparak başladı.1909 yılında firmayı satın aldı.

Mübadele sonrası çalışanları ile beraber, Gülcemal vapuru ile sürgüne giderken kaçırıldığı İzmir’e gelerek yerleşti.

Onur Yılmaz’ın “İkinci Dünya Savaşı’nda İzmir Yahudileri” adlı yüksek lisans tezine göre; İzmirli fotoğrafçı bir Yahudi olan Samuel Perera’ya giderek “İzmir’e yeni geldiğini, Karşıyaka’da bir ev tuttuğunu, ekonomik olarak zorda olduğunu, fotoğrafçılık işine girmek istediğini; fakat bu meslek ile ilgili teknik altyapısının bulunmadığını” söyleyerek onun yanında çalışmaya başladı. Bir süre sonra kendi işyerini açtı.

“Varlık Vergisi” nedeniyle tahakkuk ettirilen vergiyi Samuel Perera’nın adına ödeyerek ona olan minnetini gösterdi. Bu parayı da ondan hiçbir geri almadı.

“Asırlık Çınar” Hamza Rüstem, 21 Haziran 1971 tarihinde 99 yaşında vefat etti.

 

 

 

76

 

Büyük ilgi gören “Sömürgecilik” Konferansı

 

19 Şubat 1932 günü Türkiye’de 14 merkezle birlikte İzmir Halkevi de açıldı. Bundan tam altı yıl sonra

20 Şubat 1938 günü Karşıyaka Halkevi hizmete girdi.

İzmir’deki Halkevi şubeleri arasında yaptığı çalışmalarla Karşıyaka Halkevi her zaman dikkat ve ilgi çekiyordu. 6 Mart 1947 akşamı Karşıyaka Halkevi’nde verilen bir konferans büyük ilgi çekti. Bu ilgi ertesi gün yayınlanan Yeni Asır ve Anadolu gazetelerinde de geniş yer buldu.

Konferansı İzmir Ticaret Odası Umumi Katibi Mustafa Turgut Türkoğlu verdi. 1891 yılında Girit’te doğan Türkoğlu, İzmir İdadisi’ni bitirmiş ve daha sonra bu okulda Fransızca öğretmenliği, Anadolu gazetesi başyazarlığı, İl Genel Meclis Üyeliği, İzmir Ticaret ve Sanayi Odası Genel Sekreterliği, TBMM IV. ve V. Dönem Manisa Milletvekilliği yaptı.

7 Mart 1947 günlü Yeni Asır gazetesine göre “Sömürgecilik” konulu bu konferansta Türkoğlu, “sömürgeciliği; tarihten önce (burada kasıt yazının bulunmasından önce olsa gerek), tarihten 1815 yılına kadar ve 1815 ile Sanayi Devrimi’nin başladığı zamandan günümüze kadar olmak üzere üçe ayırmıştır. Konuşmacı önce tarihten (yazının bulunmasından önceki) önceki Sümer, Mısır, Hitit ve Yunan krallıklarının nasıl yayıldığını ve sömürgeler kurduğunu anlatmıştır. Daha sonra 1815 yılına kadar Selçukluların, Osmanlı Devleti’nin, İspanyolların, Portekizlilerin, İngilizlerin ve diğer

devletlerin nasıl sömürü düzeni kurduklarını açıklamıştır. Son olarak da, Sanayi Devrimi ile birlikte bu sömürgeciliğin şekil değiştirdiğini belirterek milletçe buna karşı uyanık olunması gerektiğini söyleyerek konferansı bitirmiştir.”

7 Mart tarihli Anadolu gazetesine göre; Konferans sömürgecilik felsefesi, tarihi ve dünyanın sömürgeciler tarafından taksimini içeriyordu. Türkoğlu “18. Yüzyıl atlasına baktığımız zaman küremizin birçok yerlerini (henüz keşfedilmemiş) diye gösterdiği halde, sömürgecilik gayretiyle halen yeryüzünde ve kutuplarda, taksim edilmemiş tek karış yer kalmadığını ifade etti.

Türkoğu; Osmanlı İmparatorluğu’nun doğuş, itila (yükseliş) ve inhitat (düşüş) devrelerini ve bu İmparatorluğun parçalanmasından sonra yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçirdiği safhaları da anlattı.

Türkoğu’nun konuşması izleyiciler tarafından büyük bir alkışla sona erdi.

1947 yılı İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu dünyada ekonomik ve toplumsal tercihlerin yapıldığı ya da yapılmaya başlandığı bir yıldır. 1947 yılı Türkiye açısından dış ekonomik ve siyasi gelişmelerin iç gelişmeleri etkilediği bir yıl oldu.

12 Mart 1947’de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Truman Temsilciler Meclisi’nde ünlü “Truman Doktrini”ni ilan etti. Doktrine göre; Türkiye ve Yunanistan’a maddi yardım yapılacaktı.

Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı George Marshall 5 Haziran 1947’de Harward Üniversitesi’nde yapmış olduğu bir konuşmada ünlü “Marshall Planı”nı açıkladı.

Arka arkaya açıklanan “Truman Doktrini” ve “Marshall Planı”nın yansımaları çok kısa süre sonra görüldü. Türkiye’ye incelemeler için gelen Amerikan Temsilcisi İktisat doktoru Mac Westen Thornburg,  2 Temmuz 1947 günü İzmir’de yaptığı açıklamada Türkiye'nin özel teşebbüse önem vermemesi durumunda Amerikan özel teşebbüsünün Türkiye'ye gelmeyeceğini söyledi. Bu haber 8 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.

 

 

77

 

“İzmir’e Doğru”da Karşıyaka haberleri

 

İlkokulu Gürçeşme’de Vasıf Çınar İlkokulu’nda okudum. Vasıf Çınar kimdir bilmiyordum. O günler bilgiye ulaşmak çok zordu. Kısıtlı sayıdaki ve kısıtlı çeşitteki ansiklopedileri ancak kütüphanelerde bulabilirdik. Kütüphaneyi bulmak ise oldukça zordu. Yıllar sonra öğretmen olduğumda ilkokulumun müdür ve öğretmenlerinin bize Vasıf Çınar’ın kim olduğunu anlatmamasının büyük bir eksiklik olduğunun farkına vardım. Bunu yılda bir kez, en azından okullar açılırken ya da ilk dersimizde yapmaları gerekirdi.

İzmir’in önde gelen İttihadçılarından olan Hüseyin Vasıf Çınar 1896 yılında İzmir’de doğdu. 1910 yılında İzmir İdadisi’ni bitirdi. Hukuk Mektebi’ne yazıldı. Üçüncü sınıftan ayrıldı. 1915 yılında arkadaşı Mustafa Necati’nin özendirmesi ile öğretmenliğe başladı. 1915-1918 arasında Mustafa Necati ile birlikte kurdukları Özel Şark İdadisi’nde hem yöneticilik hem de öğretmenlik yaptı. İzmir’in işgali üzerine Balıkesir’e geçti. Orada “İzmir’e Doğru” gazetesini çıkarmaya başladı. Gazeteyi çıkarırken yanında yine yakın arkadaşı Mustafa Necati ve kardeşi Esat Çınar vardı. Balıkesir işgal edilince Ankara’ya gidip, Eğitim Bakanlığı Özel kalem Müdürü oldu. Ankara’da “ İzmir Yurdu Derneği”ni kurdu.

23 Eylül 1919 tarihinde çalışmalarını tamamlayan Üçüncü Balıkesir Kongresi’nin sonrasında, kamuoyunu ulusal güçler hakkında aydınlatacak ve uyaracak bir yayın organı olarak 16 Kasım 1919’da yayımlanmaya başlayan “İzmir’e Doğru” gazetesi, 27 Haziran 1920 tarihine dek 74 sayı çıktı. İzmir’e Doğru gazetesi Vasıf Çınar’ın hem işgal güçlerine, hem batılı devletlere ve hem de kendi halkına hitaben yazdığı ve işgal politikasının haksızlığının anlatıldığı yazılardan oluşmaktadır. Vasıf Çınar gazete yazılarında İzmir’in işgali ile beraber işgal devletlerinin politikası ve bu politikanın Türkiye’deki uygulayıcısı olan İstanbul Hükümetlerini eleştirdi.

“İzmir’e Doğru” gazetesinde Karşıyaka ile ilgili üç habere yer verildi.

4 Aralık 1919 tarihli ve 6 numaralı “İzmir’e Doğru” gazetesinde “Cephelerde Vaziyet” bölümünde “Yunanlar İzmir kışlasındaki karargahlarını dün Karşıyaka’ya nakletmişlerdir.” haberi vardı.

9-13 Aralık 1919 tarihli 9 numaralı “İzmir’e Doğru” gazetesinde “İzmir Şuunu (olayları)” bölümünde “Islahat” gazetesinden yapılan bir alıntıya yer verildi: “Pencşenbe (Perşembe) günü akşam saat altıyı on iki gece Basmahane’den hareket eden Karşıyaka treni; İstavroz (Hilal) mevki’inde Buca’dan gelmekte olan Aydın kumpanyasına mensup tren ile müsademe (çarpışma) eylemiştir. Müsademe-i vakıadan kırk mecruh (yaralı) ve beş maktul (ölü) vuku bulmuştur. Makinist İbrahim maktuller meyanında bulunmaktadır.”

 13 Haziran 1920 tarihli 70 numaralı “İzmir’e Doğru” gazetesinde “Son Haberler” bölümünde “İzmir’de Kral Konstantin taraftarları Halkapınar’ında cephaneliği ateşlemek üzere iken tevkif edilmişlerdir. Yunaniler cephaneliği, Karşıyaka’da Osmanzade mevki’indeki gaz depolarına naklederek iki kat tel örgü içine almışlardır.” haberi bulunuyordu.

 

 

78

 

Karşıyaka’da bir emekli

Cahit Atay, 1925 yılında Çorum’da dünyaya geldi. İlk ve ortaokulu burada bitirdi. Lise öğrenimini Trabzon, Ankara ve Bursa’da sürdürdü. Kendi anlatımıyla “Hesaplı liseyi bırakıp hesapsız tiyatroya” geçti. İlk yazarlık deneyimlerini Halkevi’nde tiyatro sahneleyen amatör topluluklar için tiyatro oyunları yazarak yaşadı. Küçük yaşta Halkevleri sahnelerinde oynadı. Bazı arkadaşları ile Yurt Tiyatrosu adı altında gezgin bir tiyatro kurdu. 1950 yılında itibaren TRT Ankara radyosu için oyun yazmaya başladı.

Özellikle 1960 sonrası gelişen köy edebiyatının tiyatrodaki temsilcilerinden biri olan Cahit Atay, Oyunlarında büyük kent insanının duygularıyla kırsal kesimde yaşayan insanların karşılaştıkları su, tarla, kan davası, kuraklık gibi sorunları yansıttı

Askerden dönüşünde yaşamını sürdürebilmek için köy öğretmenliği, meteoroloji memurluğu, avukat katipliği gibi işlerde çalıştı.

1951 yılında Ankara’da Devlet Su İşleri’ne desinatör olarak girdi ve buradan emekli oldu. İlk oyunu “Pervaneler” Devlet Tiyatrolarında 1959 yılında oynandı.

28 Ağustos 2012 günü Çanakkale’nin Biga ilçesinde 87 yaşında vefat etti.

Emekli olduktan sonra İzmir’de Karşıyaka’ya yerleşti. Bahçelievler Mahallesi 1849/4 Sokak’ta Pınar Apartmanı’nda otururken mahallenin çocuklarına edebiyat ve tiyatro sevgisini vermeye çalıştı. Onlarla sohbet ediyor, zaman zaman onlara kitaplar armağan ediyordu.

Çapraz apartmanda oturan Funda Ş.’nin edebiyata ve kitaba olan ilgisini görünce ona Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Çocuk ve Allah” kitabını hediye etti. Funda buna çok sevindi. Kitabı hemen okuyan Funda’yı yazmaya özendirdi.

Funda’nın yazdığı bir öyküyü büyük bir titizlikle inceledi. Öykünün üzerine kırmız kalemle notlar aldı. Funda, bu öykünün ve Cahit Atay’ın notlarının yazılı olduğu kağıtları yıllarca özenle sakladı.

Karşıyaka Belediyesi, ölümünden sonra uzun yıllar yaşadığı 1849/4 Sokağın adının “Cahit Atay Sokağı” olarak değiştirdi.

Bununla da yetinmeyen Karşıyaka Belediyesi Geleneksel Cahit Atay Liselerarası Tiyatro Şenliği düzenlemeye başladı.

Karşıyaka, bir kez daha değerbilirliğini ve vefa duygusunu kanıtladı.

 

 

 

 

79

 

Karşıyaka’nın ilk Katolik Kilisesi

Karşıyaka’da Kilise Sokağı olarak bilinen, İsa’nın gerildiği gerçek haçı bulduğuna inanılan ve Roma İmparatoru I. Constantinus’un annesi olan Azize Helen’den adını alan Saint (Azize) Helen Kilisesi, Karşıyaka’nın ilk Katolik kilisesidir.

Evrensel anlamında Katolik sözcüğünü benimseyen mezhep, İsa Mesih ve resulleri (elçileri) Petrus ve Pavlus tarafından kurulduğunu iddia eder. Merkezi Roma’da bulunan kilise, Papa tarafından yönetilir.

XIX. yüzyılda Katolikliğin doruğunu yaşayan İzmir’de Katolik cemaati 1831 yılından itibaren kurulmaya başlandı.

Saint Helen Kilisesi’nin arazisi İtalyan Levanteni Nicola Aliotti tarafından bağışlanmış, II. Abdülhamid'in izin fermanı ile inşa edilmiştir. Yapımı sırasında Karşıyaka’da yaşayan Müslümanların da bağışta bulundukları St. Helen Kilisesi’nin mimarı Raymond Charles Pere, Katolik Lazarist mezhebine bağlı bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Bazı kaynaklarda doğum yeri Fransa’da Landes, Rokfor-de-Marsan olarak geçmektedir.  Cenk Berkant’ın yüksek lisans tezi olan “İzmirli Bir Mimar: Raymond Pere” de ise Punta (Alsancak) olarak belirtilir. Pere, Mimarlık eğitimini Fransa’da aldı. 15 Ekim 1929 günü İzmir’de ölen Pere’nin eşi, Anais ve çocukları 1934 yılında Fransa’ya döndüler.

Düzgün kesme taşlarla yapılan kilise, bazilikal planlıdır. Erken Hıristiyan ve Ortaçağ mimarilerinde olduğu gibi yan geçitleri yer almaktadır. Kilisenin iki yanında yer alan küçük galeriler arasında büyük bir galeri bulunmaktadır. Saint Helen Kilisesi’nin çan kulesi yoktur. Döneminin en sağlamı ve prestijlisi kabul edilen İtalyan Carrara Mermeri kullanılan kilise, 1904 yılında hizmete açıldı.

Dört köşesinde Azize Helen ve Aziz Konstantin’in mermer heykellerinin yer aldığı Kilise’nin pencerelerinde Fransız aziz ve azizelerin vitrayları, duvarlarında ise Hz. İsa'nın yaşamını tasvir eden kabartmalar bulunmaktadır.

Görkemli bir kapısı ve çiçekli büyük bahçesi olan Kilise’nin içindeki şapellerin (küçük ibadet yeri) birinde, Karşıyaka’nın Hollanda asıllı Levanten ailelerinden olan Van der Zee’lerin genç yaşta kaybettikleri evlatları Carol ve Vlademir anısına ithaf edilen birer yazı bulunmaktadır.

Saint Helen Kilisesi, 1968 ve 2003 yıllarında iki kez onarıldı. 1968 yılında kilisenin iç mimarisi yenilenirken özellikle tarihi dokunun korunmasına dikkat edilmiştir.

 

 

 

 

80

 

Bir sergiden ötesi:

Fotoğraflarla İzmir’in 4 yılı

“Ateş Çemberinde İzmir İşgalden Kurtuluşa” sergisini gezdiniz mi?

Gezmediyseniz hemen zaman ayırıp sergiye gidin. Çünkü o sergiyi iki kez gezmeniz gerekir. Birincisinde fotoğrafları, ikincisinde ise görselleri destekleyen kısa ama öz bilgiler veren metinleri okumak için.

Serginin süresi üç ay. Hepimiz çok iyi biliriz ki önceleri uzun bir zaman gibi gelen bu üç ay göz açıp kapayıncaya dek geçer. Bu nedenle vakit geçirmeden mutlaka zaman ayırarak bu sergiyi görün. Sergi süresince her gün sergi alanında sorularınıza yanıt verecek yetkili ve yetkin bir kişi mutlaka bulacaksınız. Proje koordinatörü Nejat Yentürk, küratör Aybala Yentürk ve asistan küratör Murat Kaya size rehberlik yapmaktan ve sorularınızı yanıtlamaktan mutlu olacaklar.

Nejat Yentürk yaptığımız görüşmede söylediği “30 yıldır İzmir’in işgali sırasında yaşananlar ve geçirdiği büyük yangınla ilgili belge ve fotoğraf topluyorum. Bir koleksiyoncu orijinal malzemeleri toplar; dijital kopyaları değil. Yurt içi ve yurt dışı müzayedeler ile sahafların takibi sonucunda hatırı sayılır bir koleksiyon meydana getirdiğimi düşünüyorum. Ben koleksiyonculuğu boş vakitleri dolduracak bir hobi değil, ciddi bir bilgi faaliyeti olarak görüyorum. Tarih yazımına katkı sunacak malzemeler özellikle ilgilendiriyor haliyle. Böylelikle devlet ve özel kurum arşivlerinde yer almayan çok değerli belge, fotoğraf ve yayına ulaşmayı başardım.” sözleriyle otuz yıla dayanan bir emeği, sabrı ve mücadeleyi dile getirdi.

Nejat Yentürk, serginin hedef kitlesinin öncelikli olarak gençler olduğunu söyledi. Bu nedenle serginin konsepti de 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesi ile başlayarak 13 Eylül 1922’den 16 Eylül’e dek

süren yangını kapsayan dört yıllık süreçte “Başta Venizelos başta olmak üzere Yunan devlet adamlarının akıl dışı tutumları ve ordularının Batı Anadolu’daki hareketleri karşısında Batılı devletlerin ikiyüzlü ve taraflı politikalarıyla Osmanlı yönetiminin aczi ve milli mücadele hareketinin güçlenmesi ve bunun sonucunda yeni bir devletin Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu”nu içeriyor.

Sergiye Yavuz Çorapçıoğlu, Uğur Yeğin; Zafer Falay ve Cem Karagözlü ile İnönü Vakfı destek vermiş ve katkıda bulunmuşlar.

Serginin çok özel parçaları arasında Hasan Tahsin’in imzalı fotoğrafı, İzmir Müdafaa-yı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti’nin kongre fotoğrafı, Maşatlık Mitingi’nin el ilanı, İyonya Devleti’nin kuruluş bildirgesi, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu Ajansı eliyle İtilaf Devletleri temsilcilerine İzmir’i teslim etme koşullarını bildirdiği mesajı, ünlü Dürrizade Fetvası, İstanbul ve Ankara hükümetlerinin ve Türk aydınların Yunan ordusunun yaşattıklarını dünyaya duyurmak amacıyla yaptıkları nadir yayınlar… Her biri orijinal ve ilk kez gün ışığına çıkıyorlar.

Bu serginin bir başka özelliği de “kartpostal gönderme” imkanı ile tarihe kayıt düşme olanağınızın olması. Ziyaretçiler müze ve sergilerden bir hatıra alarak ayrılmak isterler. Yüzüncü yıl gibi tarihi öneme sahip sergiden hatıra olarak saklanabilecek en uygun malzemelerden kartpostallar hazırlanmış.

 PTT’nin bu sergiye özel bastığı pullarla ziyaretçinin postaya vermesi fırsatı yaratılmış. Çocuk ve torunlarınıza koleksiyon değeri yüksek bir hatıra bırakmak için hiçbir masraf ya da zaman harcamadan orada kartpostala istediğinizi, zarfa da göndereceğiniz adresi yazmanız yeterli.

Sergi süresince her hafta bir konuk ile söyleşiler düzenlenecek. İzmir’in işgalinden kurtuluşa ve geçirdiği büyük yangına yönelik konular çok çeşitli boyutlarıyla ele alınacak.

Sergi “Sonun Başlangıcı” bölümüyle başlıyor. Hangi “Sonun Başlangıcı” ve kimler için “Sonun Başlangıcı”?

Bu sorunun yanıtını sergiyi gezdikçe anlamak mümkün. Mondros Mütarekesi Osmanlı’nın sonu, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıcı oluyor. Savaş ganimetlerinden alacakları payın hayalleriyle işgale yeltenenlerin ve onları destekleyenlerin sonu, ulusal kurtuluş ateşinin tüm dünya için yakılışının başlangıcı.

Sergiyi gezerken bu sorunun yanıtını değişik cepheleriyle bulma olanağına kavuşuyorsunuz. Birileri için “son” olduğu sanılan bir durum diğerleri için “başlangıç” oluyor.

Maşatlık Mitingi ile başlayan günler “İşgal odası” bölümünde sergilenmiş. Maşatlık Bildirisi’nden, işgal fotoğraflarına, Fatih ve Sultanahmet mitinglerinden, işgalde gündelik yaşama dek uzanan görseller; Kuvayı Milliye, Ankara Meclisi’nin açılışı, Yunanistan’ın “İyonya Devleti Projesi”nin ilanı, Yunanistan ordusunu geri çekilmesi ve “Zülum Odası”.

Bu odanın girişinde 18 yaşından küçükler için bir uyarı var. Yüreğinizin dayanacağına inanıyorsanız bu “korku” odasını da gezin.

Sergide ilgimi çeken bir de “Karşıyaka Duvarı” oldu. Merak ettiyseniz gidip görün.

Serginin bitişi “Kül deryası” ile oluyor. 13 Eylül’den 16 Eylül 1922’ye dek yanan İzmir’in fotoğraflarını gördükten sonra, bu kentin küllerinden yeniden doğacağına inanmak gerçekten zor oluyor.

Gezerken yorulduysanız “Video Odası”nda oturup hem dinlenebilir hem de video izleyebilirsiniz. Ne izleyeceğinizin yanıtını Nejat Yentürk’ten alıyorsunuz: “Sergi hazırlıklarımız sırasında, Türk Kızılay’ının Kurtuluş Savaşının kazanıldığı hemen ilk günlerde Yunan ordusunun geride bıraktıklarını dünya kamuoyuna anlatmak için filmler çekmiş olduğunu fark ettik. Avrupalılar için Fransızca ve Almanca, Hindistan Müslümanları için Urduca. Yokluklar içinde çekilmiş bu filmlerin kopyaları bizde mevcut değil, ancak Kızılay, halka göstermesi dileğiyle Kızılhaç’a göndermiş. Kızılhaç ise bu filmleri halka göstermemiş, birkaç yıl öncesine kadar arşivinde tutmuş. İşte bu filmleri ziyaretçilerimizle paylaşıyoruz. Bundan başka, Albert Kahn ve Pathe arşivinden İzmir yangını hakkında filmleri de sergi salonunda gösteriyoruz.”

 

81

 

Poulimenos’un Karşıyaka’sı

 

Aile kökleri İzmir’e dayanan George Poulimenos, 1959 yılında Atina’da doğdu. Karlsruhe’de kimya mühendisliği okudu ve otomotiv sektöründe çalıştıktan sonra Yunanistan’a döndü. İzmir ile ilgili haritalar topladı ve araştırmalar yaptı. Bunun sonucunda yazdığı “Simirna Seyahat Rehberi 1922” adlı kitabı, 2022 yılında Türk okurlarla buluştu. Yangından hemen önceki İzmir’i anlattığı kitabı 100 yıl önceki İzmir için bellekleri tazeledi. Bu kitap, Karşıyaka ve yakın çevresinin çok kültürlü yapısını gözler önüne serme işlevini de üstleniyor.

Kitap her ne denli ciddi bir araştırmaya dayansa da özellikle nüfus konularında verilen sayıların öznel olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Dönemin haritalarından yararlanan Poulimenos, bir seyahat rehberi olarak yazdığı kitabında Karşıyaka ve yakın çevresi için içtenlikli bir tanıtım yapıyor.

Poulimenos’a göre; merkezinde 9.500 Rum, 1.300 Türk,500 Ermeni, 150 Yahudi ve 1.050 Levanten’in yaşadığı Kordelyo’da; Vaporoskala’dan (Vapur İskelesi) başka Belhomme İskelesi ve Belediye İskelesi vardır. Vaporoskala’nın solunda yer alan ahşap basit iskelelerin Belediye’ye ait olanında İzmir’e gidecek meyve ve sebze tartılır ve vergilendirilirdi. Leon Joseph Henri (Lionel) Belhomme’a ait olan diğer iskele ise deniz taşıtlarına akaryakıt vermek için kullanıyordu.

Alaybey ve Papaz İskelesi’ni Soğukkuyu’ya bağlayan atlı tramvayın yanı sıra İskele Meydanı’nda kiralık arabalar bulunurdu.

Sahilde pek çok kahvehane, okuma odası, büfe, bilardo, paten sahası vardı. Yazlık tiyatrosu  ve sineması olan Club Avra; Bella Vista bölgesinde Apollon Tiyatrosu ve Venüs (Afrodit) Sineması  bu bölgedeydi. Sahilde etrafı demirlerle çevrili 3 deniz banyosu bulunuyordu.

Karşıyaka sahilinde Papaz İskelesi’ne kadar uzanan kıyıda çoğu özel iskelelere ve kapalı banyolara sahip geniş bahçeli villalar yer alıyordu.

Aya Anna Kilisesi’nin avlusunda yer alan 6 öğretmen ve 300 öğrencisi olan altı sınıflı Efthyoulis Erkek Okulu, 4 öğretmen ve225 öğrencisi olan Efthyoulis Kız Okulu adlarını Efes Metropoliti Efthyvulis’ten alır. Karşıyaka’da Antoniadeios Okulu, Soğukkuyu yakınlarındaki Omiros Tarlası mevkiinde Türk İdadi Okulu, Notre Dame De Sion Katolik Kız Okulu, Saint Joseph Erkek okulu bulunmaktadır.

Aya Anna, Aya Yanni Prodromos, Meryem’in Göğe Yükselişi Ermen, Kilisesi, Katolik Saint Helene Kilisesi başlıca ibadet yerleridir.

Kordelyo’da Kopanos ve Aias Rum spor kulüplerinin spor sahaları ve stadyumları vardır.

 

 

82

 

Karşıyaka’nın yakın çevresi 1922

 

Yangından hemen önceki, 100 yıl öncesinin İzmir’ini anlatan “Simirna Seyahat Rehberi 1922” adlı kitabında George Poulimenos, Karşıyaka’nın yakın çevresini de ele alıyor.

4.100 nüfuslu sahil banliyösü olan Alaybey’de; 2.500 Rum, 800 Ermeni, 600 Türk ve 400 Yahudi yaşamaktadır. Zoohodos Pigi ( Yaşam Bağışlayan Kaynak) ve Aya Marina’ya adanmış iki Ortodoks kilisesi ile Kaal Kadoş Sinagogu vardır. İki sınıflı bir ilkokulun yanı sıra St. Joseph Frere’lerin Katolik Kız Okulu’nun bulunduğu Alaybey ile Karşıyaka arasında Omiros ailesinin 90 dönümlük arazisi uzanmaktadır.

Küçük bir yerleşim birimi olan Aya Triada’da (Turan); 200 Levanten, 50 Rum, 40 Ermeni ve 10 Yahudi olmak üzere 300 kişi yaşamaktadır. İki sınıflı karma bir okul ve tepede Aya Triada Kilisesi’nin bulunduğu bu yörede Standart Oil Company’nin yağ tankları yer alır.

Karşıyaka’nın kuzeybatısında yer alan Bahariye köyünde yaşayan 1.900 kişinin 1.400’ü Türk’tür. 300 Rum ve150 Ermeni de bu köyde yaşıyordu. 1901 yılında Hacı Osman Hilmi Paşa tarafından yaptırılan Karşıyaka Camii buradadır.

Karşıyaka’nın 5 km. kuzeydoğusundaki Hacı Muço (Tepekule) tepesinin eteğinde ve yamaçlarında kurulan Bayraklı’ya vapur, araba ve trenle ulaşmak mümkündür. Bizans döneminde “Varis” olarak bilinen Bayraklı’da 1.400 Rum, 44 Türk, 35 Levanten ve 250 Ermeni yaşıyordu. Deniz kıyısındaki deniz hamamları varsıl Yahudiler tarafından tercih ediliyordu. 1845 yılında yapılan ve güzel bir çan kulesi bulunan Ortodoks Yükseliş Kilisesi ile Surp Takvor Ermeni Kilisesi yer alıyordu. 1902 yılında inşasına başlanan 1922 yılında tamamlanan Saint Antuan Kilsesi ile Capuchin Manastırı’nın yanı sıra

3 öğretmen ve 120 öğrencili Yunan karma okulu, 160 öğrencili yatılı bir karma okul, bir Ermeni okulu ve 1907 yılında açılan İtalyan Rahibeler Okulu bulunuyordu.

Karşıyaka’nın kuzeybatısındaki Menemen İskelesi, birkaç hanelik küçük bir yerleşim yeriydi.

Neredeyse nüfusunun tümü Rumlardan oluşan Papaz İskelesi Karşıyaka’nın batısında bir balıkçı köyüdür. Lezzetli Papadiotika (Papaz usulü) çipurası, kavun ve karpuzlarıyla ünlüdür.

Karşıyaka’nın 2.5 kilometre kuzeydoğusunda çorak ve taşlı bir tepe üzerine kurulmuş olan Petrota;

200 Rum, 50 Türk ve 50 Ermeni yaşadığı küçük bir yerleşim yeridir. Poulimenos’a göre İzmir ve Karşıyaka halkı burada Temiz Pazartesi’yi kutlar.

Karşıyaka’nın kuzeyindeki Soğukkuyu köyünde 800 Türk’ün yanı sıra 25 kadar Rum da yaşar. Soğukkuyu’nun ilk sakinleri 1874 yılında Alucra’dan buraya taşınanlardır. 1898 yılından sonra Giritli Türk göçmenlerle köyün nüfusu arttı. Her Cuma köy meydanında kurulan pazarda kuzeydeki dağ köylerinden gelen Türklerin ürünleri satılır.

Tomazo Karşıyaka’nın kuzeybatısında yer alır. 300 Rum ve 24 Türk yaşayan Tomazo’da; kavun, karpuz, sebze ve meyve yetiştirilir. Köyde Ata Dimitri Kilisesi’nin yanı sıra bir öğretmen ve 70 öğrencisi olan üç sınıflı karma bir okul vardır.

  

 

83

 

Karşıyaka’nın vefası

Türk edebiyatını önemli isimlerinden Hasan Samim Kocagöz, 13 Şubat 1916’da Söke Burunköy ’de doğdu. İlkokulu 1928’de Söke’de bitiren Kocagöz, 1930 yılında İzmir Erkek Lisesi orta kısmına başladı.

Liseyi bitirinceye dek anneannesi Ayşe Hanım’ın Karşıyaka Osmanzade’deki (Aksoy) evinde kaldı.1937 yılında liseyi bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne devam etti. Üniversiteyi tamamladıktan sonra sanat ve felsefe tarihleri okumak üzere Lozan’a gitti.

Samim Kocagöz, 1945’te Türkiye’ye dönüp askere gitti. 1947’de terhis olduktan sonra Sevinç Hanım’la evlendi. 1950’den sonra İzmir’e yerleşti.

Öğretmen olmak isteği sakıncalı bulunan Kocagöz, 27 Mayıs’tan sonra İzmir Devlet Konservatuarı’nda tiyatro tarihi ve edebiyat öğretmenliği, İzmir Ticaret Lisesi’nde kısa bir süre edebiyat öğretmenliği yaptı.

1955 Hüsamettin Bozok’la Yeditepe Yayınevi’ni kurdular. Yeditepe dergisine düzenli yazılar yazdı.1960 yılında ortaklıktan ayrılarak İzmir’de öğretmenlik yaptı.

1989 yılında sol tarafına inen felcin fiziki sıkıntılarını yaşarken 1991 yılında eşi Sevinç Hanım’ın vefatı kendisini derinden etkiledi. Samim Kocagöz 5 Eylül 1993’de geçirdiği bağırsak rahatsızlığı sebebiyle hayata veda etti.

2001 yılında, Karşıyaka Belediyesi tarafından Palmiyeli Sokak’taki (1780 Sokak veya bugünkü adıyla Samim Kocagöz Sokak) evine “ Samim Kocagöz bu evde oturur.” plaketi, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel, Ahmet Piriştina ve yazarın oğulları Şükrü ve Fadıl Kocagöz’le birlikte çaktı.

Karşıyaka Belediyesi, ilk olarak 2018 yılında “Samim Kocagöz Roman Ödülü” vermeye başladı. Jüri tarafından “Samim Kocagöz Roman Ödülü”ne oybirliğiyle layık görülen eser, Gönül Çatalcalı’nın 1950’lerin Türkiye’sinde geçen dönem romanı ‘Eşiktekiler’ oldu.

14 Eylül 2018 cuma günü, Hikmet Şimşek Sanat Merkezi’nde düzenlenen törenle Çatalcalı’ya takdim edildi. Törende, Karşıyaka Belediye Tiyatrosu tarafından, Samim Kocagöz’ün “Islak Ekmek” adlı oyunu da sahnelendi.

 

 

84

 

“Beni şuracığa gömersiniz.”

1887 yılında kurulan Karşıyaka Belediyesi’nin ilk Belediye Başkanı olan Çömezzade Mehmet Efendi, zeytinlikleri olan ve yağ ticareti yapan biriydi. Hayırsever biri olan Çömezzade Mehmet Efendi, 1874 yılında Soğukku’da kendi adı ile anılan bir cami yaptırmıştı.

 Çömezzade Mehmet Efendi, Belediye Başkanlığı yaparken, 1890 yılının Temmuz ayında Karşıyaka’da ölen Tamburi Ali Efendi’nin tüm cenaze masraflarını karşıladı. Karşıyaka mezarlığına gömüldü.

1836’da Midilli’de doğan Tamburi Ali Efendi, burada başladığı öğrenimini İstanbul’da medresede tamamladı.

Sultan Abdülaziz’in tahta çıktığı yıllarda müezzinlik vazifesi ile saraya alındı ve bir müddet sonra da ikinci imamlığa yükseltildi. Bu sıralarda kendisine “Kudüs mevleviyeti” payesi verilen Tamburi Ali Efendi imamlık vazifesini 1885 yılında saraydan ayrılıncaya kadar devam ettirdi.

1885' de II. Abdülhamit tarafından, II. Abdülaziz'in tahttan indirilmesi olayına karıştığı gerekçesiyle, İzmir'e sürgün gönderildi. Karşıyaka’ya yerleşen Tamburi Ali Efendi, bir yandan müzik çevresi oluştururken diğer yandan da öğrenci yetiştirdi.

1879 yılında yine bir sürgün sonucu gelen İzmir’e gelen ve avukatlık yapan Bektaşi babası Ruhi Beybaba en yakın arkadaşlarından biriydi. Onun Karşıyaka’daki evine sık sık gelir, dönemin müzisyenleri ile hoş zaman geçirirdi. Tamburi Ali Efendi aynı zamanda Ruhi Beybaba’nın kızı Şadiye Hanım’a tambur dersleri veriyordu.

Öğrencisi Rakım Elkutlu, Yahudi asıllı Santo Şikari, Kemani Avram, Şeyh Mehmet Nurettin Dede, Şeyh Emin Dede Efendi, Sofizade Hafız Mehmet, Halepli Udi Selim Efendi ve Mahmut Özaltay en yakın çevresindeki kişilerdi. Aralarında Neyzen Aziz Dede ve Hüsamettin efendi gibi iki sürgün daha vardı.

Tamburi Ali Efendi ve çevresindeki müzisyenlerin Ruhi Beybaba’nın evinden sonraki ikinci buluşma noktası Sofizade Mehmet ve Raşit Efendi’nin Soğukkuyu’da bulunan kuleleriydi. Bir meşk akşamı burada rahatsızlanınca izin isteyerek yan odaya geçti ve 54 yaşında orada vefat etti.

Ölümünden yaklaşık bir hafta önce Rakım Elkutlu ve iki öğrencisini yanına çağırarak “Ölürsem cemaat dağıldıktan sonra mezarımın başında Suz-i Dil Ağır Semai’yi okuyun.” dedi. Tamburi Ali Efendi oturduğu pencereden görülen mezarlığı göstererek “Beni şuracığa gömersiniz.” vasiyetinde bulundu.

 

85

 

Gazi Karşıyaka’da

Yurt gezisi sırasında 16 Haziran 1926 günü Bursa’dan İzmir’e gelen Gazi Mustafa Kemal, kendisine karşı düzenlenen suikast girişimi nedeniyle ilk birkaç gün, hem duruma egemen olmak hem de düzenleyicilerle uğraşmak zorunda kaldı.

Sekiz ay önce İzmir’e geldiği 11 Ekim 1925 günü, Naim Palas Oteli’nin (şimdiki İzmir Atatürk Müzesi) balkonunda yaptığı konuşmasında "İzmir'in Karşıyakalıları; sizi derin muhabbetle selamlarım… Ben bütün İzmir'i ve bütün İzmirlileri severim. Güzel İzmir'in temiz kalpli insanlarının da beni sevdiklerinden eminim. Yalnız, bir rastlantı beni Karşıyaka'ya daha fazla bağlamıştır. Karşıyakalılar, annem sizin sinenizde sizin topraklarınızda yatıyor. Karşıyakalılar, İzmir'i gördüğüm gün, öncelikle Karşıyaka'yı ve orada da sizin Türk topraklarınızda yatan anamın mezarını gördüm." demişti.

Bu suikast girişimi, “Güzel İzmir'in temiz kalpli insanları” tarafından değil, bir dönem birlikte çalıştığı insanlardan tarafından düzenlenmiş, tetikçiler İzmir’e yollanmıştı.

“Güzel İzmir'in temiz kalpli insanları” 20 Haziran günü Sarıkışla önünde toplanarak bu suikastı lanetleyen bir miting yaptılar. Burada yapılan konuşmalardan sonra İzmir halkı tarafından alınan kararlar okundu. Bu kararların altında Karşıyaka Belediye Başkanı Fikri (Altay) Bey’in de imzası vardı.

24 Haziran günü Gazi, “İzmir'in Karşıyakalıları; sizi derin muhabbetle selamlarım.” dediği Karşıyaka’ya geldi. Karşıyaka Spor Kulübü’nü ziyareti sırasında yanında Orgeneral Fahrettin Altay, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, İsmet İnönü vardı. Karşıyaka Belediye Başkanı Fikri (Altay) Bey ev sahibi olarak yanlarındaydı.

Fahrettin (Altay) Bey’in yazdığına göre; Karşıyaka futbol takımı o yıl hiç gol yemeden şampiyon olmuştu. Gazi, bu duruma çok sevindiği Karşıyaka Spor Kulübü’ne armasında ay yıldız taşıma hakkı onurunu bahşetti. (10 Yıl Savaş 1912-1922 ve Sonrası, İnsel Yayınları, İstanbul 1970.)

Karşıyaka Spor Kulübü bünyesinde bulunan kadın tenisçilerin maçını seyrettikten sonra kulübün şeref defterine "Bu defa ki ziyaretimde geçen aylar da masarrıf ve mesai hizmetin kıymetli asarını gördüm. Teşekkür ve tebrik ederim." diye yazdı.

Karşıyakalılar ve Karşıyaka Spor Kulübü her yıl o özel günü hiç unutmadılar.

 

86

 

Millet Mektepleri açılıyor

1923 yılında İzmir’de yapılan İktisat Kongresi’nde İzmirli işçi delegelerden Nazmi Bey ile iki arkadaşı tarafından “Latin harflerinin kabul edilmesi” konusunda bir önerge verildi. Ancak bu önerge, Kongre Başkanı Kazım (Karabekir) Paşa tarafından, değil oylamaya sunulmak, okutulmadan Başkanlık Divanı tarafından geri çevrildi.

20 Mayıs 1928’de Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakanlığa bir önerge sunarak Latin yazısının, uygulanması olanaklarını inceleyecek bir kurul oluşturulmasını istedi. 23 Mayıs’ta Bakanlar Kurulu bu öneriyi kabul edince bir Dil Heyeti kuruldu.  26 Haziran 1928 günü toplanan Dil Heyeti üç

milletvekili, üç Milli Eğitim Bakanlığı görevlisi ve üç uzmandan olmak üzere dokuz kişiden oluştu ancak kısa süre sonra 5 Aralık 1928 günlü Bakanlar Kurulu kararıyla Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak üye sayısı on dörde çıkarıldı.

Atatürk,  8 Ağustos 1928 günü Sarayburnu Parkı’nda yeni harflere geçeceğimiz müjdesini verirken 1 Kasım’da da Meclis’in açılış konuşmasında bu konuya değiniyordu. O gün öğleden sonra Meclis kanun tasarısını görüşmeye başladı. O Akşam 1353 sayılı  “Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkında Kanun”u kabul etti. Yasa 3 Kasım 1928 günü yayımlandı. 1929 yılının ilk gününden itibaren her şey yeni Türk Alfabesi ile basılacaktı.

 Yeni harflerin kabul edilmesinden sonra yurttaşların öğrenmesi, benimsemesi ve kullanmaları için her ilde Millet Mektepleri açılması kararlaştırıldı. Millet Mektepleri İzmir Vilayet Heyeti, 6 Aralık 1928 günü Vali Kazım Paşa’nın başkanlığında toplandı. Kurulda Belediye Başkanı Ahmet Hulusi Bey, Cumhuriyet Halk Fırkası Mutemedi Salih Bey, Eğitim Müdürü Nail Bey, Vilayet Encümeni üyelerinden Mehmed Şevki, Polis Müdürü Ömer, Jandarma Kumandanı Nihat, Sağlık Müdürü Lütfü, Hususi Muhasebe Müdürü Tahsin, Savcı Hasan, Başmühendis Emin ve Defterdar Kemal beyler bulunuyordu. 22 Aralık 1928 günü yapılan İzmir Vilayeti Genel Meclisi toplantısında Millet Mektepleri bütçesi 53.000 lira olarak belirlendi.

Millet Mektepleri konusunda 26 Aralık 1928 günü Anadolu gazetesine verdiği demeçte Vali Kazım (Dirik) Paşa, kursların (A) ve (B) seviyesinde olacağını, görevlilerin semt semt dolaşarak kursa katılacakların saptandığını, dershanelerin yeri ve öğretmenlerin belirlendiğini açıkladı.

İzmir’de Millet Mektepleri 1 Ocak 1929 günü törenlerle açıldı. Kadınlar için saat 15.00’de, erkekler için saat 19.00’da iki ayrı açılış töreni düzenlendi. Karşıyaka’da ilk Millet Mektepleri Soğukkuyu Okulu, Ankara Okulu ve Türk Birliği Okulu’nda açıldı.

Açılan dershanelerin denetimi için İzmir bölgelere ayrıldı. Karşıyaka bölgesinde Savcı Hasan Şafiyettin Bey, Defterdar Kemal Bey ve Sağlık Müdürü Lütfi Bey denetim işiyle görevlendirildiler.

Daha ilk günlerde sıkıntılar ve sorunlar baş gösterdi. 7 Ocak 1929 tarihli Ahenk gazetesinde M. Kami bu konuya “Halk şu kış gecelerinde evlerindeki istirahatını terk ederek mekteplere koştuğu halde bazılarında yer yok ve bazılarında muallim gelmedi gibi cevaplarla karşılaşmaktadır.” diyerek dikkatleri çeken bir yazı yazdı.

17 Ocak 1929 günlü Ahenk gazetesinde eğitimci ve gazeteci Hakkı Nezihi “Güzel Türkçemizin tatlı ve sevimli kelimelerle zenginleştirmek, milli benliğimize daha yakından nüfuz etmek üzere Söz Derleme Heyeti’nin hatta icap ederse geceli gündüzlü çalışması” gerektiğini öne sürdü.

İlk heyecana yönelik eleştiriler bir süre sonra yerini daha sert eleştirilere, Millet Mektepleri’nin istenilen amaca ulaşamadığına, işin savsaklandığına dek uzanan eleştirilere bıraktı. 3 Mart 1931 tarihli Anadolu gazetesinde “Bütün bir sene millet mekteplerinin sınıflarında cinler top oynadığı halde bunlarla uğraşan, alakadar olan kimse olmadı. Halbuki Maarif Vekaleti’nin vakti ile gönderdiği talimatname eğer üç seneden beri tamamen değilse bile yarı yarıya olsun tatbik edilebilmiş olsaydı, bugün İzmir’de yeni harflerimizi okuyup yazanlarımızın adedi herhalde yüzde elliyi bulurdu.” eleştirisi yer aldı.

Bu acımasız eleştiri Cumhuriyet Halk Fırkası yanlısı Anadolu gazetesinde yer alınca Millet Mektepleri işinin pek de düşünüldüğü gibi gitmediği ortadadır.

 

 

87

 

İdris’in bahçesinde

13 Haziran 1926 Pazar günü, Sarı Efe Edip, Karşıyaka’da İdris’in bahçesini gezip gördükten sonra akşamüzeri Giritli Şevki’nin evine gitti. Giritli Şevki; Edip Bey, Salihli’de Jandarma Kumandanlığı yaparken en yakın adamı ve sağ koluydu. Salihli cephesinde, adamlarından Dönme İbrahim’i vurduğu için Çerkez Ethem tarafından idam edilecekken hayatını kurtardığı Giritli kaçakçı Şevki ile Edip Bey emekli olduktan sonra tütün ekimi yapıyorlardı. Edip Bey, Şevki’ye “Bir motor bul.” dedi.

Bundan iki gün önce, Edip Bey, gittiği Gaffarzade Oteli’nde Ziya Hurşit ile tanıştı. Ziya Hurşit, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne 1920 yılında Lazistan (Rize) milletvekili seçildiğinde, seçilme yaşı henüz tutmuyordu. Mustafa Kemal’in önerisi ile yaşı büyütülerek Meclis’de yer alabilmişti

Edip Bey’e, Milli Mücadele yıllarındaki hizmetlerinden ötürü dönemin Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Bey’in aracılığıyla, Mustafa Kemal Paşa, kendisine Aydın Söke’nin Değirmendere bölgesinden bir çiftlik verdi ve vatana hizmet tertibinden maaş bağlatmıştı. Geçim sıkıntısı çektiğini öne sürmesi gerekçesi ile Mustafa Kemal’den ve Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Bey’den yardım isteyince, İzmir Limanı İşletmeleri’nde kendisine bir memuriyet verilmişti.

Edip Bey ve Ziya Hurşit’i bir araya getiren, Gazi Mustafa Kemal’e yapılacak olan suikast girişimiydi. Mustafa Kemal’in desteklerini gören bu iki insan, şimdi onu öldürmek için ortak hareket ediyorlardı. Suikastın sonunda Fevzi (Çakmak) Paşa, cumhurbaşkanlığına getirilecekti. Fevzi Paşa, cumhurbaşkanlığını kabul etmezse Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Paşa cumhurbaşkanı olacaktı.

Suikast için en uygun yer Kemeraltı’da Gaffarzade Oteli’nin önü olarak seçildi. Çünkü orası üç yol ağzıydı. Toplantı sırasında Giritli Şevki, saklaması için Sarı Efe’nin verdiği iki bombayı Edip Bey’in güvenilir adamı ve çiftlik kahyası Çopur Hilmi ile evden aldırdı. Yapılan plana göre suikasttan sonra Yemiş Çarşısı’na giden yolda bekleyecek olan otomobillerle karşıya geçilecek ve Giritli kaçakçı Şevki’nin motoru ile kaçılacaktı. Ancak küçük bir zorluk vardı. Giritli Şevki’nin motoru Sakız Adası’nda 600 liraya hacizliydi. Bu parayı bulmayı Saruhan milletvekili Abidin Bey üstlendi. Ama akşam geldiğinde parayı bulamadığını söyledi. Bu aksilik de planı bozmadı. Giritli Şevki bir başka motor bulmayı üzerine aldı.

Bu plan, 13 Haziran akşamı İdris’in bahçesinde yapılan toplantıda kararlaştırıldı. Ziya Hurşit, İdris’in bahçesine yalnız geldi. Suikastın tetikçileri Laz İsmail ile Gürcü Yusuf’u Ragıp Paşa Oteli’nde bırakmıştı. İdris’in bahçesindeki diğer konuk ise Çopur Hilmi’ydi.

Mustafa Kemal,  gezi planındaki aksama nedeniyle 14 Haziran günü İzmir’e gelmeyince akşamüstü Sarı Efe Edip ve Saruhan Milletvekili Abidin Bey, Mahmut Şevket Paşa gemisi ile İstanbul’a hareket edince durumdan kuşkulanan Giritli Şevki, 15 Haziran günü Vali Kazım (Dirik) Paşa’ya suikast girişimini ihbar etti.

Yurt düzeyinde başlayan tutuklamalar sırasında Sarı Efe Edip ve Saruhan Milletvekili Abidin Bey İstanbul’da Bristol Oteli’nde tutuklandılar.

 

 

88

 

Karşıyaka'da bir “Yüzellilik”

15 Mayıs 1919 günü yerli Rumların önderliğinde Yunan askerleri Menekşelioğlu Mehmet Refet’in, yayımlamakta olduğu Köylü gazetesinin Şişeciler içindeki Kudüs Pasajı’nda bulunan Köylü Matbaası’nı bastılar. Bir gece önce Maşatlık’taki toplantıya katılan, uykusuz bir gecenin ardından matbaasına gelen Mehmet Refet Bey’i kurşunla yaraladıktan sonra dipçik ve sopalarla dövdüler.

 Matbaada dizgici olarak bulunan iki çocuk öldürüldü. Matbaa makinesi parçalandı, gazete arşivi ve o günlerde zor bulunan kağıt tomarları yakıldı. Askerler Mehmet Refet’i yaralı olarak sürükleyerek Pasaport arkasında bulunan bir tütün mağazasına diğer tutuklu Türklerin yanına götürdüler.

Mehmet Refet’in sorumlu müdürü olduğu “Köylü” gazetesi 21 Ağustos 1908’den beri yayınlanmaktaydı. Gazetenin imtiyaz sahibi ise davavekili (avukat) İsmail Sıtkı Bey’di. 23 Ocak 1913’te Babıali Baskını ile İttihadçılar iktidarı yeniden ele geçirdikten sonra Mehmet Refet, Mart 1913’de Köylü gazetesinin sahibi oldu. Bu gazetede İttihad ve Terakki yanlısı yayınları ile dikkati çekti.

Menekşelioğlu Mehmet Refet’in hemen salıverilmesini Yunan meslektaşı Kostas Mihailidis sağladı. Bununla da yetinmeyen Mihailidis, Mehmet Refet Bey’i evine bir araba ile gönderdi ve bir Yunan askerini bu evin korunması ile görevlendirilmesini sağladı. Yunan makamları tarafından elli bin drahmilik tazminat verilen Mehmet Refet’i gazetesinin başına dönmeye yine meslektaşı Mihailidis ikna etti. Bu sıcak temas Mehmet Refet’in geleceğini değiştirdi. Mehmet Refet, işgal boyunca da Ege’de Yunan çıkarlarının savunucusu oldu. O günden sonra Köylü gazetesinde Milli Mücadele ve Kuva-yı Milliye karşıtı yazılar yer almaya başladı.

Kurtuluştan birkaç gün önce Midilli’ye kaçan Mehmet Refet, 6 Mayıs 1923’de I. Kolordu Divan-ı Harbiyesi’nde, firari olduğu için gıyabında yargılanarak idam cezasına çarptırıldı.

1 Haziran 1924 tarihinde 150’likler listesinde yer aldı. 28 Mayıs 1927'de kabul edilen 1064 sayılı yasa ile yurttaşlıktan çıkarılarak ülkeye girmesi yasaklandı.

Yunanistan’a giden Mehmet Refet,  burada Türkiye Cumhuriyeti karşıtı bir kitap yazdı. Atina’da Venizelos ile görüştü. Atina’daki Panteon kahvesinde firari Vehib ve Yüzbaşı Şişman Ethem ile görüşerek eski İttihadçıları Türkiye karşıtı ayaklanmaya kışkırttı.

Nisan 1928’de Mustafa Kemal ve Adliye Vekili Esat Bey’e yazdığı mektuplarla bağışlanmasını istedi. Adliye Vekili Esat Bey’e yazdığı mektubun kopyasını İktisat ve Ticaret Vekili Bergamalı Rahmi (Köken) Bey ile İzmir’de öğretmenlik ve avukatlık yapmış olan Maarif Vekili Mustafa Necati (Uğural) Bey’e de gönderdi.

29 Haziran 1938 tarihli 3527 sayılı yasa ile Yüzellilikler'in yurda girmelerini engelleyen 1064 sayılı yasa yürürlükten kaldırılınca Atina Pire Başkonsolosluğu’ndan aldığı 21 Temmuz 1938 tarihli Türk pasaportu ile ülkeye döndü. 5 Ağustos 1938’de Karşıyaka’da üvey oğlu S.  Ç’nun yanında oturacağını ve bir işle uğraşmayacağını belirten bir belge verdi.

 

 

89

 

Balaban’ı üzen olay

 

7 Ekim 1949 günü Karşıyaka Kız Muallim Mektebi kapatılırken okulun öğrencileri “Balaban’ın Kızları”nın yanı sıra en çok üzülen yıllarını okula vermiş eğitimci ve okul müdürü Mustafa Rahmi Balaban’dı.

 1888 yılında Bergama’nın Balaban köyünde bir çiftçi ailenin çocuğu olarak doğan Mustafa Rahmi Balaban ilkokul ve ortaokulu Bergama’ da tamamladıktan sonra, Üç yıl aşar katipliği yaptığı Altınova’da para biriktirerek yüksek öğrenim yapmaya hazırlandı. 1907 yılında girdiği İstanbul Dârülmuallimi’nden 1910 yılında mezun oldu.

1921yılında işgal altındaki İzmir İnas İdadi (İzmir Kız Lisesi) öğretmeni olarak atandı. 1924 yılında İzmir Erkek Lisesi felsefe ve sosyoloji muallimliğine getirildi. Burada sosyoloji, İzmir Kız Lisesi’nde felsefe ve sosyoloji dersleri verdi. 1935'de İzmir Karşıyaka Kız Öğretmen Okulu müdürlüğüne getirildi ve okulun kapatıldığı 1949 yılına kadar bu göreve devam etti.

13 Temmuz 1953 tarihinde İzmir Atatürk Lisesinde felsefe öğretmeniyken emekliye ayrıldı. İstanbul Amerikan Hastanesi’nde prostat ameliyatı olurken 19 Temmuz 1953 tarihinde yaşamını yitirdi ve

22 Temmuz’da İzmir Kokluca Mezarlığı’na defnedildi.

Karşıyaka Kız Muallim Mektebi’nin ilk adımları 1913 yılında atıldı. 1914’te Kız Muallime Mektebi, Bayraklı’da, Yahya Paşa’nın Konağı’nda hizmet vermeye başladı. 1915’de Küçük Yamanlar Dağı’nın eteklerindeki inşaat bitirilerek okul burada 45 öğrenciyle öğretime açıldı.

14 Ekim 1925 günü Gazi Mustafa Kemal, Karşıyaka Kız Muallim Mektebi’ni ilk kez ziyaret etti, onuruna düzenlenen müsamereye katıldı. 1 Şubat 1931 günü Gazi Mustafa Kemal, Karşıyaka Kız Muallim Mektebi’ni 2. kez ziyaret etti.

17 Mart 1935 tarihinde okula müdür olarak atanan Mustafa Rahmi Balaban’ın 27 Mart 1938 günü Anadolu gazetesinde yayınlana röportajında okulun kütüphanesinde 4.000’e yakın kitap vardı.

Okula ve eğitim tarihimize büyük hizmetleri geçen Mustafa Rahmi Balaban, Karşıyaka Kız Muallim Mektebi’nin 7 Ekim 1949 günü kapatılmasının acısını yıllarca unutamadı.

 

 

90

 

Kazanın sorumlusu kimdi?

30 Eylül 1908 Çarşamba günü akşamı İzmir Hamidiye Vapur Şirketi’nin yüzün üzerinde yolcusu bulunan “İstanbul” vapuru Karşıyaka’ya son seferini yapmak üzere limandan çıktığı bir sırada ve mendirek dışında, Selânik’ten gelmekte olan Muharrem kaptan yönetimindeki “Kesendire” vapuru ile çarpıştı ve çarpmanın şiddetiyle anında battı.

1888 yılında getirilen İstanbul vapuru 34 metre uzunluğunda ve 5.1 metre genişliğindeydi. 45 beygir gücündeki buhar makineli bu vapur saatte 13 mil yol alıyordu.

İstanbul vapurunun kaptanı İsmail Efendi izinli olduğu için vapuru serdümen Rauf Efendi kullanmıştı. Üstelik Rauf Efendi’nin kaptanlık yapması daha önce de birçok kez liman memurlarınca engellenmişti Şirketin elinde bir yedek kaptan bulunmaması da ayrı bir sorundu.

Asıl sorun vapurda bulunan yüzün üzerindeki yolcudan altmış üç kişinin boğularak ölmesiydi. Karşıyaka, Rumların oldukça yoğun olduğu bir bölgeydi. Bu nedenle vapur yolcularının çoğu da Rum’du.

 Diğer yandan faciaya “Şirket vapurlarının çürüklüğünün yol açtığı” inancında olan bazı Rumlar, 1 Ekim 1908 günü şirketin Pasaport’taki Merkez İskelesi ve ardından Karşıyaka İskelesi’ni, üzerlerindeki yazıhane ve yolcu salonlarıyla birlikte, ateşleyerek attıkları yağlı paçavralarla yaktılar. Pasaport’taki iskeledeki ateşi söndürmeye gelen tulumbacılara da bu kez halk engel oldu.

Türk ve Rum halkından oluşan bir başka grup tarafından Hamidiye Vapur Şirketi’nin diğer iskeleleri de vapurlarla birlikte yakılmak istendi. Bu iskeleler askerler tarafından koruma altına alınırken, vapurlar da her olasılığa karşı Osmanlı savaş gemilerinin demirli bulunduğu Kışla önüne getirildiler. İsyancılar bu kez, tamirde bulunan “Gülbahçe" vapuruyla birlikte tersaneyi ve Bayraklı İskelesi’ni de yakmaya kalksalar da kısa zamanda buralara sevk edilen askeri birlikler bunlara da engel oldu.

3 Ekim 1908 günü kazazede ailelerinden yardıma gereksinimi olanlar için bir yardım kurulu oluşturuldu. Başkanlığını Karşıyaka Belediye Başkanı Bekir Behlül Bey’in yaptığı bu kurulda dava vekili Mustafa Faik Bey, Kemal Sait Bey, Avadis Avadikyan, Manuel Petroccochino, Eduard Barf, Baron Allioti ve Anastasyadi Efendi’den kurulu bir yardım komisyonu oluşturuldu ve kısa zamanda iki yüz liranın üstünde para toplandı.

Kaza sonrası Karşıyaka halkının şirket vapurlarına binmemeye karar vermesi, ancak trenlerin de ulaşımda yetersiz kalması üzerine, Karşıyaka Belediyesi iki vapur satın alarak işletebilmesi için Vilayet makamından izin istedi Zaten Hamidiye Şirketi de 1 Ekim 1908 gününden itibaren vapur seferlerini durdurmuştu. Ancak İstanbul’dan vapur getirilememesi, İzmir’den bulunan iki vapurun sahiplerinin de Yunan olması nedeniyle, vapurlara Osmanlı bandırası çekilerek işletilmelerinin uygun bulunmaması bu girişimin sonuçsuz kalmasına neden oldu.

İki aya yakın bir zaman vapursuz kalan Karşıyaka’ya yeniden yapılan ilk sefer 28 Kasım 1908 günü, şirketin “Osmaniye” vapuru ile başladı. Karşıyaka İskelesi onarımda olduğu için yolcular Alaybey ve Osmanzade iskelelerine taşındılar.

 

 

91

 

Karşıyaka’da elektrik tesisatının açılışı yapıldı

23 Mayıs 1932 günü Yeni Asır gazetesinde Vali Kazım (Dirik) Paşa’nın açıklamaları yer alıyordu. Gazetenin muhabirinin bir sorusu üzerine “Karşıyaka’nın elektrik işleri nihayet hal olundu. Son gelen Vekalet müsaadesi ile kontenjana tabi bütün levazımın gümrükten teslim alınması kararlaştı. Elektrik şirketi bugün hazırlıklarını yapıyor. Emniyet ve salahiyetle temin edildiğine göre 3 ay zarfında Karşıyakamız bol elektrik ziyasına kavuşacaktır. İş bununla kalmayarak o mıntıkanın bütün bağ ve bostanları elektro motor kullanmak sureti ile azami istifadeyi temin edeceklerdir.” yanıtını veriyordu.

Karşıyaka’nın elektrikle aydınlatılması girişimleri 1913 yılına dek uzanıyordu. O yıl, Karşıyaka Belediyesi beldede elektrik tesisatı kurmak ve işletmek için ruhsat istedi. 1923 yılında müteahhitin yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle Karşıyaka’nın bir bölümü geceleri karanlık içinde kalıyordu.

1924 yılında Karşıyaka 350 lamba ile aydınlatılıyordu.

22 Şubat 1929 tarihli Hizmet gazetesinde, Karşıyaka'ya elektrik verilmesi için bir şirket kurulması fikrinin oluştuğu belediyenin de bu fikre sıcak baktığı; ayrıca elektrik getirilmesi masrafının yarısının halk tarafından karşılanabileceği haberi yer aldı. 2 Nisan’da yerel basında Karşıyaka’ya elektrik tesisatı için Nafia Vekâleti (Bayındırlık Bakanlığı) ile ilk görüşmelerin yapılacağı haberi verildi.

5 Haziran 1929 tarihli Anadolu gazetesine göre; Karşıyaka’nın elektrik imtiyazı ile İzmir Tramvay ve Elektrik Türk Anonim Şirketi, Esnaf ve Ahali Bankası ile bir İtalyan şirketi ilgileniyordu.

13 Ekim 1931 günü İzmir Göztepe Tramvay Şirketi’ne Bornova, Buca ve Karşıyaka’da elektrik kurma yetkisi verildi. 11 Kasım’da Karşıyaka’ya elektrik tesisatı için kablolar döşenmeye başladı. 23 Kasım 1932 tarihli Hizmet gazetesinde Karşıyaka’nın 3 ay sonra elektriğe kavuşacağı haberi yer aldı. Karşıyaka Belediyesi, 1932 yılına dek Karşıyaka’nın elektrikle aydınlatılması işini müteahhitlere yaptırdı.

18 Ağustos 1932 günü İzmir Göztepe Tramvay Şirketi’nin Karşıyaka’da yaptığı yedi kilometrelik elektrik tesisatının açılışı Vali Kazım Paşa ve beraberindeki heyet tarafından yapıldı.

 

 

 

92

 

Çocuk filmleri festivali

Karşıyaka Belediyesi, Ege Sanat Merkezi ve Ege Orman Vakfı işbirliğiyle düzenlenen 1. Karşıyaka Çocuk Filmleri Festivali, 7-11 Nisan 2008 günlerinde Karşıyaka’da Ege Sanat Merkezi’nde gerçekleştirildi.

7 Nisan günlü Milliyet gazetesine göre; “Pınar Holding, Okul Öncesi Eğitim Kurumları ve Etüt Merkezleri Derneği sponsorluğunda düzenlenen anaokulu ve ilköğretim öğrencilerine yönelik festivalde, filmler Ege Sanat Merkezi salonlarında halka açık ve ücretsiz gösterilecek. Karşıyaka İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü kanalıyla okullar gösterime gruplar halinde katılacak.”

  8 Nisan tarihli Yeni Asır gazetesine göre; 8 Nisan günü anaokulu öğrencilerine “Olağanüstü Maceralar”, ilköğretim okulu öğrencilerine “Köpekbalığı hikayesi”, karışık yaş grubuna “Küçük Kahramanlar” ve “Sevimli dinozorlar” filmleri gösterilecek.

8 Nisan tarihli Yeni Asır gazetesine göre; 8 Nisan günü anaokulu öğrencilerine “Bahçe Maceraları”, ilköğretim okulu öğrencilerine “Neşeli Ayaklar”, karışık yaş grubuna “Küçük Kahramanlar” filmleri küçük izleyicileri ile buluşacaktı.

Yeni Asır gazetesinin “Kültür-sanat etkinlikleri” köşesinde yer alan bilgiye göre; 10 Nisan günü ilköğretim okulu öğrencilerine “Köpekbalığı hikayesi” ve “Cesur balık” filmleri, karışık yaş grubuna “Küçük Kahramanlar” ve “Küçük Beyaz Ayı” filmleri gösterime sunuldu.

1. Karşıyaka Çocuk Filmleri Festivali’nin son günü olan 11 Nisan’da ise anaokulu öğrencilerine “Sevimli dinozorlar” ve “Olağanüstü Maceralar” filmleri, ilköğretim okulu öğrencilerine “Neşeli Ayaklar”, karışık yaş grubuna “Küçük Beyaz Ayı” filmleri küçük izleyicileri ile buluştu.

Karşıyaka beş gün boyunca cıvıl cıvıl çocuk sesleri ile yankılanırken, öğrencilerin velileri de çocuklarının heyecanlarına ortak oldu.

Karşıyaka, birçok konuda düzenlediği etkinliklere bir imza da 1. Karşıyaka Çocuk Filmleri Festivali ile atarak yeni bir “ilk” ile kentin tarihine bir kez daha geçti.

 

 

 

93

 

“Rüzgarın Kızı”

 

24 Haziran 1926 tarihi Karşıyakalılar için özel bir gündür.  Gazi Mustafa Kemal Paşa, Karşıyaka spor kulübünün armasına ay-yıldız takılmasını armağan etti.

Bundan 96 yıl sonra, 24 Haziran 2022’de Karşıyaka’da bir başka heyecan yaşandı. Karşıyaka Belediyesi tarafından Mavişehir’de15 bin metrekarelik bir alan üzerine yapılan “Semra Aksu Atletizm Parkı” açıldı. Parkın içerisinde 400 metrelik 5 kulvardan oluşan ve profesyonel sporcuların antrenman yapmalarını sağlayan bir atletizm pisti, hakem alanları ve tribünler yer alıyor. Alanda sporcuların antrenmandan önce ısınmaları için açık hava spor aletleri ile 250 metrelik kum bir ısınma pisti bulunuyor.

Türk atletizminin efsane isimlerinden, "Rüzgarın Kızı" lakaplı Sema Aksu'nun adını taşıyan atletizm parkı, sporseverlere hizmet verirken Karşıyaka tarihinde bir başka 24 Haziran olarak anılacak.

Parkın açılışında konuşan Semra Aksu “Karşıyaka özgürlüktür, Karşıyaka demokrasidir, Karşıyaka Atatürk'tür." dedi.

31 Mayıs 1962’de İzmir’de doğan atlet ve eğitimci Semra Aksu; ilk, orta ve lise öğretimini Çiğli’de tamamladı. 1985 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nu bitirdi. 6 yıl öğretmenlik yaptı.

 Atletizme küçük yaşlarda başlayan “Rüzgarın Kızı”  1977 yılında daha 15 yaşındayken Karşıyaka forması giydi.

Daha sonra Ulaştırmaspor, İzmir Büyükşehir Belediyesi Spor Kulübü ve Fenerbahçe Spor Kulübü’nde

100 m, 200 m, 400m, 400 m. engelli, uzun atlama, heptatlon (yedili yarış) dallarında pist ve salon yarışlarında bayanlar kategorisinde Türkiye rekorları kırdı.

1983 yılında 100 m. engellide Balkan birincilik, 1987 Akdeniz Oyunları’nda 400 m. engellide ikincilik elde etti. 1984’te Los Angeles Olimpiyatlarına katıldı. Los Angeles Olimpiyatları açılış töreninde Türk bayrağını taşıyan isimdi. Aynı yıl Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda finale kaldı. 1988 Seul Olimpiyatları’nda yarıştı.

272 kez milli forma giyen Aksu, 300’ye yakın madalya alırken, 15 Türkiye rekoru kırdı. 1992 yılında atletizm kariyerini noktaladığın duyurmasına karşın, üç yıl sonra pistlere Fenerbahçe forması ile döndü ve 1995 yılında bu forma ile Türkiye Şampiyonluğu yaşadı.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde Kültürel ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı görevini de üstlenen Aksu, 1999’da Atletizm Federasyonu’nun ilk kadın başkanı oldu.

Semra Aksu Atletizm Parkı’nın açılmasıyla, Karşıyakalılar “Karşıyaka’da İz Bırakınlar”a vefa duygusunu her zaman olduğu gibi, bir kez daha gösterdiler.

 

 

94

 

Karşıyaka’da dev bir organizasyon

4 Nisan 2015 günü Karşıyaka Belediyesi, Rönesans Ajans, Ege İhracatçı Birlikleri, Diva Magazin, Gençiz Fuarcılık, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Sahne 360 işbirliğiyle “ilk” kez düzenlenen “İzmir Fashion Week Summer 2015” Bostanlı Pazaryeri'nde başladı.

Hazırlıklar günler öncesinden başlamıştı.28 Mart 2015 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan “Karşıyaka moda günlerine hazır” başlıklı habere göre; Karşıyaka Belediyesi'nin ev sahipliğinde 4-5-6 Nisan tarihleri arasında Bostanlı'da gerçekleştirilecek olan İzmir Fashion Week Summer 2015 için hazırlıklar tamamlandı.”

28 Mart günlü Hürriyet gazetesine göre; “… dev organizasyon, 4 Nisan günü saat 14.00’te workshop ile başlayacak. Aynı gün, cilt bakım uygulamaları ve saç şovu da yapılacak. Açılış gününde ayrıca, “Esaret ve Özgürlük" temalı defile gerçekleştirecek. Ünlü tasarımcı Nur Karaata da 2015 yazına özel hazırladığı iddialı mayo kreasyonunu da beğeniye sunacak.”

Yeni Asır ve Hürriyet gazetelerinde yer alan haberlere göre; “Organizasyonun ikinci gününde İzmirli tasarımcı Yiğit Eryendi “Büyülü Hikaye” ismini verdiği koleksiyonunda; feminen, güçlü ve romantizm havası hissettirecek. Çiğdem Akın da hazırladığı kreasyon ile moda tutkunlarının karşısına çıkacak. Son gün ise Dokuz Eylül Üniversitesi öğrencileri kendi hazırladıkları tasarımları paylaşacak. Moda günleri boyunca, gün içinde söyleşiler ve workshoplar da gerçekleşecek.”

 Karşıyaka Belediyesi'nin ev sahipliğinde 4-5-6 Nisan tarihleri arasında Bostanlı'da gerçekleştirilen “İzmir Fashion Week Summer 2015” göz kamaştıran tasarımlar ve muhteşem defilelerle sona erdi. İstanbul’dan sonra İzmir’de de düzenlenen “Fashion Week”  Karşıyaka’dan bir rüzgar gibi esti.

Modanın kalbi Karşıyaka’da attı. Karşıyaka bir kez daha “marka” olduğunu kanıtladı. Göz kamaştıran tasarımlar, muhteşem defileler başta Karşıyakalılar olmak üzere tüm İzmirlilere unutamayacağı günler yaşattı.

Karşıyaka üç gün boyunca her yaştan konuklarını ağırladı. Kara ve deniz yoluyla buraya gelenler yalnızca Bostanlı’yı değil, Karşıyaka çarşısını şenlendirdi. Karşıyaka tüm enerjisini İzmirlilere aktarma olanağı buldu.

8 Nisan 2015 tarihli Vatan gazetesine göre “Defilelerde; 40 Türk model podyuma çıktı.”

Karşıyaka’nın İzmir tarihine yeni bir “ilk”le geçtiği bu organizasyonda göze çarpan bir diğer özellik de sadece Türk mankenlerin podyumda yer almasıydı.

 

95

 

Karşıyaka’da yıkılan hayal

12 Haziran 1921 günü daha sabahtan İzmir’de bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. İzmir, günler öncesinden Yunan Kralı için süslenmişti.

Yunanistan’ın İzmir Yüksek Komiseri Aristidis Stergiadis, 9 Haziran 1919 günü resmi dairelere yayımladığı emirde, İzmir’de Kral’ın karaya çıkması sırasında tüm yüksek dereceli memurların resmi elbise ile hazır bulunmalarını istemişti. Aynı zamanda Karşıyaka’da, Kral’a iki ev hazırlanacaktı.

Kral için ayrılan ev, Karşıyaka’da İplikçizade İsmail Bey’in Köşkü’ydü. 2800 metrekarelik bir alana sahip köşkün bahçesinde tenis kortu bile vardı. Yunan işgali sırasında İsmail Bey, Rodos’a kaçarken ailesi İzmir’de kalmıştı. Eşi Fatma Hanım ile büyük oğlu Süreyya İzmir’de kalanlar arasındaydı.

Yüksek Komiser Stergiadis, evin büyük oğlu Süreyya Bey’i yanına çağırtarak Kralı ağırlamak amacıyla yıllık kirası vergilerine karşılık sayılmak koşuluyla eve el koyacaklarını bildirdi. Süreyya Bey, evin bakımsız olması nedeniyle Kralın kalmasına uygun olmayacağını söyledi. Bunun üzerine “Onarımı Yunan İşgal Güçleri Komutanlığı yapar. “dedi Stergiadis.

12 Haziran 1921 günü saat 16.15’i gösterirken İzmir Limanı’na Yunan savaş gemisi Lemnos yanaştı. İki destroyer ve bir zırhlının eşlik ettiği bu gemide Yunan Kralı, oğulları veliaht Prens Nicholas, Prens Andrew, Prens Paulos, Başbakan Gunaris, Dışişleri Bakanı Baltacis, Savaş Bakanı Teotokis, Denizcilik Bakanı Mavromihalis, Genel Kurmay Başkanı Dusmanis, yardımcısı General Stratigos vardı. Kral üzerine beyaz bir üniforma giymişti.

Geminin limana yanaşmasıyla birlikte bando, marşlar çalmaya başladı. Bir yandan da toplar atılıyordu. Binlerce güvercin bir anda limandan göğe doğru yükseldi. Beyaz elbiseler giymiş Rum kızları, Kral karaya ayak basarken önüne çiçekler serpiyorlardı.

 Limandaki törenden hemen sonra Kral, Karşıyaka’da kendisine ayrılan köşke geçti. Burada Kral’ın onuruna bir resepsiyon düzenlenmişti. Resepsiyondan sonra “Aspis” adındaki destroyer ile Kral ve yanındakiler sahil boyunca dolaştı. Kral, resepsiyon ve sahil gezisinden sonra yeniden döndüğü İplikçizadeler’in Köşkü’nde başta İzmir olmak üzere Batı Anadolu’daki durum hakkında bilgi almak için bir toplantı düzenletti. Salondaki büyük masanın çevresinde Kral’dan başka, Başbakan Gunaris, Savaş Bakanı Teotokis,  Genelkurmay Başkanı General Dusmanis, yardımcısı General Stratigos, General Papulas, Ordu Kurmay Başkanı Albay Pallis, Kurmay Başkanı Yardımcısı Albay Sarıyanis vardı.

Kral, İzmir’e hareket etmeden bir gün önce Atina Katedrali’nde büyük bir tören düzenlenmişti. Yunan Kralı’nın İzmir’e giderek Küçük Asya Ordusu’nun başına geçeceği konuşuluyordu, Katedral’deki törene katılanlar arasında. Karşıyaka’da yapılan toplantıda konu orduya gelince Başbakan Gunaris, Kral’a yalnız konuşmak istediğini söyledi ve yan odaya geçtiler. Başbakan Gunaris, Yunan Hükümeti’nin Kralın fiilen ordunun başına geçmesini doğru bulmadığını söyledi. Kral, “Neden?” diyebildi. “Bu zor savaşın sizi yoracağından endişeliyiz.” diye açıklamaya başladı Başbakan Gunaris. “Ayrıca ordu ile aranızda bir sorun çıkmasından çekiniyoruz. Orduda Venizelos yanlılarının oluşturduğu gizli ve geniş bir örgütlenme var.”

Venizelosçu subaylar Kral’ı ordu komutanı olarak görmek istemiyorlardı. Gunaris, Kral’ı sessizliğe gömen son tümcesini, her sözcüğün üzerine basa basa söylemekten geri kalmadı: “Orduyu serbest bırakalım, efendim.”

Kral’ın İzmir’e doğru yola çıkarken kurduğu hayaller Karşıyaka’da İplikçizade İsmail Bey’in Köşkü’nde yıkıldı.

 

 

96

 

Karşıyaka’da emeklilik huzuru

1872 yılında Edirne’de doğan Mehmet Necip Bey,1887’de Askeri Rüşdiye’yi bitirdikten sonra 1889- 1895 arasında 6 yıl askerlik yaptı. Ekim 1895’te Tekirdağ’a bağlı Mürefte Rüsumat  Mubassırlığı’na (Gümrük Muhafaza Memurluğuna) atandı.

Mürefte günlerinde Mehmet Şeref (Aykut) ve Ahmet Faik (Kaltakkıran) beylerle siyasal konularda mektuplaşması üzerine 11 Şubat 1896’da tutuklanıp Edirne’ye gönderildi. Şubat 1898’e kadar süren iki yıllık hapisane yaşamında İttihad ve Terakki’ye girdi.

Mart 1898’de Bursa’da sürgün yaşamı başladı. Annesinin gönderdiği paralara ve geçici işlerden kazandığı paraları ekleyerek geçinmeye çalıştı. Bir han odasında kalıyordu. Geçim zorluğu nedeni ile bir dilekçe vererek İzmir’e Rüsumat memuru olarak atanmasını istedi. 17 Nisan 1889’da İzmir’e hareket etti. Burada bir buçuk yıl memuriyete atanmasını bekledi. 1900 yılı sonunda Gümrük’te tebligat memurluğuna başladı.

Yemen’den kaçan, eski okul arkadaşı Mehmet Şeref (Aykut) ile karşılaşınca Karataş taraflarında tahta barakalardan birini kiralayarak paylaştılar.

Ocak 1901- Mart 1902 arasında Hizmet gazetesine yazılar yazdı. Aynı günlerde İzmir basınında konuşma dili- yazı dili üzerine geniş bir tartışma başladı. Mart 1902’de Maarif Müdürü’nün müdahalesi ile bu tartışma bitirildi. Aynı yılın sonuna doğru da Tevfik Nevzat ve Şair Eşref tutuklandı.

1906 yılında, İzmir’in tanınmış ailelerinden birinin kızı olan Kantarağasızade Ayşe Hanım’la evlenen Mehmet Necip, Mart 1908’e dek gazetelere yazı yazmadı. Ekim 1908’den sonra Hizmet’te siyasi yazılar yazmaya başladı. Türk dili ve Türkler üzerine yaptığı çalışmalar ve yazdığı yazılar nedeniyle “Türkçü Necip” olarak tanındı.

2 Eylül 1912’de açılan Türk Ocağı İzmir şubesinin başkanlığına getirildi. İttihadçı kadrodan ve siyasetten uzak durmaya çalışan Mehmet Necip, bir süre sonra siyasete iyice bulaştığını düşündüğü Türk Ocağı’ndan ayrıldı.

1919’da Mersin İhracat Gümrüğü Müdürlüğü’ne atandı. Eşinin rahatsızlığı nedeniyle bu görevi kabul etmedi. Kısa bir süre serbest çalıştı. Daha sonra Tahmil ve Tahliye Şirketi’nde bir memuriyete atandı.

1940 yılında emekli olan Mehmet Necip Bey, Karşıyaka’daki evinde mutevazı bir yaşam sürmeye başladı. Günlerini Türk dili ve Türkçülük konulu kitapları okumak, gazeteleri takip etmekle dolu dolu yaşıyordu. Eşiyle birlikte huzur içinde geçirmeye başladığı emeklilik günleri dört yıl sürdü. 1944 yılında eşi öldü ve hemen ardından sağlığı bozuldu.

Tüm bu olumsuz gelişmelerden sonra İstanbul’a kızı Yekta Hanım’ın yanına gitti. 22 Şubat 1950 günü Şişli’de öldü.

Ölümünden sonra çoğu dille ilgili olan 358 kitabı İzmir Milli Kütüphane’ye bağışlandı.

 

97

 

“Öğütçüler” Karşıyaka’da karşılandı.

İttifak Devletleri’nin izniyle Yunanların İzmir’i işgale hazırlandığı, Batı Anadolu’da Türk-Rum çatışmalarının yoğun olduğu günlerdi. İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu ve Rumeli için ayrı ayrı Heyet-i Nasiha’lar (Öğüt Kurulu) oluşturuldu. Anadolu Heyet-i Nasihası’nın başkanlığına Şehzade Abdürrahim Efendi getirildi. Bu kurulun görevi Batı Anadolu’daki Türklere Rumlarla iyi geçinmeleri için öğüt vermekti.

Heyet-i Nasiha üyeleri, 16 Nisan 1919 günü öğleden sonra padişah Vahidettin’i ziyaret ederek veda ettikten sonra aynı gün saat 17.00’ de “Alemdar” vapuruyla hareket ettiler. 17 Nisan 1919 günlü bir buyrukla Savaş Bakanlığı İzmir’deki 17. Kolordu Kumandanlığı’ndan alınması gerekli önlemleri belirtiyor ve durumdan kendilerine bilgi verilmesini istedi. Kurul gelmeden önce İçişleri Bakanlığı bir telgraf çekerek vali İzzet Bey’den kurulun parlak bir biçimde karşılanması, güvenliğinin sağlanması talimatını verdi.

Vali İzzet Bey, genel hazırlıkları yürütmek üzere kendi başkanlığında, Kolordu Kumandanı Ali Nadir Paşa, Belediye Başkanı Hacı Hasan Paşa, Erkan-ı harbiye reisi ve polis müdürünün bulunduğu bir kurul oluşturdu.  Öğüt kurulunu Karşıyaka’da karşılamak üzere oluşturulan komisyonda Belediye

 Başkanı Hacı Hasan Paşa, Belediye Meclisi üyesi Yuan,  Musevi topluluğu adına Korbiyel, Amaltiya gazetesinden Solomonidi, Liberte gazetesinden Aksantaki, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’ndan Sadık Bey başta olmak üzere kentin ileri gelenleri yer aldı.

Tam o günlerde, merkezi Manisa’da bulunan yılın altı ayını Karşıyaka’da geçiren, Efes Metropolitliğinin ruhani başkanı Yovakim Eftivuli Efendi, Anadolu Heyet-i Nasihası başkanı şehzade Abdürrahim Efendi’ye bir mektup göndererek olayların artık tahammül edilemeyecek bir noktaya geldiğini, jandarma ve güvenlik güçlerinin kökünden değiştirilmesini belirtiyordu.

Bursa, Karacabey, Mustafa Kemal Paşa, Balıkesir, Soma, Akhisar, Manisa, Menemen üzerinden gelecek olan Yüce kurula “Hoş geldin töreni” yapmak için İzmir’den Manisa’ya yirmi kişiden ve Karşıyaka’ya otuz kişiden oluşan içinde birer milletvekili bulunan birer kurul gönderildi.

26 Nisan 1919 günü önce Karşıyaka’da karşılanan Heyet-i Nasiha, buradan Basmane istasyonuna hareket etti. 27 Nisan günü sabah Şehzade ve yanındaki kurul Buca’ya gitti. Şehzade Abdürrahim Efendi Hükümet Konağı’nda Torbalı, Buca, Seydiköy ve Kokluca’dan gelen kurulları kabul etti. Daha sonra buradan ayrılarak Askeri Hastane’yi, Sanayi Okulu’nu ve Poligon’u ziyaret eden Şehzade ve kurul üyeleri öğleden sonra Bornova’ya gittiler. 28 Nisan gecesi ise Hükümet Konağı’nda bir veda şöleni düzenlendi.

29 Nisan günü Aydın’a gitmek üzere Alsancak istasyonundan saat 10.30 da ayrılan Heyet-i Nasiha, karşılandığı gibi yine vali, belediye başkanı, kolordu kumandanı, ileri gelenler, din adamları ve halk tarafından uğurlandı. Alsancak İstasyonunda toplanan tüm okulların öğrencileri ve Askeri Mızıka ile askeri birlik ve polislerce saygı duruşunda bulunuldu.

 

 

98

 

Karşıyaka’ya varamayan vapur

30 Eylül 1908 çarşamba akşamıydı. İzmir Hamidiye Vapur Şirketi’ne ait “İstanbul” vapuru kaptanı İsmail Efendi izinli olduğu için serdümen Rauf Efendi yönetiminde Karşıyaka’ya götüreceği yolcularını aldı ve günün son seferine çıkmak üzere hareket etti.

“İstanbul” vapuru, limandan çıktığı sırada ve mendirek dışında, Selânik’ten gelmekte olan Muharrem kaptan yönetimindeki "Kassandra/Kesendire" vapuru ile çarpıştı. Kaza sonucunda 63 yolcu öldü. Ölenlerin çoğunluğunu denize düşüp vapurun pervanesine takılanlar oluşturdu.

Karşıyaka, Rumların yoğun olduğu bir yerdi. Ölenlerin içinde Rumların da olması üzerine 1 Ekim günü bazı Rumlar İzmir Hamidiye Vapur Şirketi’nin Pasaport’taki merkez iskelesini bastılar. Yaşanan faciaya şirketin körfezde çalıştırdığı vapurların çürük olduğu ve yedek kaptan bulundurmadığı için neden olduğu gerekçesiyle bu eylemi gerçekleştirdiler. Pasaport İskelesinde bulunan, ofis olarak kullanılan bölgeyle yolcu salonlarını yağlı paçavralar tutuşturarak yaktılar. Baskın olayı o denli hızlı gelişmişti ki güvenlik güçleri gelinceye dek, yangını söndürmeye gelen tulumbacılar eylemci Rumlara engel olmaya çalıştılar. Bu eylemin bir benzeri de Karşıyaka İskelesi’nde yaşandı.

 Eylemin boyutlarının büyümesini önlemek için askeri güçler, İzmir Hamidiye Vapur Şirketi’nin diğer iskelelerini koruma altına aldılar. İskelelerde bulunan vapurlar Konak’taki Sarıkışla’nın önüne çekildiler. İzmir Hamidiye Vapur Şirketi aynı gün vapur seferlerini durdurdu.

Kazada burun kısmı hasar gören “Kesendire” 2 Ekim günü Selanik’e gitmek üzere hareket etti.

3 Ekim günü “İstanbul” vapurunda ölen kazazedelerin ailelerine yardım için bir yardım kampanyası açıldı ve bir yardım kurulu oluşturuldu. Kurul başkanlığını Aydın Vilayeti Davavekilleri Cemiyeti Umumiyesi’nin (Baro) başkanı olan Bekir Behlül Bey yaptı. Kurulun diğer üyeleri ise Mustafa Faik Bey, Kemal Sait Bey, Avadis Avadikyan, Manuel Petro Kokino, Eduard Barf, Baron Allioti ve Anastasyadi Efendi idi. Bu kurul, 200 bin liranın üstünde yardım toplayarak kazazede ailelerine dağıttı.

Karşıyaka’daki Saint Helen Kilisesi’nde kazada ölenlerin gıyabi cenaze törenleri düzenlendi.

4 Ekim günü Rıhtım Şirketi Yöneticisi Guiffray’in denetiminde başlayan çıkarma işlemi sonucunda “İstanbul” vapuru yüzdürüldü ve 7 Ekim günü Bayraklı’daki tersaneye çekildi.

Karşıyakalılar, İzmir Hamidiye Vapur Şirketi’nin vapurlarına binmeme kararı aldılar. Tren ulaşımı da yetersiz kaldığı için Karşıyakalılar iki aya yakın bir zaman İzmir tarafına ulaşım zorlukları yaşadılar. Karşıyaka Belediyesi’nin iki vapur satın alarak ulaşımı deniz yoluyla sürdürme girişimleri sonuçsuz kaldı.

28 Kasım günü İzmir Hamidiye Vapur Şirketi’nin Karşıyaka’ya ilk seferi “Osmaniye” vapuru ile başladı. Karşıyaka iskelesi onarımda olduğu için seferler Osmanzade ve Alaybey iskelelerine yapıldı. Vapurların sefere başlaması, Rumlar tarafından hoş karşılanmadı ve Karşıyaka’da bulunan Klonaridi Gazinosu’nda toplanarak birtakım eylem kararları aldılar.

29 Kasım sabahı eyleme hazırlanan Rumlara İtalyanlarda eklendi. 1.500 kişiye ulaşan bu grup önce Donanmacı iskelesindeki dükkânları zorla kapattırdılar ve Osmanzade iskelesine yürümeye başladılar. Bu sırada "Osmaniye" vapuru da bu iskeleye yaklaşmaktaydı. Vapurun kaptanı iskele çevresindeki kalabalığı görünce kıyıya yanaşmadan geri döndü. Askeri birliklerin aldığı önlemler sonucunda eylemciler dağıtıldı ve bir olay çıkması önlendi.

 

 

 

99

 

Nider: “Olaylardan sorumlu değilim.” dedi.

23 Haziran 1919 akşam saatlerinde Yunan Generali Konstantinos Nider, merkezi Manisa’da bulunan yılın altı ayını İzmir Karşıyaka’da geçiren, Efes Metropolitliğinin ruhani başkanı Yovakim Eftivuli Efendi’yi ziyaret etmek için Karşıyaka’ya gitti.

15 Haziran günü Syria gemisi ile karargâhıyla birlikte Anadolu’daki Yunan İşgal Kuvvetleri’nin komutasını almak üzere İzmir’e gelmişti. 17 Haziran günü İzmir Valisi İzzet Bey’i ziyaret eden Nider, bu göreve Venizelos’un isteği üzerine getirilmişti.

 1865 yılında doğan Nider, Helen Ordu Akademisi’ne girip 1887’de buradan mühendis ikinci düzey üsteğmen olarak mezun oldu. Daha sonra sekiz yıl boyunca Avusturya-Macaristan’da görev yaptı. 1910 ile 1914 yılları arasında Yunan ordusunda Personel Daire Başkanlığı’nda çalıştı. 1914’te ise Albay olup Birinci Ordu Komutanlığının başına getirildi. Kralın sürgün edilmesinin ve kralın rakibi olan Başbakan Eleftherios Venizelos’un 1917’de iktidara geçmesinin ardından da ordudaki görevine devam etti. Aralık 1918’de Birinci Ordu Komutanlığının başına geçti ve Güney Rusya’daki müttefiklerine katılır katılmaz Bolşeviklere karşı savaştı.

Nider, Karşıyaka’ya geldiğinde Efes Metropoliti Yovakim Efendi Manisa’daydı. Nider’i Metropolit Vekili Psilas, Havra Heyeti ve Metroplithane katibi Mösyö E. Farlekas karşıladı. Burada yapılan toplantıya Karşıyaka’nın Müslüman halkından bazıları da katıldı.

Nider, toplantıya katılanlara yaptığı konuşmada Yunan hükümetinin İttifak devletleri tarafından görevlendirilerek güvenliği sağlamak ve düzeni kurmak için buralara gönderildiğini anlattı. Kendilerine verilen bu görevi yapmak için gereken kuvvetlere sahip olduklarını ekledi. Herkesin Yunan işgal yönetimince ilan edilen kurallara ve yasakları uymasını istedi. Kanuna aykırı harekette bulunanların şiddetle cezalandırılacağı uyarısında bulundu. “Şiddetle” sözcüğü bir uyarıdan çok tehdit içeriyordu. Nider’e göre,  bazı kesimler tarafında asılsız söylentiler yayılmaya çalışılıyordu. Bunlara inanılmaması gerekirdi. Ilımlı ve mantık sahibi olanlar “bazı akılsız takımının telkinleri”ni red etmeliydiler.

Konstantinos Nider, İzmir Valisi Ahmed İzzet Bey gibi aynı hedefi gösteriyordu. İtttihadçılar halkın kafasını karıştırıyor ve onları direnişe yönlendiriyordu. İzzet Bey vali olarak geldiği günden beri İttihadçıların ve İttihadçı örgütlerin üzerine gitmişti. İttihadçı suçlamasının yeterince anlaşılır olmamasından korkanlar buna bir de Bolşeviklik suçlaması eklemişlerdi. Amaç İttihadçıların saptanması ve yok edilmesinin yanı sıra toplum gözünde itibarsızlaştırılarak soyutlanmasıydı.

Bir Yunan generali ile bir Osmanlı Valisi işgal günlerinde aynı görüşte birleşmişlerdi!

Nider konuşmasının ilerleyen bölümünde “Yunan Hükümeti İslam ahalinin insan haklarına Girit, Epir, Teselya ve Makedonya’da olduğu gibi sadık kalıp uyacaktır.” dedi ve ekledi “Bu konuda tereddüt edenler oradan sorabilirler.”

Nider’in “oradan sorabilirler” dediği Girit’te avukatlık, Epir’de genel valilik ve 1917 -1919 yılları arasında Venizelos Hükümeti’ne Müslüman Hukuku Uzmanı olarak danışmanlık yapan Arisitidis Stergiadis 20 Mayıs 1919’u 21 Mayıs’a bağlayan gece İzmir’e Yunanistan’ın Yüksek Komiseri olarak gelmişti.

Nider, zaman zaman tehdit içeren konuşmasında Müslüman Türklere güvence verme gereksinimini de eksik etmemişti. Nider konuşmasını bitirirken “Ben söyleyeceğimi söyledim. Bu yüzden, ileride günahım olmaz. Ben ellerimi yıkıyorum, olaylardan sorumlu değilim.” diyerek kestirip attı.

 

 

  100

 

Paşaların Caddesi

Karayluyla İzmir’den gelirken Karşıyaka’ya girişte başlayan Naldöken köprülü kavşağından Bostanlı Köprüsü’ne dek uzanan ve günümüzde  “Yalı Caddesi” olarak bilinen cadde, 20. yüzyılın başlarında yörenin yerleşime açılması ile birlikte önem kazanmaya başladı.

Önceleri adı olmayan bu caddeye daha sonraları “Salih Paşa Caddesi” denmeye başlandı. Caddeye adı verilen Salih Paşa, Fransa’da St. Cyre Askeri Akademisi’nde okumuş bir Osmanlı komutanıydı. İzmir’de görev yapmış olmasından dolayı adı caddeye verilse de hakkında çok fazla bilgimiz yok.

İzmir’in işgalden kurtarılmasından sonra caddenin adı “Fahrettin Altay Caddesi” olarak değiştirildi.

9 Eylül’de İzmir’e giren Süvari Kolordusu’nun Komutanı olan Fahrettin Paşa’ydı. 10 Eylül’de İzmir’e giren Mustafa Kemal Paşa’yı karşıladı. Kurtuluştan hemen sonra kent içinde ve ard bölgesinde (hinterland) güvenliği sağladı.

“Altay” soyadı Atatürk tarafından kendisine verildi. Fahrettin Paşa’nın başta kardeşi Fikri Altay Bey olmak üzere ailesinden bazıları Karşıyaka yalısında 428 kapı numaralı evde oturdukları için caddeye bu kez onun adı verildi.

Fahrettin Paşa, 12 Ocak 1880 tarihinde babası Piyade Albayı İzmirli İsmail Bey’in görev yaptığı Arnavutluk’un İşkodra kentinde doğdu. 1902’de Harp Akademisi’nden mezun oldu. 1923 yılında 2. Dönem seçimlerinde İzmir milletvekili seçildi. Mustafa Kemal Paşa, askerlik ile milletvekilliğinin ayrılmasını isteyince 1924 yılında milletvekilliğinden istifa etti. 1928 yılında İzmir’de, ilk elektrikli tramvayın sefere başlayışı törenine katıldı. 1945 yılında emekli olduktan sonra 1946-1950 yılları arasında Burdur milletvekilliği yaptı.

27 Şubat 1951 tarihinde Belediye Meclisi’nin bir kararı ile caddenin adı “Yalı Caddesi” olarak değiştirildi.

8 Mart 1974 tarihinde Belediye Meclisi’nin bir kararı ile caddenin adı bu kez “Cemal Gürsel Caddesi” oldu.

10 Haziran 1895 tarihinde Erzurum’da doğan Cemal Gürsel’in babası askerdi. 30 Ağustos 1953’de İzmir 2. Yurtiçi Bölge Komutanı oldu.1960’ta ordunun yönetime el koymasından kısa süre önce Orduevi’nde hükümet hakkında yaptığı konuşmalar üzerine re'sen emekliliğe sevk edilmek üzere zorunlu izinle İzmir’e gitti.

3 Mayıs 1960 günü silah arkadaşlarına bir veda mesajı yayınladı: “Her şeye rağmen Ordu’nun ve taşıdığınız üniformanın şerefini yüksek tutunuz. Şu sırada memlekette esen hırslı politika havasının zararlı tesirlerinden kendinizi korumasını biliniz. Ne pahasına olursa olsun politikadan kat'iyen uzak kalınız. Bu; sizlerin şerefli Ordu’nun kudreti ve memleketin kaderi için hayati ehemmiyeti haizdir.”

27 Mayıs 1960 sabahı bir uçakla İzmir’den alınarak Ankara’ya getirilen Orgeneral “Cemal Aga” ihtilalin liderliğini üstlendi.

  

 

 

101

 

İzmir deprem tarihinden kötü sayfalar-1

İzmir tarihinde saptanabilen ilk deprem M.Ö.  178’de oldu.

Milattan sonra yaşanan birçok deprem arasında en şiddetlisi 10 Temmuz 1688 günü yaşanan oldu. Kentteki binaların dörtte üçünü yerle bir eden 10 şiddetinde bir deprem oldu. Fransız Konsolosluğu’nun hazırladığı rapora göre ölü sayısı 18.000-19.000 idi. Deprem sonrası büyük bir yangın çıktı. Aynı anda kent içinde yağmacılık başladı. Depremden ve yangından kurtulanlar kenti terk ederek çevre köylere yerleştiler. Depremler ay sonuna kadar sürdü.

1 Ağustos 1702 akşamı saat 19.00 dolayında, 20 Mayıs 1718’de İzmir bir kez daha sallandı. 1723 yılında sekiz şiddetindeki depremde 60 ev yıkıldı, 500 kişi öldü.

6 Mart 1737 depreminden sonra halkın büyük bir bölümü evsiz kaldı.

1739 yılında 24 Mart’ta ve 4 Nisan’da yeni depremler yaşandı. 4 Nisan’daki dokuz şiddetindeki depremde kentteki tüm evler zarar gördü.

16 Haziran 1778 sabahı saat 07.00 sıralarında İzmir kenti depremle sallandı. Halk korku içinde sokaklara fırladı. Aslında bu daha sonra gelecek olan büyük depremin bir tür habercisi öncü bir depremdi. O tarihten sonra 40 gün süreyle İzmir sarsıntı yaşadı.

2 Temmuz 1778 gününü 3 Temmuz’a bağlayan gece saat 02.30 sıralarında İzmir, tarihinin büyük depremlerinden birini daha yaşadı. Her şey yıkıldı. 4 Temmuz günü sarsıntılar aralıksız sürdü. Halk kırlara gitti. Kent neredeyse tümüyle boşaldı. 4 Temmuz’u 5 Temmuz’a bağlayan gece Fransız Konsolosluğu yakınındaki Derviş Hanı’na bitişik bir Rum evinde kazayla yangın başladı. Tüm depremlerden sonra olduğu gibi bu ikinci felaket rüzgarla hızla çevreye yayıldı. Yangın 36 saat aralıksız sürdü. Derviş Hanı, Küçük Vezir hanı gibi hanlar yandı. Fransa, İngiltere, Venedik, Napoli, Ragosa konsoloslukları binaları ile Avrupa Gümrüğü binası yandı. Yangın, Frenk Caddesi tarafında Kapuçin papazları kilisesinin orada durdu. Bu arada birçok ticarethane yandığı için büyük mal ve belge kaybı oldu. Kent içinde büyük bir talan başladı. Deprem, yangın ve talan korkusu nedeniyle halk kalan mallarını koruyabilmek için bahçelerde yattı.

 

 

 

102

 

İzmir deprem tarihinden kötü sayfalar-2

XIX. yüzyılda İzmir depremlerle birlikte yaşadı.

31 Mart 1928 günü merkez üssü Torbalı olan 7 büyüklüğünde bir deprem oldu. Tire’nin de çok etkilendiği bu depremde 50 kişi öldü. Bu depremde okul binaları büyük hasar gördü.

2 Mayıs 1953 günü İzmir ve çevresinde 8 şiddetinde bir deprem yaşandı. En fazla hasar Foça ve Karaburun’da meydana geldi. 3 Mayıs 1953 tarihli Yeni Asır gazetesinde, 2 Mayıs’ta Karaburun’da yaşanan depremde ilçe merkezinin, özellikle Aşağı Mahalle ve İskele Mahallesi’nde oturulacak ev kalmadığı; Mordoğan’da fazla bir hasar olmadığı; ilk yardım ekibinin deprem bölgesinde olduğu haberi yer aldı.

4 Mayıs’ta Yeni Asır gazetesinde İzmir Valisi Osman Sabri Adal’ın yaşanan deprem nedeniyle yaptığı açıklama yer aldı. İlk incelemelerde Karaburun’da 166 evin ağır, 53 evin de hafif hasarlı olduğu; bütün köylerde yaklaşık olarak 140 ev ağır, 113 ev hafif hasar görmüştü. Hükümet Konağı, Tekel ve Tarım Kredi Kooperatifleri binaları oturulamayacak durumdaydı. Öteki devlet kurumlarının bazıları az zararla çıkmıştı depremden. Vali, incelemelerin devam ettiğini; Ankara’dan istenen 200 çadırın askeri uçakla İzmir’e geldiğini, bunun 150 adedinin Karaburun’a gönderildiğini; elektrik santralinde meydana gelen arızanın giderildiğini; depremde can kaybı yaşanmadığını ve halka yardım işinin büyük bir önemle ele alındığını belirtti.

1 Şubat 1974’de Saat Kulesi’nin tepesinin uçtuğu 7 şiddetinde bir deprem oldu. Depremde 100 ev yıkıldı, 2 kişi öldü.

16 Aralık 1977 günü İzmir ve çevresinde gerçekleşen 5,3 büyüklüğündeki depremde resmi açıklamalara göre 23 bina hasar gördü.

10 Nisan 2003 Merkez üssü İzmir’in Urla ilçesi olan 5,6 şiddetinde saat 3.40’ta bir deprem meydana geldi. Hisar Camii’nin minaresi kubbesinin üzerine düştü. Depremde zarar gören Şadırvanaltı ve Kestane Pazarı camilerinin bir bölümü geçici bir süre ibadete kapatıldı. 65’i ağır olmak üzere 325 bina hasar gördü. 9 binanın tamamen yıkıldığı depremden en çok Seferihisar etkilendi.

8 Ocak 2007 Ege Denizi’nde büyüklükleri 4.4 ile 3.2 arasında değişen yedi deprem oldu. Uzmanlar durumu, deprem fırtınası olarak açıkladı.

15 Kasım 2014 İzmir Alsancak Stadı’nın deprem riski dolayısıyla kapatılması üzerine Karşıyaka, Göztepe, Altay, Buca ve Altınordu taraftarları Cumhuriyet Meydanı’nda protesto gösterisi düzenleyerek stat sorunlarına çözüm bulunmasını istediler.

23 Mayıs 2017günü İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Kampüsü’nde dünyada ilk kez gerçekleşecek olan “Deprem Tahmin Yer İstasyonu” kurulmasına başlandı.

30 Ekim 2020 günü 14.51'de, merkez üssü Yunanistan'ın Sisam Adası açıklarında Seferihisar ilçesine

23 km mesafede bulunan, yerin 16,58 km altında 6,9 büyüklüğünde meydana gelen ve yaklaşık 16 saniye süren depremi İzmirliler hala dün gibi anımsarlar.

 

103

 

Karşıyakalıların çifte vergiye tepkisi

İsmet İnönü Hükümeti yeni bir belediye yasası çıkarıncaya dek belediyelerin mali sorunlarına çare olması gerekçesiyle 26 Şubat 1924’de Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu’nu yayınladı. Yasayla birlikte yeni bir gelir kaynağı oluşturuldu.

  Bu yasaya göre; belediye sınırları içine sokulacak ticari eşyadan, değeri üzerinden belirlenen miktarda Oktruva (Oktrova) vergisi alınacaktı.

Oktruva, Avrupa’da ilk kez Roma döneminde İtalya’da vectigal (vergi) ya da portorium (gümrük vergisi) adıyla uygulandı. Bu uygulama birçok Avrupa ülkesinde XX. yüzyılın başına dek sürdü.

Osmanlı’da bu vergi, Osman Gazi zamanında “bac” adıyla uygulandı. II. Mahmut döneminde 1826 yılında “Duhuliye resmi “adı altında yeniden düzenlendi. 1855’de belediye gelirleri arasına alındı.

İttihad ve Terakki, 20 Kasım 1914’de, 14 madde ve yasaya tabi olan mallar ve bu mallardan alınacak olan “oktruva resmi oranları”nı gösteren ek tarifeden oluşan “Oktruva Kanunu”nu yayınladı. “Duhuliye resmi” olan bu yasa nüfusu beş binden fazla yerlerde uygulanmaya başlandı.

Kurtuluş Savaşı sırasında “Oktruva resmi” Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin gelir kaynakları arasında yer aldı

26 Şubat 1924’de yayımlanan “Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu” gereğince Karşıyaka Belediyesi de “Okturava vergisi”ni uygulamaya koyunca yeni tartışmalar yaşanmaya başladı.

Karşıyaka’da ikamet edenlerin çoğu İzmir’de çalıştığı için iki kez aynı verginin uygulanması ile karşı karşıya kaldılar. Karşıyakalılar, İzmir’de “”Oktruva vergisi”ni ödeyerek satın aldıkları eşyayı, Karşıyaka’ya sokarken bir de Karşıyaka Belediyesi’ne “Oktruva vergisi” ödemek zorunda kaldılar.

Karşıyakalılar bunu üzerine Karşıyaka Belediyesi’nin İzmir Belediyesi ile anlaşmasını ya da Karşıyaka Belediyesi’nin İzmir Belediyesi’ne ilhak etmesini istediler.

Yapılan görüşmeler sonucunda Karşıyaka Belediyesi lağvedilerek İzmir Belediyesi’ne katıldı. Böylelikle Karşıyakalılar İzmir’den aldıkları bir ürün için hem İzmir’de hem de Karşıyaka’da iki kez vergi ödemekten kurtuldular.

 

104

 

Bayar Karşıyaka’da

Demokrat Parti Genel Başkanı Celal Bayar, 1-8 Nisan 1947 günleri arasında İzmir’i ziyaret etti.

7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti’nin 4 kurucusundan ikisi Manisa Milletvekili Celal Bayar ve Aydın Milletvekili Adnan Menderes daha önce İzmir’de yaşamıştı.

Bayar, 27 Mayıs 1913 günü geldiği İzmir’de 18 Mart 1919 gününe dek önce İttihad ve Terakki’nin daha sonra onun yerine kurulan Teceddüd Fırkası’nın Katib-i Mes’ullüğü’nü yapmıştı.

1899 yılına İzmir’de doğan Adnan Menderes, 1917 yılında Karşıyaka’da Babaannesi Katipzade Fitnat Hanım’ın yanında kalmış, önce Karşıyaka sonra da Altay spor kulübünde futbol oynamıştı. Karşıyaka spor kulübü Hürriyet ve İtilaf Fırkası tarafından himaye edilirken, Altay spor kulübü İttihad ve Terakki’nin İzmir Katb-i Mes’ul’ü Mahmut Celal (Bayar) Bey’in girişimi ve dönemin İzmir Valisi Rahmi (Arslan) Bey’in desteği ile İttihadçılar tarafından kurulmuştu.

Bayar ile Menderes’in yolları 30 yıl önce İzmir’de kesişmişti.

 Bayar’ın İzmir’e o tarihlerde gelmesinin nedeni başkaydı. Demokrat Parti İzmir’de büyük bir miting yapacaktı.

Demokrat Parti, 6 Nisan 1947 günü İstanbul, Tekirdağ, Balıkesir ve Kastamonu’da yapılması kararlaştırılan milletvekili ara seçimlerine katılmama kararı almıştı.  Bayar’ın İzmir gezisini o günlere denk getirmesi dikkat çekiciydi. Refik Koraltan, Ethem Menderes, Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve bazı parti önde gelenleri ile birlikte akşam saatlerinde Basmane Garı’na geldiler.

Aynı saatlerde İzmir’e gelen Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Emin Sazak’la birlikte Konak’taki Deniz Gazinosu’na gittiler.

Celal Bayar, 3 Nisan günü İzmir Demokrat Parti İl Merkezi’nde İzmir Yüksek Tahsil Ticaret Okulu öğrencilerini kabul etti. Burada yaptığı konuşmada “Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuz Jöntürklerin fikirlerinden ilham almıştır.” dedi.

Demokrat Parti’nin 5 Nisan’da Cumhuriyet Meydanı’nda yapılan İzmir Mitingi’nde Bayar uzun bir konuşma yaptı.

Bayar, 6 Nisan’da Ankara Palas Oteli salonunda Demokrat Parti İzmir İdare Kurulları üyeleri ve parti genel idare kurulu üyelerinin bulunduğu bir toplantıya katıldı.

7 Nisan günü Karşıyaka’ya gelmeden önce Bayar, Bayraklı’da bir süre dinlendi. Daha sonra Karşıyaka’da parti merkezini ziyaret etti.

 

105

 

“Çıktık açık alınla”

11 Haziran 1933 günü “Cumhuriyetin İlanının Onuncu Yıldönümü Kutlama Kanunu” kabul edildi. Bu yasa gereği İzmir’de bir “Kutlama Komitesi” kuruldu. Kentteki kutlamalar bu komitenin yönlendirmesi ve denetimi altında Vilayet, Cumhuriyet Halk Partisi ve İzmir Belediyesi olarak üç koldan yürütülecekti.

Gazi Bulvarı’nın Basmane bölümünde, Kaymakam Nihat Bey Caddesi’nde, Pasaport’ta ve Eşrefpaşa’da birer tak kuruldu. Kadifekale’ye 6 metre büyüklüğünde ışıkla yazılmış “Yaşasın Cumhuriyet” yazısı kondu. Kordon’daki Gazi Konağı ile Medine Yokuşu’ndaki İsmet Paşa’nın doğduğu ev süslendi ve aydınlatıldı.

Çevre illerden İzmir’e gelecek olanlar için körfez vapurları, tren ve tramvay biletlerinde indirim yapıldı. Bayramın ikinci ve üçüncü günleri Halkevi’nde verilecek olan temsilleri izlemek isteyenlere ücretsiz davetiye dağıtıldı.

Cumhuriyetin onuncu yılı onuruna yaptırılan madalyalar Ziraat Bankası’nda on beş kuruşa satıldı. Posta ve Telgraf Umum Müdürlüğü’nce bastırılan pullar postanelerde meraklılarına sunuldu.

  Bayramın ikinci günü Cumhuriyet Meydanı’na toplanan halkla birlikte dört çelenk heykele kondu. İstiklal Marşı ve ardından söylenen Cumhuriyet Marşı’ndan sonra Belediye Başkanı Behçet Salih (Uz) Bey burada bir konuşma yaptı. Bu konuşmadan sonra Vali Kazım (Dirik) Paşa, kentin ileri gelenler ve halkın katılımı ile Gazi Heykeli’nin bahçesinde “toprak alma” töreni yapıldı. Türkiye’nin her yerinden alınan bir parça toprak Ankara’ya Mustafa Kemal Paşa’ya götürülecekti. Bu sembolik tören coşkuyla gerçekleştirildikten sonra İzmir adına Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf gönderildi. Bu telgrafın metni 31Ekim günlü Anadolu gazetesinde yer aldı:

“Ankara’da Büyük şefimiz Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Hazretlerine;

Kurduğunuz büyük rejimin ve Türk milleti için yarattığınız sevinçli bayramın coşkun heyecanı ile gönülleri dolu olduğu halde, İzmir halkı, bugün Cumhuriyet Meydanı’nda tam saat on birde toprak alma şenliğini yaptı. Ankara’ya gönderilecek olan bu toprak; sadece kurduğunuz, kurtardığınız ve ona sonsuz bir hayat ve sarsılmaz bir birlik ruhu verdiğiniz büyük vatan ülküsünün bir remzi değil, ebedi şefimiz siz büyüğümüze karşı İzmir’in çözülmez gönül bağının bir nişanesidir. Türk milleti için derhal tahakkuk ettirilmeyecek hiçbir hedefiniz yoktur.  Çünkü istediğiniz Türk milletinin dileğidir. Yüksek varlığınız bizim için her zaman kuvvet, düşünceleriniz hepimiz için daimi muvaffakiyettir.

Sarsılmaz gönül bağları ile derin saygılarımızı sunarız büyük şefimiz.”

1933 yılının 29 Ekim akşamı Karşıyakalılar İskele Meydanı’nda toplandılar. Meydana kurulan kürsüden İlköğretim Müfettişi Fazlı Bey ile Anadolu gazetesi muhabiri İlhami Bey birer konuşma yaptılar. Etkinlikler gece Fener Alayı ile devam etti.

30Ekim günü Vali Kazım (Dirik) Paşa ve Belediye Başkanı Behçet Salih (Uz) Bey’in katıldığı Karşıyaka’ya Yamanlar Suyu’nun getirilmesi için temel atma töreni Soğukkuyu’da su biriktirme havuzunun başında yapıldı. Belediye Başkanı Behçet Salih Bey’in konuşmasından sonra Vali Kazım Paşa inşasına başlanacak havuzun temelini attı.

31 Ekim günü Fevzipaşa İlkokulu açıldı.

 

 

106

 

Vali Paşa Sıtma oldu

26 Temmuz 1931 tarihli Yeni Asır gazetesinde yer alan bir habere; Vali Paşa (Kazım Dirik) yakalandığı sıtma hastalığından kurtulmak için gittiği Bozdağ’ın Gölcük Yaylası’nda bir haftalık bir dinlenmeden sonra hastalığı atlatmış ve görevinin başına dönmüştü. İlaçla tedaviyle sonuç alınamayınca doktorların tavsiyesine uyarak gittiği Gölcük Yaylası’nın temiz havası ona iyi gelmişti.

Vali Paşa’nın görevine döndüğü haberlerinin yer aldığı 26 Temmuz 1931 günü Hizmet gazetesinde yer alan bir başka habere göre; Dedebaşı semtinde ciddi sıtma vakalarına rastlanıyordu.

Sıtma salgınının nedeni Bostanlı’da bulunan bataklıklardı. Bostanlı bataklıkları sivrisineklerin kuluçka bölgesi olarak hastalığının yayılmasına neden oluyordu.

Yaz ayları ile birlikte sıtma salgını artmaya başlamıştı. Vali Paşa, İzmir Sıhhiye Müdürü Lütfü Bey’i bölgeye incelemeler yapmak üzere göndermişti. 1 Temmuz 1931 günü Yeni Asır gazetesinde Lütfi Bey’in açıklamalarına yer veriliyordu:

“Refakatimde dört doktor, Karşıyaka Belediye Müdürü ve sıhhiye memurları ile bu havaliyi gezdim! Uzun uzadıya tetkikat yaptık ve sıtma hakkında tedbirler aldık. Derhal bu havalideki halak vaki (yıpranmış)  ve şafi (yeterli) addederek her gün münazemen (ek olarak) miktarı kâfi kinin tevni edeceğiz (bırakacağız). Belediye tarafından buradaki bataklıklara iki yüz ağaç dikilecektir. İcap ederse burada bir heyeti sıhhiye tavzil olunacak (ulaştırılacak) ve hastalık görülürse mücadele tevsi edilecektir (genişletilecektir).”

7 Temmuz tarihli Hizmet gazetesine göre; bir gün önce İzmir Valisi Kazım (Dirik) Paşa, yanına Sıhhiye Müdürü Lütfü Bey’i de alarak, Bostanlı’da sıtmanın görüldüğü bölgeyi ziyaret etti. Burada çevredeki yedi köyün muhtarını çağırarak gerekli tetkikleri yapmış ve muhtarların ihtiyaçlarını dinlemişti. 7

7 Temmuz tarihli Yeni Asır gazetesindeki bir habere göre; Karşıyaka ve Bostanlıyı tehdit etmekte olan Ağırkuyu derelerinin temizlenmesiyle bu bulaşıcıdan kurtulabilineceğini düşünen Vali Kazım Paşa, hemen emir vererek çevre köylere, mazot, kireç ve tütün kırıntıları dağıtılmasını, bu konuda onlara yardım edilmesini emretmişti.

10 Temmuz 1931 günlü Yeni Asır gazetesine göre; Sıhhiye Müdürü bölgeye yeni sağlık memurları görevlendirmiş ve Doktor Mahzar Bey’in kontrolünde bir heyet kurmuştu. Bostanlı bataklıklarına Belediye tarafından Okaliptüs ağaçları dikilmişti. Bir başka önlem olarak bataklık sularının boşaltılması için iki tane de motor çalıştırılıyordu. Gerekli önlemler zamanında alınmadığı, bataklıkların kurutulmasına geç kalındığı için Bostanlı yöresinde sıtma her yeri sarmıştı.

Anadolu gazetesinde yer alan bir başka habere göre; Vali Paşa 8 Ağustos’ta acilen Sıhhat Şurası’nı toplamıştı. 

 

 

 

107

 

Karşıyakalılardan Rıhtım ücreti alınmayacak

27 Kasım 1867’de John Charnaud, Alfred Barker, George Guarracino isimli üç İngiliz, Osmanlı Devleti ile rıhtım yapımı konusunda bir anlaşma imzaladılar. Anlaşmaya göre amaç, rıhtımın yapılması ve rıhtım boyunca bir tramvay hattı döşenmesi idi.

İzmir Rıhtımı Anonim Kumpanyası ortakları ile Ticaret Nezareti arasında 1 Aralık 1867’de şartname maddeleri üzerinde karara varıldı.

Daha sonra şirketin tüm hisselerini alan Elie ve Joseph Dussaud kardeşlerle imzalanan şartnamenin 19. maddesine göre “Şirket, rıhtım yapımı için gerekli gördüğü ağaç, taş, tuğla toprağı ile diğer gereçleri devlet arazisinden ücretsiz olarak alacak ve bu gibi gerekli inşaat malzemelerini çıkarmak için Karşıyaka adı verilen yere kendi masrafı ile bir iskele yapacak imtiyaz süresinin bitiminde bu iskele de Yüce Devlet’e kalacaktır. Bu gibi gerekli malzemeler sahipli olan yerlerden alınırsa, Şirket tarafından sahipleri razı edilecektir.” koşulu yer alıyordu.

31 Temmuz 1883 tarihinde şirket ile yapılan 3. Ek Sözleşme’nin birinci maddesine göre; “Karşıyaka halkının ellerinde götürecekleri sebze, tavuk, kaz, hindi ve diğerlerinden rıhtım ücreti alınmayacaktır.”

Cumhuriyetin ilanından sonra pek çok yabancı kuruluşun devletleştirilmesi gibi İzmir Rıhtımı’nın da devletleştirilmesi gündeme geldi. Yapılan müzakereler sonunda, 3 Ekim 1932’de Nafıa Vekili Hilmi Bey (Uran) ile şirket mümessili M. Margeri arasında parafe edilen mukavele ile 1891 tarihli mukavelenin 12. maddesine dayanılarak 1 Haziran 1931 tarihinden itibaren rıhtım ve müştemilatının Hükümetçe satın alındığı kabul edildi. 11 maddeden ibaret bu mukavele, 12 Haziran 1933’te kabul edilen 2309 sayılı İzmir Rıhtım Şirketi’nin imtiyazı ile tesisatının satın alınmasına dair 6 maddelik kanuna bağlı olarak, 25 Haziran 1933’de neşredilerek yürürlüğe girdi.

2309 sayılı kanunun 4. maddesi uyarınca İzmir Liman ve Körfez Şirketine devri kararlaştırılan rıhtımın devir muamelesi, Nafıa Vekaleti’nce hazırlanarak 15 Şubat 1934’de Hükümet tarafından kabul edildi.

7 Aralık 1934’te Liman İşleri Genel Müdürlüğü kuruldu. Liman ve Körfez İşleri Şirketi tasfiye edildi. Yeni kuruluşun göreceği işler arasında Karşıyaka-Alsancak-Pasaport-Konak arasında yolcu vapurları işletme hizmetleri de bulunuyordu.

 

 

108

 

“Sağır, Dilsiz ve Körler Okulu”nda yaşam

İşitme ve konuşma engelli olan Musevi kökenli Albert Karmona tarafından Karşıyaka’da İplikçzade Köşkü’nde kurulan ve 1926 yılında adı “Sağır Dilsizler ve Körler Müessesesi” olarak değiştirilen okul bir üretim merkezi kimliğindeydi.

 Okulda, konuşma engelli öğrenciler, görme engellilere bir radar işlevi üstlenmişti. Her hafta cuma günü Alibey Hamamı’na giderken konuşma ve görme engelliler birlikte götürülüyorlardı.

Konuşma engelli öğrenciler sabahları sınıfta ders yaparken, öğleden sonra okulun içindeki atölyelerde terzilik, marangozluk, demircilik gibi aşanlarda mesleki deneyim kazanıyorlardı.

1925 yılında tahta ve dikiş-nakış; 1927’de marangozluk ve kunduracılık; 1929 yılında dokumacılık; 1932-1933 yıllarında demircilik ve terzilik atölyeleri kuruldu.

İşitme engelliler genel olarak sporla ilgileniyorlardı. Konuşma engelliler resme yönelirken, görme engelliler müzik konusunda kendilerini geliştiriyorlardı. Okula bu amaçla iki piyano ve dört keman satın alınmıştı. 1930 yılında okulun tarihinde bir ilk olarak görme engelliler bir konser verdi.

O günleri yaşayanlara göre müzik sesleri okuldan eksik olmazdı.

Mustafa Rahmi Balaban’ın müdürlüğünü yaptığı Kız Muallim Mektebi öğrencileri “Sağır, Dilsizler ve Körler Okulu”nu sık sık ziyaret ederek batı sanat şarkılarını ve opera aryalarını birlikte söylüyorlardı.

Uzun salon denilen bölümde tüm öğrenciler bulunurdu. Öğrenimini bitirmiş ama okuldan ayrılamamış olanların yanı sıra dersleri devam eden öğrenciler bir arada vakit geçiriyorlardı.

Okulun geniş bahçesi öğrencilere uçsuz bucaksız gibi geliyordu. Bahçenin yollarına çakıl taşı dökülmüştü. Bu yolda dolaşarak temiz hava alıyorlardı.

Okulda öğrencilere bakıcılık yapan “abla”lar vardı. Öğrencilerin en büyük yardımcısı olan bu ablalar özellikle görme engelli öğrencilere kitap okuyordu.

 

 

109

 

Sel yaşamı alt üst etti

24 Ekim 1930 Cuma gecesi saat 23.30’da başlayan yağmur kısa sürede şiddetini arttırdı. Otuz altı saat süren yağmurdan sonra İzmir’de yaşam alt üst oldu.

Sel suları yüzünden yollar bozuldu. Kentin birçok yerinde lağımlar taştı, sokaklarda akmaya başladı. Güzelyalı-Konak arasındaki tramvay yolu selle gelen molozlarla doldu. Kemer çayının taşması üzerine Aziziye’den Halkapınar ve Kızılçullu’ya (Şirinyer) dek olan arazileri su bastı.

Karşıyaka, Bostanlı, Soğukkuyu, Turan bölgelerinde evler selden nasibini aldı. Karşıyaka’da 10 ev kısmen, Turan’da 4 ev tamamen yıkıldı.

Vali Kazım (Dirik) Paşa, yaşananları yerinde görmek ve hemen çözüm üretmek üzere otomobili ile selin yoğunluklu olarak zarar oluşturduğu semtleri dolaşmaya başladı. Patlayan bir lağıma devrilen Vali’nin otomobili polislerin ve orada bulunan yurttaşların yardımı ile kurtarıldı. Sellerin hızla aktığı sokaklarda yolu görmek mümkün değildi. Bahribaba Parkı önünde Vali’nin otomobili ikinci kez suya gömüldü. Şoförün ve orada bulunanların gayretlerine karşın motoru çalıştırmak mümkün olmadı. Vali, bunun üzerine Jandarma Bölüğü binasına girerek suların çekilmesini beklemek zorunda kaldı.

  26 Ekim günü Yeni Asır gazetesinde “Binlerce vatandaş, kadın erkek çoluk çocuk feci bir vaziyette bulunuyor. Her taraf çığlık, haykırış, yakarış içinde. Telefon, telgraf, elektrik hatları kesik. Ceviz büyüklüğünde dolular cam bırakmamış. Sayılamayacak kadar çok yıkılan evler var. Analarını, babalarını, çocuklarını sellere kaptırmışların feryadı kulakları yırtıyor.” saptamaları selin maddi ve manevi tahribatını gözler önüne seriyordu.

28 Ekim’de Vali Kâzım Paşa, Belediye Başkanı ve Kızılay Başkanı incelemeler yaparak sel felaketine uğrayanların gereksinimlerini saptadılar.

30 Ekim tarihli Anadolu gazetesine göre; Hilal-i Ahmer Cemiyeti de İzmir’e 20.000 lira yardım gönderdi.

31 Ekim’de İzmir’e hareket eden Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili Refik Bey, daha önce yapılan

20.000 liralık yardımdan başka yıkılan ya da zarar gören evlerin yapımı ve tamiri için 30.000 lira daha gönderileceğini, bu tutarın 2.500 lirasının Karşıyaka’ya tahsis edildiğini açıkladı.

4 Kasım 1930 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesine göre: Karşıyaka Selimiye Caddesi’nde yaşayan Alman Madam Modberg, 1 Kasım’da Fettah Cami ve Abdurrahman Mescidi’ne giderek çorap, kasket ve faniladan oluşan 100 parça eşyayı felaketzedelere dağıttı.

11 Kasım 1930 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yer alan bir başka haberde Kızılay’ın düzenlediği kampanyalarla yardım tutarı 100.000 liranın üzerine çıktı.

Kızılay’ın dağıtacağı 50.000 liralık yardım için ayrılan para İş Bankası’na yatırıldı. Dağıtım miktarını, oluşturan “Seylap (Sel) Komisyonu” belirleyecekti. Komisyonda Vali Kazım Paşa’nın yanı sıra Belediye Başkanı, Kızılay Başkanı, Ticaret Odası Başkanı, İş Bankası Müdürü ve Sağlık Müdürü vardı. Komisyonun aldığı karara göre belediye felaketzedelere ev yapmak üzere arsa belirleyecek, bunların üzerinde yapılacak evlerin malzemesi, taşları belediye tarafından sağlanacaktı. Arsaların parası ise uzun vadede felaketzedeler tarafından belediyeye ödenecekti.

Sel Komisyonu’nun kararına göre evleri tümüyle yıkılanlara 150 lira, onarılabilecek durumda olanlara

80 lira, kiracılara 25 lira verilecekti. Ancak bu para, nakit olarak değil malzeme ve diğer gereksinimlerin sağlanması yoluyla olacaktı.

 

 

110

 

“Halkın Sesi” gazetesinde Karşıyaka haberleri

Mehmet Sırrı Sanlı’nın “Halkın Sesi” gazetesinde İkinci Dünya Savaşı yıllarında Karşıyaka ile ilgili haberlere de yer veriliyordu.

12 Şubat 1940 günlü gazeteye göre: Karşıyaka’da bulunan yüz elli abone, uzun beklemelerden sonra evlerinde suya kavuşmuşlardı,

1941 yılındaki 17 Ocak tarihli ilk haberde, Posta Telgraf İdaresi’nin yaptığı istatistiklere göre İzmir’de Bornova, Buca ve Karşıyaka’da faaliyette olan 5.500 radyo istasyonu vardı. 5Ağustos’taki habere göre; Karşıyaka Sıtma Mücadele Reisliği’ne verilen mazotla Karşıyaka’da da sivrisineklerle mücadele ediliyordu. 21 Ekim’de Karşıyaka rıhtımının bir kısmı bittiği İzmirlilere duyuruluyordu. 12 Kasım’da petrol bulma olanakları olmadığı için evlerinde ders çalışma imkanı bulamaya öğrencilere, Karşıyaka Halkevi’nde okuma salonu yapıldığı haberi yer aldı.

29 Nisan 1942 tarihli haberde bir müzik öğretmeni tarafından Karşıyaka Halkevi’nde bir konferans verildi. Aynı günlü Halkın Sesi gazetesine göre, Çocuk Haftası nedeniyle Karşıyaka Halkevi’nde 3-5 yaşları arasındaki çocuklar arasında “gürbüz” çocuk yarışması yapılmıştı.

1943 yılında dikkati çeken haberler Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu ile ilgiliydi.  2 Temmuz’da Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu; drama komedi türünde ve 3 perdeden oluşan “Kontun Cinayeti” oyununu sergiledi. 6 Temmuz’da ise üç perdelik bir oyun olan “Mezdud Kadın” sahnelendi. 7 Temmuz’daki habere göre; tarihi komedi türünde ve dört perdelik “Kafes Arkasında” oyunu sergilendi. 12 Temmuz’da İzmir’de deniz banyosu azlığına dikkat çekiliyor; Karşıyaka ve Güzelyalı ile Bayraklı’daki iki- üç banyo dışında İzmir’de deniz banyosu bulunmadığı yazılıyordu.

1 Aralık 1944 günü gazetede yer alan bir habere göre; Karşıyaka Halkevinde Mr. Cooke “ İngiliz parlamentosunun tekamülünün tarihçesi” konulu bir konferans vermişti.

1 Şubat 1945’de yer alan habere göre; İzmir’de kar yağışı hayatı olumsuz etkilemiş, elektrik ve telefon hatları ile Kordon’daki Tayyare Sineması ve Karşıyaka’daki Zafer Sineması zarar görmüştü.  17 Mart 1945 tarihli Halkın Sesi’nde Karşıyaka Halkevi’nde Süleyman Tuser adlı bir yurttaşın  “Topkapı Sarayı” konulu tarihi bir konferansı epidieskopla sunduğu haberine yer verildi. 3 Ağustos’taki haberde Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu’nda, altı perdeden oluşan tarihi “Selahattin Eyyübi” oyunu sahnelendiği yer aldı.

9 Ağustos’ta ise Karşıyaka Açık Hava Tiyatrosu’nda Birleşik Eti Tiyatrosu Heyeti tarafından İzmirli tiyatroseverlere “Langeram Veziri” adlı tarihi piyes sergilendi.

 

 

111

 

“Neden bu kadar seviniyorduk?”

1913 yılında Turgutlu’da doğan gazeteci Aslan Tufan Yazman; Karşıyaka Ankara İlkokulu’nu, ortaokulu ve İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra 1938’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu.

Daha öğrenciyken 1928 yılında Yeni Asır gazetesinde çalışmaya başladı. Yeni harfleri İzmir’de ilk kez gazetede kullanan kişidir.

İstanbul’a yerleştikten sonra Cumhuriyet, Tasvir-i Efkar, Son Telgraf, Tan, Yeni İstanbul, Dünya gazetelerinde çalıştı. 1939’da “İktisadi Yürüyüş” dergisini kurdu. İzmir Fuarı’nın her açılışında “İzmir İçin İktisadi Yürüyüş”ü yayınladı.

1946 yılında yayınlamaya başladığı “İktisat ve Ticaret Ansiklopedisi’ni 1956 yılında tamamladı. 1939-1941 yılları arasında bazı liselerde tarih ve edebiyat öğretmenliği yaptı.

 Aslan Tufan Yazman, Atatürk ile röportajını İzmir’de Yeni Asır Gazetesi’nde yayınladı. Daha sonra Atatürk’ün izniyle kitap haline getirerek “Atatürk’le Beraber” adıyla bastırdı.

İzmir'e ilk giren 5. Süvari Kolordusu’nun komutanı Orgeneral Fahrettin Altay ile de bir dizi röportaj yaptı. Bunları “Kurtuluş Savaşında Türk Süvarileri” adıyla kitaplaştırdı.

29 Ekim 1923 günü on yaşındaki Aslan Tufan ailesi ile Karşıyaka’da dolaşırken “Cumhuriyet ilan edildi. Yaşasın cumhuriyet!” sesleri arasında top atışlarını duydu ve ortak sevinçlere katıldı. Ancak yıllar sonra “Fakat cumhuriyet ne idi? Neden bu kadar seviniyorduk? İşte bunu bilmiyordum.” diye yazar. Babasından yol boyunca  “Cumhuriyet yönetiminde halk, oy vererek kendini yönetecek kişileri seçer. Seçilen milletvekilleri millet adına ülkeyi yönetir.” bilgileri öğrendi.

1-26 Ekim1925 günleri arasında İzmir’i ziyaret eden Mustafa Kemal’i Karşıyaka İstasyonu’nda karşılayanlar arasında Ankara İlkokulu öğrencisi Aslan Tufan da vardı.

Tren tam önlerinde durduğu zaman itişmeler sonucunda en önden en arkalara doğru itildiler. Onu görmek için ayaklarının ucunda zıpladı.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Balotaj Kurulu'nda da görev yapan ve Basın Şeref Kartı sahibi olan Aslan Tufan Yazman, 12 Ocak 1995 günü 81 yaşında İstanbul'da öldü.

 

 

112

 

Kaf Sin Kaf sevdası

Karşıyaka ve Karşıyaka Spor Kulübü birbirini bütünleyen elmanın iki yarısıdır.

XX. yüzyılın başlarında Rumların kurduğu Kopanos takımı, Karşıyaka İstasyonu yakınındaki Karavokiri`nin tarlasında idman yaparlardı. Alaybey’deki Omiros’un tarlasında ise oynayan bir başka takım daha vardı. Bu toprak sahalarda ayakkabılar aynı anda hem topa hem de toprağa vuruyordu. Karşıyaka Spor Kulübü’nün kurulmasına karar verildikten sonra toplanan bağışların önemli bir kısmı futbol malzemeleri alımına ayrıldı. Ancak futbol ayakkabıları pahalı olduğu için her oyuncu ayakkabısını kendi alıyordu.

1912 yılında kurulan Karşıyaka Spor Kulübü’nü Hürriyet ve İtilaf Partisi tarafından destekleniyordu. 1913 yılında Babıali Darbesi ile iktidarı ele geçiren İttihad ve Terakki de 1914 yılında Altay kulübünü kurdu. Karşıyakalılar daha sonra müracaat ederek İttihad ve Terakki’nin desteğini aldılar. Onlara Müdafaa-i Milliye şubesinin bir odası verildi.

1925 yılının başında Fenerbahçe futbol takımı tüm masrafları Karşıyaka Spor Kulübü tarafından karşılanmak üzere İzmir’e davet edildi. 19 Mart akşamı saat 18.30 sıralarında Karşıyaka’ya gelen Fenerbahçe kafilesi İzmir Valisi, kumandan, Halk Fırkası mutemedi ve vilayet erkanı tarafından karşılandı.21 Mart günü Alsancak Stadyumu’nda oynanan maç 0-0 berabere sonuçlandı.

Karşıyaka Spor Kulübü Fenerbahçe’yi ağırlarken tam 3.000 lira masraf yapmıştı. İşin ilginç yanı maçtan sağlanan gelir de tam 3.000 liraydı. Zarar edilmemişti ama bir gelir de elde edilememişti.

 Karşıyaka futbol takımı 1925 yılında Sakızlı Rumlardan gelen öneri üzerine bir körfez vapuru kiralayarak, taraftarlarıyla birlikte Sakız’a gitti. Yoğun yağışlar nedeniyle maç oynanamadı.

13 Ekim 1925 günü Karşıyaka Spor Kulübü’nü ziyaret eden Mustafa Kemal, kulübün şeref defterine Karşıyakalı sporcuları öven cümleler yazdı. 24 Haziran 1926 günkü ziyaretinde ise harcanan emeklerin ve hizmetin eserlerini gördüğünü belirtti.

Yunanistan’a göç etmiş olan ve Atina’da bir spor malzemeleri şirketinin sahibi İzmirli Karabatis’in Yunanistan Hükümeti nezdinde yaptığı girişimler sonrası 1947 yılında Karşıyaka Spor Kulübü resmen davet edildi. Sakız-Pire yoluyla Atina’ya geçen Karşıyaka futbol takımı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan’a giden ilk Türk takımı oldu.

Göztepe`den Adnan Süvari`yi, Altay`dan Ahmet`i takviye alan Karşıyaka futbol takımı ilk maçında, 1890 yılında İzmir’de kurulan Panionios’a 4-2 yenildi. İki gün sonra Panathinaikos ile 2-2 berabere kaldı. Bir sonraki maçta Olimpiakos ile oynanan maç da 2-2 bitti.

1951 yılında küme düşmekten son anda kurtulan Karşıyaka futbol takımı, 1952 yılında sekiz dalda hentbol, voleybol, basketbol, boks, yüzme, yelken ve sutopu ve futbolda İzmir şampiyonu oldu.

Kaf Sin Kaf sevdası bu gün 7 branşta sürüyor.

 

 

 

113

 

Karşıyaka’da çeyrek yüzyıl-1

Karşıyaka Spor Kulübü’nün az ilerisinde Yalı’daki bir Rum evinde 10 Aralık1930 tarihinde dünyaya gelen Ertuğrul Erol Ergir, ilkokulu Karşıyaka Cumhuriyet  İlkokulu’nu bitirdikten sonra  orta ve lise eğitimine İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde devam etti. İzmir’e20 yaşında geri döndü ve yüksek öğrenimini burada bitirdi.

Dedesi Resmo’da Belediye Başkanlığı yaptı. Ailesi, mübadele ile Girit’ten İzmir’e göç etti.

1930-1955 arasındaki anılarını“Unutamadığım Karşıyakam ve İzmirim” kitabında topladı. Bu kitapta dönemin Karşıyaka’sını görebiliyoruz..

“Karakol, ahşap vapur iskelesinin önünde küçük ahşap bir barakaydı. O barakada tüm emniyeti sağlayan 2-3 polis memuru bulunurdu.”

“Postahane, Kemalpaşa Caddesi’nin sol tarafında tren istasyonuna yakın bir Rum eviydi. Postahanede

2 kişi çalışırdı.”

“Çöpler tek atlı arabalarla toplanırdı. Arabaların gidemeyeceği yerlerden, iki tarafında büyük küfeler bulunan, eşek veya katırlarla çöpler toplanırdı.”

“Karşıyaka’da yağmur sularının denize aktığı bir kanalizasyon şebekesi mevcuttu. Ayrıca her evde foseptik çukurları vardı. Bu foseptik çukurları genelde 1-2 senede dolardı. Belediyenin çöp arabaları gibi üstü kapalı, foseptik pisliklerini taşıyan tek atlı arabaları vardı.”

 “1948-1950’den önce evlerde buzdolabı yok denecek kadar azdı. Lüks bir makina olarak bilinirdi.”

“Bu günkü Ses Pasajı’na kadar hep Rum yapısı, tek katlı, çoğunun tepelerinde tuğla süslemeler bulunan dükkanlar vardı.”

“O yıllarda Karşıyakada iki sinema vardı. “Melek” isimli sinema, iskeleden çıkınca sahilde soldan ilk sokağın başındaydı. Bu günkü Ses Pasajı olan yer Sümer sinemasıydı.”

“İstasyon civarındaki meydan ve boş yerlerde hep paytonlar ve at arabaları dururdu. Tren raylarını geçip sağa sapınca Karşıyaka’nın meşhur Ali Bey Hamamı’na varırdık.”

“Banka sokağının sonunda demiryoluna gelince karşımıza, bugün de nasılsa mevcut olan, çocuk yuvasının büyük bahçesi çıkardı.”

“O yıllarda Karşıyaka’da, esnafların alış veriş edebilecekleri toptancılar mevcut değildi. Tüm ihtiyaçlar İzmir’den temin edilir ve vapurla yahut at arabası ile Karşıyaka’ya taşınırdı.”

“Karşıyaka sahilinde, iskelenin sağında ve solunda, bilhassa denizin sığ ve kumsal kısımlarında “Vira! Vira!” diye bağırıp ağlarını çeken balıkçıları hemen her gün görürdüm, karşılaşırdım.”

 

 

 

114

 

Karşıyaka’da çeyrek yüzyıl-2

Karşıyaka’da doğan Ertuğrul Erol Ergir’in, çeyrek yüzyıl yaşadığı Karşıyaka’yı anlattığı “Unutamadığım Karşıyakam ve İzmirim” kitabından dönemin Karşıyaka’sını izlemeye devam ediyoruz.

“Vapur, o yılların en popüler, en rahat ve en çok kullanılan ulaşım aracıydı. Bayraklı’ya, Alsancak’a, Pasaport’a, Konak’a, Güzelyalı’ya ve yaz aylarında İnciraltı’na çalışırdı.”

“Çok kullanılan diğer ulaşım aracı trendi. Tren, vapur iskelesine uzak yerleşim merkezlerini birbirine bağlardı.”

“Tramvaylar, vapur iskelesi meydanından vapurun hareketiyle birlikte Bostanlı, Soğuk- kuyu ve Alaybey istikametine hareket ederlerdi. Bostanlıya giden sahildeki kaldırımdan, Soğukkuyu’ya giden çarşıdan, Alaybey’e giden önce sahilden sonra sahil yolunun arkasındaki Tramvay caddesinden gider ve tekrar aynı yoldan sizi vapurun hareketinden 4-5 dakika evvel iskeleye bırakırlardı.”

“Alaybey’de, şimdiki parktan hemen sonra, ahşap büyük bir kayıkhane vardı. Deniz orda sığ ve kumluktu. Genelde kayıklar, yelkenliler oradan kıyıya çekilir ve bakıma, kalafata, boyanmaya alınır veya kış müddetince kayıkhanede muhafaza edilirdi.”

“Kayıkhaneden Anıt’a kadarki kıyı kesiminde 3-4 hususi, yani yalnız sahiplerinin kullandığı, banyo vardı.”

“Denizin Anıt’tan İskele’ye kadar olan kısmı sığ ve kumluktu. Açık tabii bir plaj görünümündeydi,

 çocuklar yüzmeyi orda öğrenirdi. İskeleden Nikah dairesine kadar olan kısımda da banyolar vardı. Burada deniz kayalıktı, yosunluktu. Hemen kıyıdan denize girebilmek zordu.”

Deniz banyoları, kıyıdan başlayıp denizin insan boyuna kadar derinleştiği yere uzanan 1-1,5 metre genişliğinde ahşap iskelelerdi. Sonunda 3x3 metre ebadında bir platforma varılırdı. Bu platform üzerinde yine güzel görünümlü bir soyunma giyinme kabini bulunurdu. Kabinin etrafı açıktı, orda mevcut kanapelerde oturulup, sohbet edilerek güneş banyosu alınırdı.

“Nikah Dairesi’nden 100-150 metre sonrası, yani bu günkü K.S.K. kulübünün karşı kısımlarında deniz kumluktu ve nefisti. Karşıyaka’da denize girmenin en iyi olduğu bölüm burasıydı.”

Kitapta dönemin Karşıyaka’sı ile ilgili bir çok anının yanında mekanlar ve esnaflar tanıtılıyor.

Bu değerli kitabın yeni baskısının yapılması, yeni nesil Karşıyakalılara o günleri anımsatacak değerde önemli bir girişim olacaktır.

 

115

 

Karşıyaka ve deniz

Turan Muşkara, 22 Ekim 1922 tarihinde İstanbul’da doğdu. Babası İttihad ve Terakki’nin önde gelen üyelerinden “Küçük Telat” Bey’di. Ailesi 1923 yılında Karşıyaka’ya göç etti. Altı yaşında Karşıyaka’da Fransız Soeurlar okuluna yazdırıldı ama bir yıl sonra İstanbul’da Galatasaray İlkokulu’nda yatılı olarak öğrenimine devam etti. İlkokulun son iki sınıfını Karşıyaka’da Türk Birliği İlkokulu’nda okudu. Karşıyaka Ortaokulu’nu bitirdikten sonra Namık Kemal Lisesi’ne başladı. Buradan 1940 yılında mezun oldu.

1945 yılında İstanbul’da Robert Kolej’den elektrik mühendisi olarak mezun olduktan sonra aynı yıl Amerika’da Michigan Üniversitesi’nde doktora eğitimine başladı.1947’de lisansüstü eğitimini tamamlayarak askerlik görevi için yurda döndü.

1951 yılında Hayri Yorgancıoğlu ve Nikita Guber’le “Eklo” adında bir şirket kurdu.

1926-1939 yilları arasında Karşıyaka ve İzmir’de gördüklerini ve yaşadıklarını “İzmir ve Karşıyaka Anıları” adlı bir kitapta topladı. Nostaljik bir tatla anlattığı dönemin Karşıyaka’sını onun kaleminden okumak ayrı bir keyif.

“Karşıyaka'da denizle beraber yaşardık.” “Karşıyaka'nın denizi genelde taşlıktı.”

 “Dilsiz Mektebi’nin karşısına isabet eden yıkık bir taş iskele vardı. Bu iskele büyük bir balık yuvasıydı.”

“Deniz banyoları özel olmakla beraber çok (snob) olmayanların banyolarına konu komşu, misafirlerini de ağırlamak için doluşurlardı.”

 “Deniz banyoları, Bayraklı ve Turan’da da vardı. Fakat o banyolar daha bir özeldi, çünkü evlerin bahçelerine bağlıydı. Karşıyakadakiler gibi pek püblikleşmezdi. Turan’da ve Bayraklı'da ikişer banyo hatırlıyorum.”

“Tüm eski banyolardaki köşk denilen dört veya altı köşeli külah çatılı odacıklar, pencereleri pancurlu, ortasında gözden kaçınan hanımların merdiven ile görünmeden denize inebileceği kapaklı deliği olan, giyinip soyunma kabinleri idi. Büyük ve şöhretli banyolarda odacıklar, banyonun uç kısmında ve etrafında dolaşılabilecek bir şekilde genişletilmiş bir terasın ortasına yerleştirilmişti.”

“Karşıyaka banyoları da ahşaptı. Denize bağlantıları ise putrel kazıklardı. Putrel kazıkların etrafına bazen  beton  kılıf  döküldüğü  de  olurdu.  Banyoların  iskele  kısmı  yani  denize  uzanan  bölümü  ve genişleyen teras kısmının zemini, üstü, rendelenmiş kalaslarla kaplıydı. Kabinlerin çatılan, çatı uçlan süslü ve çok kere oymalı tahtaydı. Kabinin kendisi de tabii ahşaptı. Sonraları yapılan bir iki banyo kabinsizdi ve beton zeminliydi. Ayaklar da betonarme olarak yapılmıştı.”

“Karşıyaka’da şimdiki Yat Kulüp (Nikah Salonu) bölgelerinde, biri erkek, diğeri kadınlar için iki umumi  (halka  açık)  deniz  hamamı  vardı.  Hamamların  sahil  kısmı  kumsaldı  ve  bayağı  bir  plaj halindeydi.”

“Bayraklı’da da bir umumi deniz hamamı vardı ve onun arkası da dar bir plajdı.”

 

 

 

116

 

“Bir Karşıyaka vardı.”

Turan Muşkara’nın “İzmir ve Karşıyaka Anıları” adlı kitabından 1926-1939 yilları arasında Karşıyaka manzaralarını izlemeye devam ediyoruz.

“Bahçeli evler sahil boyunca diziliydi, hepsi iki katlı, şipşirin, güzel mi güzeldi.”

“Yazları Karşıyaka bir sayfiye şehri olurdu. Sofralar bahçeye kurulur, sıcak yaz geceleri, neşe ile geçirilirdi.”

“Yaz aylarında (Karşıyaka ile deniz)  bir bütündü ve yaşamın bir parçasıydı. Pırıl pırıl deniz dolar taşardı. Sandallar, şarpiler fır dönerdi.”

“Karşıyaka sahilinde Alaybey’den Papaz’a kadar (Bostanlı) yer yer kumsallar vardı. Bunlar minicik plajlardı, bir iki metre, daracıktı. Kısmen yosunla dolardı.”

“O küçük plajlarda sulinez bile çıkartılırdı. Sulinez şimdilerde bulunmayan, parmak şeklinde, kabuklu,

8-10 cm boyunda, 1 cm kadar kalınlıkta bir deniz mahluku idi. Kumlara saplanmış olarak bulunurlardı. Boylu boyuna uzanan kabuğu açılınca içlerinde sarı renkli etleri bulunurdu. Sulinezlerin midye gibi dolmaları yapılırdı. Balık avlamada çok aranılır ve en makbul balık yemi olarak da kullanılırdı.”

“Bu güzel Karşıyaka’da, Çamlık diye adlandırılmış bir semt vardı. Korulukları, meyve bahçeleri, villaları ve ağaçlı ara yolları, hatta bağı bostanı, yel değirmenleri olan bir semt idi orası. Lafını ettiğim villalar litreratürdeki anlamda villalardı. Korulukların ve bahçeli evlerin çevirdiği bir de meydancık vardı Çamlık’ta. Orada futbol oynardık.”

“Karşıyaka’da nüfusun en yoğun olduğu bölge de Alaybey-İskele ve Osmanzade-İstasyon arasındaki mahallelerdi.”

“Karşıyakalı olmak demek körfeze ve vapurlarına bağımlılık demekti.”

“Atlı tramvayların vagonları yazın açık bankolar halindeydi, kapılan filan yoktu. Tramvaya iki yanında uzanan basamaktan binilirdi.”

“Karşıyaka’nın atlı tramvayları Soğukkuyu-İskele,  Alaybey-İskele ve Bostanlı-İskele olmak üzere üç hatta çalışırdı . Tramvay deposu Soğukkuyu’daydı.”

“İskele önünde de hattan hatta geçecek rayları  ve makasları vardı.”

“İzmir’in de bu ilk asfalt yolu olmuştu, 1932 senesinde. Asfalt yolu ile “Banka Sokağı” şöhrete erişmişti.”

 

 

117

 

Karşıyaka’yı sel bastı

4 Kasım 1995 sabahı işe gitmek için aşağıya indiğimde apartmanın girişinin merdivenlere kadar bulanık sular içinde kaldığını görüp geri döndüm. Bir gün sonra sular çekildiğinde aşağıya indiğimde otomobilin kapısını açtığımda dışarı oluk gibi akan sularla karşılaştım.

3 Kasım gecesi yoğun yağmur yağışı İzmir’de yaşamı çok büyük ölçüde etkilemişti. Yamanlar Dağı’ndan gelen sel sularıyla Karşıyaka ve Çiğli yörelerindeki dereler taşmış ve dere yatağında evdeki sular altında kalmıştı.

Yamanlar Dağı’ndan gelen Ahırkuyu Deresi’nin taşmasıyla Yamanlar-Örnekköy-Demirköprü- Bostanlı hattında bütün evlerin birinci katları tavana kadar su dolmuş ve onlarca insan boğulmuştu. Yoğun yağışlar sonrasında Karşıyaka ve Bostanlı’nın çukur yerlerinde birçok binanın bodrum ve zemin katları sular altında kalmıştı. Eski bir bataklık olan Bostanlı yeniden bir bataklığa dönüşmüştü. Gece yarısı başlayıp 4 saat süren yağmur nedeniyle 61 kişi yaşamını yitirdi.

5 Kasım günlü Milliyet gazetesinde birinci sayfada “Daha önce görülmemiş ölçüdeki yoğun yağışlar ve fırtına çok sayıda vatandaşı etkiledi.”  denirken bir başka haberde ise kente plansız göçlerin sonucunu gözler önüne seren “Çarpık kentleşmenin ürünü evler yapıp, İzmir'e yerleştiler. Ve korkunç sel geldi. .Evlerinden de, yaşamlarından da oldular.” saptaması vardı.

5 Kasım tarihli Cumhuriyet gazetesi olayı “Göz göre göre felaket” başlığı ile okurlarında duyurdu.

Posta gazetesinin 5 Kasım günlü nüshasında “Kıyamet günü” manşetiyle verilen haberde ise “Fırtınayla bastıran yağmur önceki gece İzmir’e gökten ölüm yağdırdı.” deniyordu.

 Ege Üniversitesi İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi yayınları arasında çıkan, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü tarafından hazırlanan “İzmir’de 3-4 Kasım 1995 Karşıyaka Sel Felaketi” başlıklı uzmanlardan tarafından hazırlanmış raporda felaketin nedenleri açıkça belirtiliyordu:

“Hızla genişleyen düzensiz yerleşme yerlerine yerel yönetimlerce götürülmeye çalışılan alt yapı hizmetleri de gecekondu yöntemiyle yapılmış, örneğin kuru görünen dere yatakları üzerinden geçen yolların altına köprü yerine büzlerden oluşan menfezlerin yapılması yeterli bulunmuştur. Dere yataklarına sokulan ve onları daraltan yapılara çeşitli nedenlerle engel olunamamış, resmi kuruluşlarca buralardan geçirilen boru ve kabloların su akımına engel olmayacak şekilde yapılması dahi sağlanamamıştır. Dere yataklarının çöplük olarak kullanılması önlenemediği gibi, bu yataklar periyodik olarak temizlenmemiştir.”

 

 

118

 

Karşıyaka tarihinden kesitler

1932 yılıydı. İzmir’in ilk asfalt yolu, Karşıyaka’da Banka Sokağı’nda yapıldı. Banka Sokağı bir anda kentin önemli bir merkezi olmuş, İzmir’den gelenler bu yolu görmeden Karşıyaka Çarşısı’nı gezmiyorlardı.

1935 yılıydı. Sütçü Mustafa Efendi her gün atına yüklediği güğümlerle Karşıyaka sokaklarında dolaşarak süt satardı. Girişimci bir ruha sahip olan Mustafa Efendi, bir süre sonra aynı sokaklarda raflarla çevrili bir arabada kiloluk şişeler içinde süt satmaya başladı. O, kentin tarihine İzmir’de ilk defa şişelenmiş süt satan bir sokak esnafı olarak geçti.

15 Ocak 1940 günü Karşıyaka tarihimde bir ilk yaşandı. Melek Sineması’nda Karşıyaka Halkevi Müzik ve Temsil Kolu tarafından Erzincan deprem felaketzedeleri yararına konser verildi. Karşıyaka’nın en eski diş hekimi Kenan Çelebi’nin eşi olan İzmirli ilk kadın piyanist Mihter Çelebi'nin yer aldığı bu etkinlikte sanat alanında basılan ilk sahte biletlerin satıldığı belirlenerek biletlere el kondu.

Bergama’nın Bölcek kasabasında doğan Mihter Çelebi, Karşıyaka’ya yerleştikten sonra bir çok öğrenci yetiştirirken çeşitli korolar da kurdu.

23 Temmuz 2007 günü Karşıyaka ve Bornova belediyelerinden bir açıklama yapıldı. Bu açıklamaya göre; Karşıyaka ile Bornova belediyelerinin, Türkiye’de ilk kez, Dışişleri Bakanlıkları düzeyinde resmi olarak yürütülen kardeş şehir projesine imza attıkları ve oluşturulacak ekiplerin 31 Ağustos’ta İsveç’in Kalmar kentine gideceği açıklandı.

27 Aralık 2008 günü Türkiye’nin ilk oyuncak kütüphanesi Karşıyaka’daki Hasan Kaya İşitme Engelliler Eğitim Merkezi ve Anaokulu’nda açıldı.

4 Mart 2011 tarihinde Karşıyaka Belediyesi tarafından yapılan açıklamaya göre Karşıyaka Belediyesi, UCLG (Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler Dünya Teşkilatı) tarafından organize edilen “Belediye Başkanları Sözleşmesi”ne Türkiye’de üye olan ilk belediye oldu.

 11 Mart 2015 tarihi İzmir basketbolunda rekor günüydü. Karşıyaka Spor Kulübü’nün erkek basketbol takımı Pınar Karşıyaka, 11 Mart 2015 tarihinde ULEB Eurocup takımlarından Lietuvos Rytas’ı 97-81 yenerek son sekiz takım arasında çeyrek finale kaldı. Bu sonuç İzmir basketbol tarihinde ilk büyük başarıdır. Ayrıca Karşıyaka Arena’da yapılan karşılaşma sırasında taraftarlar desibel rekoru da kırdı. Karşıyaka taraftarlarının maçın üçüncü periyodunda yaptığı tezahürat, parkeye en yakın noktadan 126.5 desibel olarak ölçüldü. Bir salonda tezahüratla ulaşılan en yüksek ses rekoru daha önce 122.9 desibel ile Galatasaray Liv Hospital’a aitti.

 

119

1928 yılına girerken

1928 yılı mübadelenin izlerinin sürdüğü bir yıldı. İzmir, iç ve dış göçler nedeniyle, tam bir göçmen ve mülteci kenti durumuna gelmişti.

Cumhuriyet döneminde oluşturulan ilk İktisat Bakanlığı’na 21 Ocak 1928 günü bir İzmirli olan Mustafa Rahmi (Köken) Bey getirildi.

20 Mart’ta Türk Maarif Cemiyeti’nin İzmir şubesi kuruluşu yapıldı ve kurucu kurul 27 Mart’ta Beyler Sokağı’ndaki Milli Kütüphane’de yaptığı toplantıda vilayet heyet-i faalesini seçti. Aynı zamanda İzmir, Karşıyaka, Bornova, Seydiköy bölge kurulları da seçildi.

30 Mart’ı 31 Mart’a bağlayan sabaha karşı Torbalı’da 6.5 büyüklüğünde bir deprem oldu.

31 Mart günü Vali Kazım Paşa başkanlığında Belediye, Cumhuriyet Halk Fırkası, Hilal-i Ahmer, Ticaret Odası, İl Emniyet ve İl Jandarma temsilcilerinin katıldığı bir toplantı yapıldı.

Anadolu gazetesinin 1 Nisan 1928 tarihli sayısında  “…Şehrimizde zelzelenin yaptığı hasarat çok mühimdir. Hükümet konağı parkındaki saat kulesinin üzeri çökmüş ve kubbe kısmen münhedim (harap) olarak daha sağlam olduğu yıkılmamasından anlaşılan kısmın üzerine düşmüştür.” haberi yer aldı.

Ocak 1928’de geçici yönetim kurulu İzmir Esnaf ve Ahali Bankası için bir bina buldu. Peştemalcılarbaşı’nda (Manifaturacılar Çarşısı) İzmirli tüccar Halil Sadık Bey’in binası kiralandı. 20 Şubat 1928 günü geçici yönetim kurulu, kurucular kurulu toplantısı yaptı. Banka binasında saat

10.30’da başlayan toplantıya Vali Kazım (Dirik)  Paşa başkanlık yaptı. 5 Nisan 1928 günü bankanın açılış töreni yapıldı.

10 Mayıs günü Stamboli gazetesinde, Yeni Asır gazetesinden alınan bir haber yayınlandı. Cordelio ve Alaybey tren istasyonlarına 1 Mayıs nedeniyle manifestolar asan 11kişi tutuklandı. Polisteki sorgusunun ardından 7 kişi serbest bırakılırken 4 kişi mahkemeye sevk edildi.

Bulgaristan asıllı marangoz Hilmi önderliğindeki Nafiz, Boşnak Adem ve Ahmed Hamdi polise verdikleri ifadede, bu göreve, ücretlerini günde 3 liraya çıkarma vaadiyle getirildiklerini ve gece astıkları bu bildirilerin içeriğinden habersiz olduklarını iddia ettiler.

 Not: Bu gazete kupürü Aybala Yentürk tarafından sağlanmış ve çevirisi yine kendisi tarafından yapılmıştır. Bu haberi kullanmak için verdiği izin nedeniyle kendisine teşekkür ediyorum.

 

120

Yahya Hayati Paşa

XIX. yüzyılın sonlarında Bornova’nın bir köyü, 1940’lardan itibaren Karşıyaka’nın bir mahallesi olan Bayraklı 2008 yılında ayrı bir ilçe haline geldi.

Bayraklı deyince akla bir başka isim daha geliyor.  İzmir’e ne zaman geldiğini henüz bilmediğimiz Yahya Hayati Efendi, henüz 20 evin bulunduğu bu küçük köye yerleşti. Aslen Rizeli olan Yahya Hayati Efendi1870 yılında, Padişah fermanı ile Trabzon'dan İzmir’e gönderildi.

Zamanla bölgedeki arazilerin büyük kısmına sahip oldu. Daha sonra “Paşa” unvanı alan Yahya Hayati Efendi, Bayraklı’ya yerleşmesi sonrasında komşu arazilerin sahipleri ile birlikte burada bir mahalle kurdular.

Yahya Hayati Efendi, önce Ermeni Ptakos'a, sonra da kendisine ait olan Bayraklı dağlarından taşınan taşlarla burada kendisine yedi yılda 52 odalı bir köşk yaptırdı. Köşkün mimarı Vali Konağı’nı da yapan Rum Andon Gavanu’dur.

Paşa, bölgeye içme suyu da getirdi.

1880 yılında İzmir’de İkinci Belediye Dairesi’nin Belediye Başkanlığı görevinde bulunurken kısa süre sonra İngiliz Konsolosluğu ile Belediye arasında çıkan sorun üzerine görevinden alındı. Yahya Hayati Paşa’nın görevden alınmasına neden olan olay, İngiliz konsoloshanesinde çıkan bir yangın esnasında Paşa'nın konsolos görevlisi tulumbacıyı tartaklaması sonucu diplomatik bir krize dönüştü. İngilizlerin Babıali’ye yaptığı baskılar sonucu Paşa görevden alındı.

Buna karşın Vilayet İdare Meclisi üyeliğini yürütmüş ve bu sebeple çeşitli görevlerde ve yardım faaliyetlerinde yer almıştır.

Paşa; ulaşım, maden işletmeciliği ve kuruyemiş ticareti ile uğraştı. 1883’te İzmir Körfezi ve Ege Denizi’nin bazı hatlarında 30 yıllığına vapur işletme imtiyazı alıp ardından kurduğu Hamidiye Vapur Şirketi ile ulaşım alanında hizmet verdi.

Bornova-Nif ve Nif-Parsa hatlarında tren işletmeciliği için talep ettiği imtiyazlar, önce prosedür eksikliği sonra da ana hattı işleten şirketin rüçhan hakkı gerekçe gösterilerek kabul edilmemiştir.

Ulaşım alanında girişimlerine devam eden Yahya Hayati Paşa’nın, şehir içi tramvay işletme hakkı başvurusu reddedildi. 1891’de İzmir’den Bornova’ya işleyen bir elektrikli tramvay hattı için yaptığı başvuruda kabul edildi.

Türkiye'de krom madenini bulan İskoç James Borthwick Paterson’un Fethiye, Burdur, Tavşanlı ve Orhaneli'nde krom çıkarmak için imtiyaz sahibi olurken ortakları arasında Yahya Hayati Paşa da vardır. Paşa; Aydın çevresinde zımpara, Burdur ve Denizli çevresinde de krom madenlerini işletti.

 Develerle palamut getirip deniz yoluyla ihraç eden Yahya Hayati Paşa, gelen palamutları depolamak için Palamut Hanı'nı yaptırdı.

Yahya Hayati Paşa’nın damadı, 1890 yılında Paşa’nın kızı Gülfem Hanım ile evlenen dönemin meşhur şairlerinden Tokadizade Şekip Bey’dir.